İslam Devletinde Ehl-i Kitab’ın Din Emniyeti

İslam Devletinde Ehl-i Kitab’ın Din Emniyeti

İslâm Hukuku'na göre İslâm devleti sınırları içerisinde yaşayıp, İslâm devletinde vatandaşlık hakkı elde edip Beş emniyet şemsiyesi altına giren Ehl-i kitap mensuplarına zımmi denir.

Batı’dan esen politik rüzgârlar ve algı operasyonları ile oluşan günümüzün eksik ve yanlış kanadı “Ehl-i Kitabı” gerektiği yerde konuşlandıramamaktadır. İslâmi literatürde Ehl- i Kitap, Yahudi ve Hristiyanları ifade eder. Yani kendilerine kitap verilmiş elçi gönderilmiş kavim ve topluluklardır. Özellikle “dinler arası diyalog” ihanet projeleri ve cehalet sebebiyle oluşan “Hoşgörü” deyimi hak ile batılı birbirine karıştırıp Tevhidî berraklığı yok etmek üzere üretilmiştir. Evet, İslâm’ın kendine has müsamahakar ve özgür irade yanlısı bir tutumu vardır. Ancak bu demek değildir ki; İslâm şirki, batılı, bile bile hakkı gizlemeyi hoş görür, makul görür, meşru görür! Haşa! İslâm onurlu ve omurgalı duruşuyla önce Ehl-i Kitab’ın batıllığını ilan eder, deşifre eder, “din” diye iddia ettikleri şeyin “din” olmadığını, kitaplarının tahrif edilmiş olduğunu, “din” zemininde denklik ifade edemeyecek bir kalibresizlikte olduklarını ilan eder. Sonra da batıl üzere yaşamak istiyorsanız, Müslümanlara ve insanlara eziyet etmeyip, İslâm’ın otoritesinde “Beş Emniyet” esasının korumasına girip “şartları yerine getirecekseniz geçici dünya hayatında yaşayın” şeklinde bir anlayışla hukuksal zeminini oluşturur. “Sizinki de bir ‘din’ İslâm da bir din, herkes hak bildiğini yaşasın” demez. Kur'an’daki ilahi buyrukların birkaçına bakarsak konunun nasıl bir açı ile ele alındığını daha iyi idrak ederiz:

“Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. (Bakara-109)
“Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? (Ali- İmran-71)
“De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir". (Ali-İmran-99)
“Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” (Ali-İmran-187)
“Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar.” (Ali-İmran-78)
Apaçık deşifre ve davete rağmen batılda ısrar eden Ehl-i kitab’a taşkınlık yapmadıkları sürece inanç ve yaşayış özgürlüğü tanıyan İslâm, içlerindeki az bir müstesnayı hakikate ve hidayete aday olarak görür. Belki de bu müstesnalar hürmetine Ehl-i kitaba müddet tanınır. Allah-u alem. Müstesna Ehl-i kitaptan Kur'an şöyle bahseder;
“Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır. (Ali-İmran-199)
“Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, ‘Ümmilere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur’ demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.’’ (Ali-İmran-75)
“Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar.’’ (Ali-İmran-113)
“Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hristiyan vb. nin) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir. Kim (İslâmi hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.’’ (Maide-5)
Sosyal ilişki, ticari ilişki ve siyasi otoriter ilişkiyi birbirinden ayırarak hukuksal zeminini oluşturan İslâm Hukuku, otorite ve idare İslâm’da olduğu sürece kendi usûlü ile ilişkileri düzenler ve bu konuda da uyarımda bulunur. Şöyle ki;
“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler. (Ali-İmran-100)
“Apaçık delil kendilerine gelinceye kadar ehl-i kitaptan ve müşriklerden inkârcılar (küfürden) ayrılacak değillerdi. (Beyyine-1)
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır. (Ali- İmran-110)
“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. (Bakara-120)

Hak ile batılı yerli yerine oturtmadan, siyah ve beyazı birbirinden ayırmadan gri tonlarla Dinden, Kitaptan, Peygamberden bahsederek hoşgörü, hürriyet, insancıllık gibi suikast perdeleri ile bile bile hakkı gizleyip, ümmetin ve insanlığın tepesine çöreklenip hem İslâm’ı, hem Ehl-i kitabı suistimal edip, emperyal ideolojilerine ve politikalarına ivme kazandıran putizm firavunlarının küresel tuzaklarının farkında olmak insani ve İslâmi bir sorumluluktur.
İslâm, Din Emniyeti ile her türlü küresel ve bölgesel zalim, zorba entrikası emperyalist ideolojilerden Müslümanları ve diğer mensupları korumaya alır. Herhangi bir inancın herhangi bir entrikaya, tuzağa, taşkınlığa malzeme olmasını istemez. İnanç ve hayat tarzı bir başka beş emniyet unsurunu inkıtaya uğratmıyorsa kendi çapında seyrine izin verir ve bunun korunmasına özen gösterir.
“Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah'tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.’’ (Hac-40)
Bu minvalde “Hristiyan” Hristiyan gibi, “Yahudi” Yahudi gibi, “Müslüman” Müslüman gibi olmalıdır. Bu aidiyet perdelerinden birine gizlenip suikastçi ve terörize bir tutuma giren diğerine hayat hakkı tanımayan bir anlayış asla ilahi vahiy eksenli olamaz. İslâm’ın bu anlayışta olduğunu belki günümüzdeki “İslâmi fobia” suikasti ve entrikaları sebebi ile iyi idrak edip karşı tarafa iyi ifade edemeyebiliriz. Lakin tarihsel küçük bir sorgulama ifademizi güçlendirecektir, şöyle ki;
İslâm 700’üncü yıllardan itibaren fetih dönemine giren ve 500 yıl süresince hızlı bir ivme ile İspanya’dan Çin sınırlarına kadar hatta daha ötesine de yayılır. Sonrasında malum Osmanlı Devleti’nin dağılımına kadar bir süreç vardır. Konumuz ile ilgili sorumuz şudur;
İslâmi fetihten önce coğrafyanın halkları, Yahudi, Hristiyan, Zerdüşt, Budist, Hindu vs idi. İslâmi otorite altında yüzlerce yıl hatta 1000 yılı aşkın bir süre bu halklar yaşadı, sonra İslâm otoriter devlet gücünü kaybedip geri çekildi. Bahsettiğimiz halklar ve inançlar aynı coğrafyada kültürel ve inanç olarak varlıklarını sürdürüyorlar mı? Evet. Peki, Ehl-i kitap veya diğer inanç-inançsızlık mensupları bir İslâm coğrafyasını geri işgal ettikten sonra o bölgedeki İslâm halkı, kültürel ve inanç olarak yerinde mi? Hayır. Uzak geçmişte Endülüs-İspanya denklemi, Anadolu, Konstantin-İstanbul denklemi birer örnektir. Yakın geçmişte, Sovyetler birliği işgali, Bosna-Hersek, hemen şimdilerde Budist-Arakan denklemi acı birer örnektir. İslâm feth eder yaşatır. Gayr-i İslâm işgal eder katleder. İslâm’ın kahramanları can kurtarıp, can verip, iman ettiği için kahramandır. Gayr-i İslâm’ın kahramanları(!) öldürdükleri, yakıp yıktıkları kadar kahramandırlar(!).
Şimdi İslâm Hukuku'nun hakim ve otorite olduğu sistemde Beş Emniyet içerisinde var olan Din emniyeti bâbının alt başlıklarından biri olan, Ehl-i kitabın “din” emniyetinin nasıllığını izah etmeye çalışalım inşaallah.
İslâm Hukuku'na göre İslâm devleti sınırları içerisinde yaşayıp, İslâm devletinde vatandaşlık hakkı elde edip Beş emniyet şemsiyesi altına giren Ehl-i kitap mensuplarına zımmi denir. Fetih coğrafyasında yaşayan gayr-i müslim halklar üç seçenek, antlaşma olursa dört seçenek ile muhataptılar. Birincisi, özgür irade ve tercihleri ile İslâm’ı kabul etmek; ikincisi, Cizye (vergi) verip zımmi statüsü kazanarak mal, can, din, nesil, ırz, namus ve kültürel haklarının emniyetini elde etmek; Üçüncüsü, İslâm ordusuna karşı zulüm ve şirk safları içerisinde savaşmak. İslâm otoritesinin belirleyeceği veya vereceği karar ile bir başka beldeye göç de seçenek olarak konu edilebilir. Ancak ilk üç seçenek asıldır. Zira;
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe-29) Ayet’i ile sabittir.
Zımmilik statüsünü elde eden gayr-i müslim, Müslümanlar nezdinde emniyetli bir hayat yaşar. Bu emniyeti hem hukuksal koruma hem de müslümanların mânevi değer ve yaptırımları ile sağlanır.
​Resulullah’ın (Sav) zımmiler hakkındaki buyruklarından bazıları
şöyledir:
“Bir zımmiyi haksız yere öldüren cennetin kokusunu dahi duyamaz. Halbuki
onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir.” (Buhârî)
“Kim bir zımmiye zulmeder veya gücünün üstünde bir yük yükler ya da zorla
ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım.” (Ebu Dâvud)
​İslâm halifesi, müminlerin imamı ve emiri Hz. Ali (r.a) hukuki uygulama ve hükmünde zımmiler hakkında şu beyanı yapar ve bu beyan kanun hükmündedir. O beyan; “Her kim ki bizim zımmimizdir, onun kanı, bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden masundur.”
İslâm tarih kaynaklarımızdan birisi olan İbn-i Hişam’da da kayıtlı olan bir tarihsel bilgiden öğreniriz ki; Necran Hristiyanları Medine’ye geldiklerinde Hz. Muhammed (Sav) ve ashâbı henüz ikindi namazını kılmamışlardı. Namaz için müslümanların hazırlık yaparken Necran Hristiyanları da mescid içerisine girip doğuya dönerek dua ve ibadet ritüellerine girişince sahabe bu duruma mani olmak için hamle yapınca Resulullah (Sav) onların rahat bırakılmasını ve ibadetlerini yapmalarına müsaade edilmesini emretti. Necran Hristiyanları böylelikle Mescidi Nebevi’de ibadetleri doğuya dönük yaptılar.
​Yine İbn-i Hişam’da, Hamidullah’ın Vesaik’inde ve muhtelif siyer kaynaklarında geçen ve günümüzde vesika olarak orjinal mevcut sözleşmeye göre, Hz. Peygamber (Sav) Hristiyan ibn-i Haris b. Ka’b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde “Şarkta ve garpta yaşayan tüm Hristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah’ın, Peygamber’in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet (Hristiyanlık) dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslâm’a zorlanmayacaktır. Hristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadır.” Resulullah (Sav) bu metni yazdırdıktan sonra da “İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim İlahımız da sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.” (Ankebut 46) Ayeti’ni oradakilere okur.
Ne muazzam bir sağanaktır ki adalet ve merhamet Peygamberi (Sav) âlemlerin rahmeti Nebi (Sav) beş emniyetin içerisinde, kendisi ile anlaşma yapan Hristiyanları korumaya alır.
​Yine meşhur Medine Vesikasında gördüğümüz Yahudiler’le ilgili maddelerde aynı neviden koruyucu hukuk kapsamındadır.

Koruyucu Hukuk Kitabından iktibas edilmiştir.

Kaynak:Haber Kaynağı