Merve Kavakçı
İşlerine gelince demokrat gelmeyince diktatör
Demokratik yönetimin liste başındaki olmazsa olmazıdır çoğulcu katılımcı siyaset makinası. Burada önemli olan sistemin kapsayıcı bir şekilde, kimseyi dışlamadan içine entegre edebilmesi, toplumun bütün kesimlerine adaletli bir şekilde kendilerini idrak etme imkanını sağlamasıdır. Dikkat ediniz, adaletli bir şekilde diyorum, eşitlikçi bir şekilde değil. Zira eşitlik her zaman adaleti tesis etmez. Bunun da ötesinde eşitlik retoriğinin olduğu ortamlarda çoğu zaman eşitliğin inşasında da uzak düşülür, zira eşitlik denen şey bizatihi kavramlar dünyasında var olabilen bir olgudur, gerçek hayata inildiğinde gözden kaybolur gider. Ama varsayalım ki eşitlik diye birşey gerçekten ihdas edilebiliyor o zaman da sorun eşitliğin hakkaniyetlilikle örtüşmeme ihtimali etrafında şekillenir. Evet eşitlik belki bir iddia olarak dağıtılmak üzere ortaya konabilir ama sonuçta eşitlikle gelen sonuçlar hakkaniyetliliği de beraberinde mi getirir bilinmez. Çoğu zaman da getirmez. Zira ikincisi yani hakkaniyetli bir sistem eşitliği değil adaleti tesis etmiş olur.
Bu tesbiti yaptıktan sonra şimdi dönelim ana konumuza, çoğulcu sistemlerin devlet kullanımını paylaşımına. Demokrasilerde çoğunluğun kazanması esastır. Bir başka deyişle çoğunluk ne derse o olur. Çoğunluk azınlıkla aynı şeyi ifade etmez, rakamların önemi küçümsenemez. Bu demek değildir ki azınlık hiç kale alınmasın. Bilakis, azınlık her daim sesini gür tutarak çoğunluktan bir miktar kendine oy, üye vs. sağlamak için uğraşır. Buna sonuna kadar hakkı vardır. Ancak haddini de bilir yani günün sonunda kendisinin bir “azınlık” olduğunun farkındadır ve ona göre çoğunluğun talepleri doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğini kabullenir. Vay efendim çoğunluk diktatoryası var gibi oksimoronik, kendi içinde çelişen ifadeler kullanmaz, kaçınır. Had bilmekten kasıt budur.
Türkiye kurulduğu günden beri, uzun onyıllar boyunca çoğunluğun değil, tam tersi azınlığın diktatoryasında yaşamıştır. Azınlık ki ne azınlık… şirret mi şirret, kavgacı mı kavgacı, eli silah da tutar, sopa da, ip de, ama güçlü, çok güçlü bir azınlık. Çoğunluğu parmağında oynatan, ondan da kendine kuklalar devşiren, onlar vasıtasıyla günü kurtaran, dünyaya rezil olmaya ramak kalırken zevahiri kurtaran bir azınlık.
Sonra devran döndü, azınlığın bütün triklerine, plan ve programlarına rağmen çoğunluk yavaş yavaş emin adımlarla iktidara yürüdü. Birincinin bütün engellemelerine rağmen ikinci bunu başardı ve bugünlere gelindi.
Şimdi kalkmış hep bir ağızdan çoğunluk tahakkümü diyorlar. Neye dayanarak, hangi hakla! Kendileri de çok iyi bilirler ki demokrasi rakamlar sistemidir. Çoğunluk demek çoğunluğa saygı demektir, çoğunluğa boyun eğmek demektir. Çoğunluğun kim olduğu, nereden geldiği, hangi sosyo ekonomik veya kültürel dokuya sahip olduğu göz önüne alınmaksızın teslim olmak demektir. Günün sonunda çoğunluk denen kitlenin bir kazandığı vardır. O da rakamsal olarak öne çıkmışlıktır. Fakir diye, Allahını, Peygamberini biliyor diye, halktan diye, millet diye geri durmasını beklemek Türkiye’yi hiç anlamamış olmak demektir.
Şimdi hep bir ağızdan çığırıyorlar, başkanlık sistemini istemiyoruz diye… sormak lazım kim olarak istemiyorsunuz… Halk olaraksa cevabınız, durun şöyle derim, durun ve bekleyin, halk ne diyecek daha göreceğiz…
yeniakit