İsra ve Mirac
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsra, 17/1)
İsra ve Mirac
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsra, 17/1)
Kâsımi (rh. a.) şöyle demiştir: "Bu âyet isrâ olayının kesin olduğuna delâlet etmektedir. Bu ise, Resulullah (s.a.s)'ın gece vakti Mescidi Aksa'ya kadar yürütülmesidir. Göklere yükseltilmesi olayına ise bu âyet delâlet etmemektedir. Ancak bazıları Necm suresinin ilk âyetlerini bu olaya delil saymaktadırlar." Yüce Allah, Necm suresinde şöyle buyuruyor: "Şimdi siz onun gördüğü üzerinde kendisiyle tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Barınma (Me'va) cenneti onun yanındadır. O zaman (o gördüğünde) Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da. Andolsun ki o Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü." (Necm, 53/12-18) Müfessirlerin bildirdiğine göre bu âyetlerde sözü edilen olay da mirac olayıdır.
Kadı Iyaz da şöyle demiştir: "Selefin ve genelde Müslümanların çoğunluğu isrâ olayının bedenle birlikte ve uyanıklık halinde olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Gerçek olan da budur." Kadı Iyaz yine şöyle diyor: "Allah'ın izniyle isrâ, bütün olay boyunca hem beden hem de ruhla olmuştur. Ayet, sahih rivayetler ve muteber görüşler buna delalet etmektedir. Zâhir ve gerçek anlamın alınması imkânsız olmadığı sürece bu anlam bırakılarak te'vil yoluna gidilmez. Burada da eğer olay uyku halinde gerçekleşmiş olsaydı (Yüce Allah): "Kulunu" demez, bunun yerine: "Kulunun ruhunu" derdi. Ayrıca Yüce Allah bir âyetinde de şöyle buyuruyor: "Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da." (Necm, 53/17) Üstelik eğer olay uyku halinde gerçekleşmiş olsaydı bir mucize ve ilâhi bir âyet olmazdı. Çünkü böyle bir şeyi kâfirler inkâr etmez ve yalanlamazlardı. İslâm'a girmiş olanlardan da inançları zayıf olanlar bundan dolayı tereddüde düşmez ve dinden dönmezlerdi. Çünkü bu tür olayların rüyada gerçekleşmesi inkâr edilmez. Bütün bu sayılanlar onların, söz konusu olayın Resulullah (s.a.s)'ın bedeniyle birlikte ve uyanıklık halinde gerçekleştiği haberini almaları üzerine olmuştur."
Burada Müslim'in isrâ ve mirac olayıyla ilgili rivâyetini verelim. Çünkü onun verdiği rivâyet Buhari'nin rivayetinden daha kapsamlıdır. Müslim'in rivâyetinde hem isrâ hem de mirac olayından söz edilmekte, Buhari'nin rivâyetinde ise sadece mirac olayı anlatılmaktadır.
Enes ibnu Mâlik (r.a.)'ten rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Bana Burak getirildi. -Ki o eşekten büyük katırdan küçük, tırnağını gözünün görüş mesafesinin sonuna basan (yani o derece hızlı giden) bir hayvandır.- Ben ona bindim. Mescidi Aksa'ya geldim. Onu (bineği) peygamberlerin bineklerini bağladıkları halkaya bağladım. Sonra Mescid'e girdim ve orada iki rek'at namaz kıldım. Sonra çıktım. Cibril içinde şarap bulunan bir kapla, süt bulunan bir kap getirdi. Ben içinde süt olanı seçtim." Bunun üzerine Cibril (a.s.) Peygamber (s.a.s.)'e: "Fıtrata uygun olanı seçtin" dedi. (Resulullah (s.a.s) sonra sözüne şöyle devam etti): "Sonra biz göğe yükseltildik. Cibril kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada Adem (a.s.) ile karşılaştım. Beni kucakladı ve benim için hayır dua etti. Sonra biz ikinci göğe yükseltildik. Cibril (a.s.) kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada iki teyze oğluyla, Meryem oğlu İsâ ve Zekeriya oğlu Yahya ile karşılaştım. Beni kucakladı ve benim için hayır dua ettiler. Sonra üçüncü göğe yükseltildik. Cibril (a.s.) kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada Yusuf ile karşılaştım. Gerçekten ona güzelliğin yarısı verilmişti. Beni kucakladı ve benim için hayır dua etti. Sonra dördüncü göğe yükseltildik. Cibril (a.s.) kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada İdris ile karşılaştım. Beni kucakladı ve benim için hayır dua etti. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Biz onu (İdris'i) yüce bir yere yükselttik." (Meryem, 19/57) Sonra beşinci göğe yükseltildik. Cibril (a.s.) kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada Harun ile karşılaştım. Beni kucakladı ve benim için hayır dua etti. Sonra altıncı göğe yükseltildik. Cibril (a.s.) kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada Musa ile karşılaştım. Beni kucakladı ve benim için hayır dua etti. Sonra yedinci göğe yükseltildik. Cibril (a.s.) kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin?" diye soruldu. "Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed" cevabını verdi. "Ona elçilik görevi verildi mi?" diye soruldu. "Ona elçilik görevi verildi" dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı. Orada İbrâhim ile karşılaştım. Sırtını Beyti Ma'mur'a dayamış bulunuyordu. Onun yanına her gün yetmiş bin melek giriyor ve bir daha da yanına dönmüyorlardı. Sonra ben Sidretu'l-Muntehâ'ya götürüldüm. Onun (yani Sidretu'l-Muntehâ denilen ağacın) yaprakları tıpkı filin kulakları gibiydi. Meyveleri de tıpkı büyük testiler gibiydi. Allah'ın emri onu kuşatınca değişti. Allah'ın yaratıklarından hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz. Allah bana vahy ettiğini etti ve üzerime her gün ve gecede elli (vakit) namazı farz kıldı. Musa (s.a.s.)'nın yanına indim. "Rabbin ümmetine neyi farz kıldı?" diye sordu. "Elli namaz" dedim. "Rabbine dön. Onu hafifletmesini iste. Senin ümmetin buna güç yetiremez. Ben İsrail oğullarını imtihan ettim ve denemeden geçirdim" dedi. Bunun üzerine Rabbime döndüm ve: "Ey Rabbim! Ümmetime farz kıldığını hafiflet" dedim. Benim için beş vakiti kaldırdı. Ardından tekrar Musa (a.s.)'nın yanına döndüm ve: "Benim için beş vakiti kaldırdı" dedim. O tekrar: "Senin ümmetin buna güç yetiremez. Rabbine dön. Onu hafifletmesini iste" dedi. Bu şekilde Rabbimle Musa (a.s.) arasında gidip gelmeye devam ettim. En sonunda (Yüce Allah) şöyle buyurdu: "Ey Muhammed! Bu (farz kılınan) her gün ve gecede beş (vakit) namazdır. Her namaz için beş katı (ecir) verilecek. Bu da elli namaz eder. Kim bir iyilik yapmayı düşünür de yapamazsa onun için bir iyilik yazarım. Eğer yaparsa onun için on (iyilik) yazarım. Kim bir kötülük düşünür de yapmazsa onun için bir şey yazılmaz. Eğer yaparsa o zaman sadece bir kötülük yazılır." Sonra tekrar Musa (a.s.)'nın yanına döndüm ve durumu kendisine bildirdim. O yine: "Rabbine dön. Onu hafifletmesini iste" dedi." Ardından Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Rabbime döndüm ancak kendisinden (böyle bir istekte bulunmaktan) utandım."
İbnu'l-Kayyim (rh. a.) şöyle demiştir: "Sahabiler, Resulullah (s.a.s)'ın o gece Rabbini görüp görmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. İbnu Abbas (r.a.)'tan sahih olarak nakledilen bir rivayete göre Rabbini görmüştür. Yine ondan sahih olarak nakledilen bir başka rivayete göre ise kalben görmüştür."
Hz. Aişe (r.a.) ve Abdullah ibnu Mes'ud (r.a.)'dan sahih olarak nakledilen rivayetlere göre ise onlar bunu kabul etmemişlerdir. (Onların dediğine göre) Yüce Allah'ın: "And olsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında." (Necm, 53/13) sözünde kastedilen Cibril'dir.
Ebu Zer (r.a.)'den sahih olarak rivayet edildiğine göre o, Resulullah (s.a.s)'a: "Rabbini gördün mü?" diye sordu. O da şöyle buyurdu: "Nur vardı. O'nu nasıl görürdüm." Yani benim O'nu görmemi nur engelledi. Nitekim bir hadis metninde de: "Bir nur gördüm" denmektedir. Osman ibnu Sa'id ed-Darimi'nin rivayet ettiğine göre de sahabiler Resulullah (s.a.s)'ın O'nu görmediği konusunda görüş birliğine varmışlardır.
İbnu'l-Kayyim şöyle demiştir: "Sabah olunca Resulullah (s.a.s), olanları, Rabbinin büyük âyetlerinden gördüklerini kavmine anlattı. Bunun üzerine onlar kendisini daha çok yalanlamaya, daha çok eziyet etmeye ve daha fazla sıkıştırmaya başladılar. Kendilerine Mescidi Aksa'yı anlatmasını istediler. Allah da onun görüntüsünü karşısına getirdi ve açıktan görmeye başladı. Böylece Resulullah (s.a.s) onun üzerindeki işâretleri kendilerine haber vermeye başladı. Dolayısıyla onun bildirdiği hiçbir şeyi inkâr edemediler. İsrâ olayında gidiş ve dönüş esnasında karşılaştığı durumları, varış vaktini, o sırada gelen devenin durumunu kendilerine haber verdi. Gerçekten de olaylar aynen onun anlattığı gibi gerçekleşmişti. Ama bu durum sadece onların nefretlerini artırdı ve zâlimler küfürden başka bir şeyi kabul etmeye yanaşmadılar."
İsrâ ve mirac olayı Yüce Allah'ın sevgili peygamberine bir mükâfatı ve ilâhi bir mucizesidir. Resulullah (s.a.s.) Mekke'de insanlara hakkı tebliğ etmesinden dolayı müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz bırakılmış, Ebu Tâlib Vadisi'nde ablukaya alınmış, üç yıl süren bu abluka dolayısıyla açlık ve mahrumiyet içinde kalmış, ardından amcası Ebu Tâlib'i, kısa süre sonra da değerli hanımı, mü'minlerin annesi Hz. Hatice (r.a.)'yı kaybetmiş ve birbiri ardından gelen bu olaylar dolayısıyla çok üzülmüştü. İşte bütün bu sıkıntılardan sonra dost dostunu mükâfatlandırdı ve onu kendi katına yükseltti. Onu kendisine yaklaştırdı. Üzerine, çektiği bütün sıkıntıları, içine düştüğü üzüntüleri, zorlukları ve yorgunlukları, hatta kendisine vahyedilenleri tebliğ ederken ve davetini yayarken karşılaşabileceği zorlukları unutturacak hoşnutluk hulleleri giydirdi.
Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'in isrâ ve mirac gecesinde karşılaştığı manzaralar, gördüğü âyetler ve kendisine karşı yapılan muamele onun Allah katında ne büyük bir değere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu itibarla isrâ ve mirac olayı çok değişik boyutları olan büyük bir mucizedir ve bu mucize peygamberler içinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e özeldir.
Bütün her şeyi maddi alemin kanunlarına göre izah etmeye kalkışan ve Yüce Yaratıcı'nın her şeyin üstündeki ilâhi gücünü anlayamayan bazı kimseler mirac olayını kavramakta güçlük çekebilirler. Ama iman ferasetiyle ve hakka teslimiyetin kazandırdığı geniş görüşlülükle düşünebilenler için bu büyük mucizeyi kabul etmek zor değildir.
İsra ve Mirac Ruhu
Büyük düşünür ve ilim adamı Seyyid Kutub mirac olayı hakkında şunları söylüyor: "İlâhi gücün ve peygamberlik mertebesinin ne demek olduğunu biraz idrâk edebilenler bu olayda bir gariplik görmezler. İnsanoğlunun sahip olduğu güç sınırlıdır... Ama insanoğlu için zor, kolay veya imkânsız görünen şeylerin hepsi ilâhi gücün önünde eşittir. Hepsi aynı kolaylıkla gerçekleştirilir."
İnsanın miracı anlayabilmesi için önce kendi nefsinde imâni bir yükselişi gerçekleştirmesi gerekir. Bunu gerçekleştirdiği zaman elde edeceği feraset ve basiret onun kâinata bakarak ilâhi gücü anlamasına ve bu güce sahip olan yüce yaratıcının vahiyle desteklediği bir insanın asla yalan söyleyemeyeceğini kavramasına yardımcı olur. Bakın Hz. Ebu Bekir (r.a.) kendisine Resulullah (s.a.s.)'ın bir önceki gece göklere yükseltildiğini söylediği haber verilince ne diyor: "Bunu eğer o haber veriyorsa elbette doğrudur. Sizin hayret ettiğiniz de bir şey mi? Gündüzün veya gecenin bir anı içinde tâ göklerden kendisine vahiy geldiğini bana haber veriyor da ben yine inanıyorum. Tereddüt etmiyorum."
Evet. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Resulullah (s.a.s.)'in vahiy ve mirac konusunda bildirdiklerinin doğruluğundan şüphe etmiyordu. Çünkü o kendi nefsinde imân miracını gerçekleştirmişti. Kendi nefsinde iman miracı gerçekleştirenin önünden artık şüphe ve tereddüt engeli kalkıyor. Ama nefsinde bu miracı gerçekleştiremeyen kimsenin zihni madde dünyasına takılı kalacağından aynı teslimiyeti, aynı feraseti gösteremeyecektir.
Müslümanın isra ve mirac olayından çıkaracağı pek çok ibret vardır. Her şeyden önce Allah Resulü (s.a.s.) kendisine gösterilen gerçekleri: "Acaba insanlar akla yatkın bulurlar mı? Kabul ederler mi?" gibi tereddütlere kapılarak insanlara açıklamazlık etmemiştir. Miraca yükseltildiği gecenin sabahında başından geçenleri insanlara anlatmıştır. İnsanlar akla yatkın bulsalar da bulmasalar da gerçek her zaman gerçektir. Eğer bilinmesi gerekiyorsa, bir sır değilse ve açıklanması maslahata aykırı değilse mutlaka açıklanmalıdır.
Mirac kelime olarak "yükselme, yücelme" anlamına gelir. Mü'minin de imanıyla yücelmesi, yüksek mertebelere ulaşması onun için bir miracdır. İslâm'ın insana kazandırdığı ahlâki ve imâni değerlerle donanmak, İslâm'ın güzelliklerini kendinde toplayabilmek mü'min için bir miracdır.
Miracla ilgili hadisi şerifte Cebrail (a.s.)'ın Resulullah (s.a.s.)'a gelerek yolculuk öncesinde onun göğsünü yarıp kalbini çıkardığı ve onu iman ve hikmetle yıkadığı bildirilmektedir. Demek ki miraca önce kalple hazırlanmak gerekiyor. Yüce makamlara ulaşmak isteyen bir mü'minin de kalbini iman ve hikmet sırlarına aykırı kirlerden arındırması, temizlemesi gerekir. Özellikle değişik sapık ideolojilerin her tarafı kuşattığı günümüzde kalbimizi bu sapık ideolojilerin ve fikri saplantıların kirlerinden temizlemeden gerçek anlamda bir yükseliş gerçekleştirmemiz mümkün değildir.
O halde hayatımızda bir mirac yolculuğuna başlamak istiyorsak önce göğsümüzü yarıp kalbimizi çıkarmalı ve onu iman ve hikmet nurlarıyla yıkamalıyız. Ama iş bununla bitmiyor. Çünkü yolculuk bundan sonra başlıyor. Mü'min İslâm'ın güzelliklerinden birini hayatına geçirdiğinde bu kutlu mirac yolculuğunda bir adım atmış, bir derece yükselmiş olur. Bu yolculukta "iki günü birbirine eşit olan zarardadır" ilkesine göre hareket ederek sürekli yücelmek, sürekli ilerlemek gerekiyor.
Allah Resulü (s.a.s.) bir hadisi şerifinde: "Namaz mü'minin miracıdır" diye buyuruyor. Ancak namazın gerçekten bir mirac olabilmesi için mü'minin adeta Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmesi gerekir. Nitekim Resulullah (s.a.s.) bu hususa da bir başka hadisi şerifinde şöyle işaret ediyor: "İhsân, Allah'a adeta O'nu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Sen her ne kadar O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." İşte bu ruh ve hisle kılınan namaz gerçekten mü'min için bir mirac olur. O zaman mü'min günde beş kere miraca yani Allah'ın katına yükselme mutluluğuna erişir. Günde beş kere miraca yükselebilen mü'minden de iyilikten başka bir şey beklenmez.
Kendi hayatlarında mirac gerçekleştirebilenler, isra ve mirac ruhunu bir hayat şuuru edinebilenler "iman kardeşliği"nin getirdiği sorumluluğun da farkındadırlar. Çünkü onlar hayatlarındaki mirac yolculuğu esnasında Allah Resulü (s.a.s.)'in: "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır" meâlindeki hadisi şerifinde ortaya konan prensibi de gönüllerine nakşetmişlerdir.
İsra ve mirac ruhuyla yücelebilenlerin isra ve mirac topraklarına karşı sorumluluklarını da unutmamaları gerekir. Bugün isra ve mirac toprakları, Allah Resulü (s.a.s.)'in miracına şahitlik eden kutsal Mescidi Aksa siyonist zalimlerin işgali altındayken gönlüne mirac şuurunu yerleştirebilenlerin kendilerini rahat hissetmeleri mümkün değildir.
Mirac Gecesinde Mirac Topraklarını da Analım
Mirac olayı Resulullah (s.a.s.)'ın Kur'an-ı Kerim'den sonra en büyük mucizesidir. Mirac aynı zamanda Yüce Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'e özel bir lütfu ve ihsanıdır. Resulullah (a.s.)'ın böyle bir lütfa mazhar olması onun Yüce Allah katında ne kadar büyük bir dereceye sahip olduğunu göstermektedir.
Yüce Allah, isra ve mirac olayıyla ilgili âyeti kerimesinde Mescidi Aksa'dan: "Çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa" diye söz ederek bu mescidin kendi katındaki fazilet ve kudsiyetine işaret etmektedir. Bu ifade aynı zamanda onun etrafındaki toprakların kutsallığını, oraların Yüce Allah tarafından mübarek kılınmış topraklar olduğunu göstermektedir. Evet Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerin üçüncüsü olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındıran bu topraklar Allah tarafından mübârek kılınmıştır. Çünkü bu kutsal topraklar peygamberlerin yurtlarıdır. Buralarda onlara vahiy inmiştir. Hepsinden de önemlisi bu topraklar son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e özel isrâ ve mirac mucizesine şâhid olmuştur.
Ama ne yazık ki bu topraklar bugün hâlâ siyonizmin işgali altındadır. Bu topraklar ve bu toprakların bağrında barındırdığı kutsal Mescidi Aksa hâlâ siyonist zalimlerin esiridir. Esaret altındaki kutsal Mescidi Aksa siyonist işgalciler tarafından sürekli rahatsız edilmekten, sürekli işkenceye maruz bırakılmaktan dolayı ağlıyor.
Mescidi Aksa, etrafında suçsuz günâhsız çocukların, kundaktaki bebeklerin öldürüldüğüne, masum ailelerin evlerinin yıkıldığına, Yüce Allah'ın insanlık için seçmiş olduğu yüce İslâm dinine mensup olanların ibadetlerini gönül rahatlığı içinde yerine getiremediklerine şahit olmak zorunda kalmasına ağlıyor.
İsrâ ve mirac olayının yıldönümü olan mübârek mirac gecesini ihyâ ederken Mescidi Aksâ'nın sesine de kulak verelim. Bu mübarek gecede o mübârek mabedin ızdırabını da analım. Bu mübârek gecede, o kutsal mabedi siyonist zâlimlere karşı savunan, onu yıkarak yerine Süleymân heykeli dikmeye uğraşan yahudi fanatiklerin karşısında her türlü fedakârlığı göze alarak mücadele eden insanların seslerine de kulak verelim. İsrâ ve mirac gecesinde, isrâ ve mirac topraklarının mazlum, mağdur insanlarını da düşünelim. Bu mübarek mirac gecesi o insanların davalarına tam bir ciddiyet ve samimiyetle sahip çıkmanın başlangıç gecesi olsun.
Miracla İlgili Hutbe Metni
Cami ve mescidlerde görevli kardeşlerimizin mirac kandili münasebetiyle verecekleri hutbelerde mirac topraklarının davasını da gündeme getirme arzusunda olacakları düşüncesiyle kendilerine bu konuda yardımcı olmak için bir hutbe metni hazırladık. Kardeşlerimizden dileyenler bu hutbe metnini aynen kullanabilir, dileyenler de eklemek istedikleri bilgilerle zenginleştirerek verebilirler.
"Değerli Müslümanlar!
Mirac olayı Resulullah (s.a.s.)'ın Kur'an-ı Kerim'den sonra en büyük mucizesidir. Mirac aynı zamanda Yüce Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)'e özel bir lütfu ve ihsanıdır. Resulullah (a.s.)'ın böyle bir lütfa mazhar olması onun Yüce Allah katında ne kadar büyük bir dereceye sahip olduğunu göstermektedir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde bu olaydan şu şekilde söz ediyor: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermemiz için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsra, 17/1) Yüce Allah, Necm suresinde de şöyle buyuruyor: "Şimdi siz onun gördüğü üzerinde kendisiyle tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Barınma (Me'va) cenneti onun yanındadır. O zaman (o gördüğünde) Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da. Andolsun ki o Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü." (Necm, 53/12-18) Müfessirlerin bildirdiğine göre bu ayetlerde sözü edilen olay da mirac olayıdır.
İsra ve mirac olayı Yüce Allah'ın sevgili peygamberine bir mükafatı ve ilahi bir mucizesidir. Resulullah (s.a.s.) Mekke'de insanlara hakkı tebliğ etmesinden dolayı müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz bırakılmış, Ebu Talib Vadisi'nde ablukaya alınmış, üç yıl süren bu abluka dolayısıyla açlık ve mahrumiyet içinde kalmış, ardından amcası Ebu Talib'i, kısa süre sonra da değerli hanımı, mü'minlerin annesi Hz. Hatice (r.a.)'yı kaybetmiş ve birbiri ardından gelen bu olaylar dolayısıyla çok üzülmüştü. İşte bütün bu sıkıntılardan sonra dost dostunu mükafatlandırdı ve onu kendi katına yükseltti. Onu kendisine yaklaştırdı. Üzerine, çektiği bütün sıkıntıları içine düştüğü üzüntüleri, zorlukları ve yorgunlukları, hatta kendisine vahyedilenleri tebliğ ederken ve davetini yayarken karşılaşabileceği zorlukları unutturacak hoşnutluk hulleleri giydirdi.
Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'in isra ve mirac gecesinde karşılaştığı manzaralar, gördüğü ayetler ve kendisine karşı yapılan muamele onun Allah katında ne büyük bir değere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu itibarla isra ve mirac olayı çok değişik boyutları olan büyük bir mucizedir ve bu mucize peygamberler içinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e özeldir.
Bütün her şeyi maddi alemin kanunlarına göre izah etmeye kalkışan ve Yüce Yaratıcı'nın her şeyin üstündeki ilahi gücünü anlayamayan bazı kimseler mirac olayını kavramakta güçlük çekebilirler. Ama iman ferasetiyle ve hakka teslimiyetin kazandırdığı geniş görüşlülükle düşünebilenler için bu büyük mucizeyi kabul etmek zor değildir.
Değerli Müslümanlar!
Yüce Allah, isra ve mirac olayıyla ilgili ayeti kerimesinde Mescidi Aksa'dan: "Çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa" diye söz ederek bu mescidin kendi katındaki fazilet ve kudsiyetine işaret etmektedir. Bu ifade aynı zamanda onun etrafındaki toprakların kutsallığını, oraların Yüce Allah tarafından mübarek kılınmış topraklar olduğunu göstermektedir. Evet, Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerin üçüncüsü olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındıran bu topraklar Allah tarafından mübarek kılınmıştır. Çünkü bu kutsal topraklar peygamberlerin yurtlarıdır. Buralarda onlara vahiy inmiştir. Hepsinden de önemlisi bu topraklar son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e özel isra ve mirac mucizesine şahid olmuştur.
Ama ne yazık ki bu topraklar bugün hala siyonizmin işgali altındadır. Bu topraklar ve bu toprakların bağrında barındırdığı kutsal Mescidi Aksa hala siyonist zalimlerin esiridir. Esaret altındaki kutsal Mescidi Aksa siyonist işgalciler tarafından sürekli rahatsız edilmekten, sürekli işkenceye maruz bırakılmaktan dolayı ağlıyor.
Mescidi Aksa, etrafında suçsuz günahsız çocukların kollarının kırıldığına, masum ailelerin evlerinin yıkıldığına, Yüce Allah'ın insanlık için seçmiş olduğu yüce İslam dinine mensup olanların ibadetlerini gönül rahatlığı içinde yerine getiremediklerine şahit olmak zorunda kalmasına ağlıyor.
İsra ve mirac olayının yıldönümü olan mübarek mirac gecesini ihya ederken Mescidi Aksa'nın sesine de kulak verelim. Bu mübarek gecede o mübarek mabedin ızdırabını da analım. Bu mübarek gecede, o kutsal mabedi siyonist zalimlere karşı savunan; Mescidi Aksa'yı yıkıp yerine Siyon mabedi dikme çabasındaki yahudi fanatikler karşısında her türlü fedakarlığı göze alarak mücadele eden insanların seslerine de kulak verelim. İsra ve mirac gecesinde, isra ve mirac topraklarının mazlum, mağdur insanlarını da düşünelim. Bu mübarek mirac gecesi o insanların davalarına tam bir ciddiyet ve samimiyetle sahip çıkmanın başlangıç gecesi olsun.
Bu duygularla hepinizin mirac kandilini gönülden kutluyor, Yüce Allah'ın geleceğimizi aydınlık kılmasını diliyorum."
Mirac Topraklarının Yeniden İslami Kimliğine Kavuşması İçin Çalışmak Bütün Müslümanların Görevidir
"Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir." (İsra, 17/1)
Allah'ın izniyle yeni bir mirac gecesini idrak ediyoruz. Bilindiği üzere mirac Resulullah (s.a.s.)'ın Kur'an-ı Kerim'den sonra en büyük mucizesi ve Yüce Allah'ın ona özel bir lütfudur. Ancak Hz. Peygamber (a.s.)'in Mekke'den, önce etrafı mübarek kılınan Mescidi Aksa'ya getirilip oradan göklere yükseltilmesinde büyük ibretler ve hikmetler vardır. Yüce Allah, bu olaya işaret eden (yukarıdaki) ayeti kerimede bunun hikmetini "kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için..." şeklinde açıklıyor. Bu da orada birtakım ilahi ayetlerin ve Yüce Allah'tan vahiy alan peygamberlerin geriye bıraktıkları kutsal bir mirasın bulunduğunu gösterir. Yüce Allah kulu Hz. Muhammed (s.a.s.)'e söz konusu ilahi ayetleri ve kutsal mirası göstermek için onu önce Mescidi Aksa'ya getirtti, sonra da oradan göklere yükseltti. Yüce Allah, o ilahi ayetlerin bulunduğu Mescidi Aksa'dan "çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa" diye söz ederek onu bağrında barındıran toprakların da önemine işaret etmektedir.
Ancak ne yazık ki o kutsal mekanlar bugün Yüce Allah'ın haklarında: "İnsanların içinde iman edenlere düşmanlıkta en katı olanların yahudilerle müşrikler olduğunu görürsün." (Maide, 5/82) diye buyurduğu siyonistlerin işgali altındadır. Müslümanlar olarak isra ve mirac gecesini kutlarken, bu mübarek geceyi ihya ederken bu gerçeği de aklımıza getirmeli ve oraların işgalden kurtarılarak yeniden İslami kimliğine kavuşturulmasının bütün Müslümanların görevi olduğunu düşünmeliyiz. Mescidi Aksa davasının sadece Filistinlilerin veya Arapların değil bütün Müslümanların davası olduğunu bilmeliyiz. Bu açıdan Müslüman kitlelerin Mescidi Aksa davasına sahip çıkmalarına önayak olabilecek kişi ve kuruluşların mirac gecesi dolayısıyla bu konuyu da gündeme getirmeleri bir zorunluluktur.
Bu vesileyle bütün Müslüman kardeşlerimizin mirac gecelerini tebrik ediyor, İslam ümmetinin birliğine ve uyanışına vesile olmasını diliyoruz.
Vahdet.info