İsrail Açısından Türkiye"nin AB Üyeliği
Eski İngiltere Savunma Bakanı'nın "okumadan Ortadoğu ve dünyada ne olup bittiğini tam anlayamazsınız" dediği kitapta eski MOSSAD Başkanı'nın kitabında Türkiye için ne deniliyor?
Eski İngiltere Savunma Bakanı Orgeneral Charles Guthrie, bu kitap için, "Bu kitabı okumadan Ortadoğu ve dünyada ne olup bittiğini tam olarak anlayamazsınız" diyor. Aslında kitabın yazarının kimliği bu iddiayı güçlendirecek kadar ağır bir isim: 1998-2002 yılları arasında İsrail Gizli Servisi MOSSAD'ın Başkanlığını yürüten Efraim Halevy.
Profil Yayıncılık tarafından Karanlıktaki Adam / Bir Mossad Tarihi adıyla türkçeleştirilen kitap dünyanın en güçlü istibarat servisleri arasında gösterilen MOSSAD'ın başkanlığını yapmış bir ismin anıları. Doğal olarak bu anılar Ortadoğu'nun kaderinde kilit ülke rolünde olan Türkiye açısından da oldukça önemli.
Halevy kitabında, "MOSSAD'ın sistemi nasıl çalışır ve uluslararası arenada rolü nedir? MOSSAD bugün Hamas'ın lideri olan Halid Meşal'i niçin öldürmeye yönelik bir girişimde bulundu? İsrail-Ürdün Barış Anlaşması sürecindeki müzakereler ve bunların bölgenin istikrarı açısından önemi nedir? MOSSAD 11 Eylül saldırılarından önce ne biliyordu ve bu bilgileri kimlerle paylaştı? Öcalan'ı Türk yetkililere CIA ve MOSSAD mı teslim etti? Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi kimlerin işine gelmez?" sorularına yanıt aranıyor...
Halevy'nin Türkiye ile yazdığı bölümler hayli ilginç. Gönül isterdi ki bu kitabın Türkiye ile ilgili bölümlerini sizlere tamamen sunalım. Ama bu tabi ki mümkün değil. Ancak yine de haber 7 kitap dünyası farkı ile Pegasus yayınlarından rica ederek sizler için tadımlık bir kaç alıntı almayı ihmal etmedik. ve Öcalan'ın yakalanmasından Türkiye'nin AB üyeliğine kadar önemli konulara değinen Halevy'nin kitabından kısa bir derleme yaptık.
İşte İsrail Gizli Servisi MOSSAD Başkanı Efraim Halevy'in kitabından Türkiye ile ilgili bir kaç pasaj:
Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye iade edilişi"
"Görevimin ilk dönemlerinde kararlılık ve sağduyulu değerlendirme yeteneklerimi sınayan bir ikinci olay gerçekleşti. Güneşli bir sabah, 19 Şubat 1999 tarihinde Türk basını, Türkiye'deki Kürtlerin lideri Abdullah Öcalan'ın
Türk basınında çıkan haberlerin asılsız olduğu gerçeğinin hızla değişen durum içerisinde önemsiz olduğunun farkındaydım. Avrupa'daki Kürtlerin söylenenlerin gerçekten de doğru olduğuna inanmayı sürdürmeleri durumunda Avrupa topraklarında, uğratıldığına inandığı büyük ihanetin intikamını almaya çalışmakla kalmayıp, zor görevlerimizi daha da tehlikeli hale getirecek bir düşmanla karşı karşıya geleceğimizden endişeleniyordum. Bu şartlar altında Kürtlere, liderlerinin yakalanmasıyla Mossad'ın uzaktan yakından alakası olmadığına dair açık ve net bir sinyal göndermek şart olmuştu. Görünüşe bakılırsa siyasi otorite tarafından yapılacak resmi bir yalanlamadan daha iyi bir yol olabilir miydi? Ne var ki böyle bir yöntem kuşku uyandıracak ve son tahlilde güvenilirlikten yoksun olacaktı. Şartlı refleks olarak sürekli yayınlanan türden sıradan bir yalanlama olarak görülecekti. Konuyu başbakanla görüşecek olursam onun derhal bir yalanlama yayınlanmasına karar vereceğini biliyordum. Başbakanla, onun adına yapılacak bir açıklamanın inandırıcı olmayacağını tartışacak durumda değildim.
O güne kadar kullanılmamış bir yöntem seçtim. Mossad'ın bütün faal çalışanlarına, Mossad'ın olayla alakası olmadığını belirten bir mektup gönderdim ve bu mesajın bir şekilde basına sızmasını sağladım. Bildiğim kadarıyla daha önce böyle bir şey yaşanmamıştı ve asıl niyetimin gizli tutulması için elimden geleni yaptım. İsrail'in kusursuz bir üne sahip önde gelen gazetecilerinden biri, bütün bir makalesini yazdığım mektupla üstü kapalı olarak başbakanı savunmamı eleştirmeye ayırmıştı. Bu gazeteci, başbakanı kurtarmak için mesleki güvenilirliğimi kötüye kullandığımı iddia ediyor ve beni ucuz bir siyasi hile yapmakla suçluyordu. Belli ki mesajımın ana noktasını gözden kaçırmıştı ve ben de suçu üstlenmeyi ve gerçek amaçlarımı açığa çıkarmamayı tercih ettim.
İsrail Açısından Türkiye'nin AB Üyeliği
"Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne olası üyeliği, içinde çok büyük önem taşıyan yarı gizli bir etken barındıran bu tür sorunlardan biridir. Bu konuyla ilgili tartışmalar birliğin önemli üyeleri arasında fikir ayrılığına yol açmıştır. AB, seksen milyon nüfuslu bir Müslüman ülkesini çoğunluğunu Hıristiyanların oluşturduğu bir yapıya sorunsuz biçimde dâhil edebilecek midir? ABD ve İngiltere, Türkiye'nin AB'ye girişini güçlü biçimde desteklemektedir. Almanya ile Fransa ise farklı görüştedir, ancak daha önce belirttiğim gibi söz konusu meselenin kısmen gizli bir terör boyutu vardır. Türkiye yalnızca Türklerin vatanı değildir. Kürt azınlığının yanı sıra ülkenin doğuda Suriye, Irak ve İran'la sınırları vardır. Ayrıca ülkenin merkezinde güçlü azınlık grupları vardır. Yalnızca İstanbul'da iki milyonun üzerinde İran asıllı insan yaşamaktadır ve bunlar apaçık biçimde ana vatanlarına karşı bir yakınlık duymaktadırlar ve muhtemelen bazıları İran'ın radikal rejimine de yakınlık duymaktadır. Türkiye'nin AB'ye üyeliği, doğuda doğup beslenen terörün kontrol altına alınması olasılığını arttıracak mıdır yoksa teröristlere özgür dünyanın karşı karşıya olduğu tehlikeyi çok büyük ölçüde arttıracak Truva atı yöntemi benzeri imkânlar mı sunacaktır? Bunlar son derece ciddi sorulardır ve bunların basit ve açık cevapları yoktur. Bu sorunlar kamuoyu önünde çoğunlukla belirli sınırlar içerisinde tartışılmaktadır çünkü soruların kendisi siyasi olarak doğru görülmemekte ve bu nedenle bu sorularla pek uğraşılmamaktadır. Bu nedenle uluslararası terör meselesinin çok sayıdaki iç ve dış siyasi alanda belirgin bir etken olarak belirmeye başladığını ve bu siyasi alanları kuşatan anlaşmazlığın kendi içerisinde pek çok devletin ve toplumun ulusal kararlılığını zayıflatan bir etken olduğunu görüyoruz."