"İstanbul Sözleşmesi" Belası
Birileri bu sözleşmenin arkasına saklanarak dine ve geleneğe meydan okuyor. Bu tuzağa düşülmemeli. Elbette cinayetler, zulüm anlamına gelen kötü muamelenin her çeşidine karşı çıkılmalı.
Abdurrahman Dilipak / “Hak” kavramı üzerine / Yeni Akit Gazetesi
Batıda “Hak” kavramı yok. Onlar’ın “Riht” dediğine bizimkiler, “Hak” demiş. Bu doğru bir çeviri değil. “Human Right” “İnsan Hakları” değil, “İnsani Sağduyu”dur. “Sağduyu” “seküler”, “beşeri” bir kavramdır. Sözlükte “Sağduyu”, “doğru, gerçekçi, akla uygun ve yerinde yargılar verme yeteneği”, “doğruyla yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama yetisi” gibi anlamlara gelir..
“Hak” İlahi bir kavramdır. “Allah’a ait, O’nun rızasına uygun davranış”ı ifade eden, Manevi bir kavramdır. Aslında beşeri olan bir şeye bağlı ve bağlı olmama anlamında Mücerred ve Münezzeh bir kavramdır. “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal” derken, “Hak” Allah’a ait bir isim olarak kullanılır. Dünyaya yansıyan yönü ile O’nun rızasını ifade eder. “Hukuk”, “Hakkı koruyan, O’na ulaşmayı, o endişeyi esas alan düzenleme”yi ifade eder.
Mesela batıda devlet ve hükümet iki ayrı kavram olmadığı gibi “Kanun” ve “Hukuk” da iki ayrı kavram değildir. Ya da İngilizce “Hükümet” “Government”, Devlet ise “State”, şehir idaresi, “statü” de aynı kökten gelir.. Mesela İngilizce’de “Hukuk” da “Kanun” da “Law” diye çevrilir. Hâlbuki biz de “Hukuk”, “Şeriat”, yani “meşruiyet” ile ilişkilendirilir. Mesela bizde “Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir!”
Onun için “İnsan Hakları” kavramı, batıdaki “Human Right”in karşılığı değildir. Bizde bu çaba “Hukuk-u Beşer”, “Müdafa-yı Hukuk” gibi bir şekilde ifade edilir.
Bu anlamda “Kadın Hakkı, Erkek Hakkı, Çocuk Hakkı” gibi tanımlamalar doğru değildir. Mesela “İnsan Hakları” gibi bir tanım hiç olmaz. Hakkın tecellisi, yani dünyaya, insana yansıması çok olabilir. Ama “Hak”, ıstıllahi anlamda çoğul olarak kullanılamaz. Dini açıdan “Hak” İlahi rızanın tecellisini ifade eder. “Haklıyım” derken, “Allah’ın rızası benim Hak sahibi olduğum yönünde” gibi bir anlam taşır. Bir medeniyet inşa edeceksek, kavramları ve kurumları yerli yerine oturtmamız gerek. Yoksa özümüze/fıtratımıza/yaratılış gayemize yabancılaşırız! Masivaya dalar, sekülerleşiriz. Yani dünyevileşiriz!
Burada mesela tartışılmakta olan “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili olarak “Kadına karşı şiddet ve ayırımcılık” konusu da bu anlamda tuzak bir başlıktır. Maalesef “Özgürlük” ve “Eşitlik” “Demokrasi” gibi kavramlar kulağa hoş gelen içi boş kavramlara dönüşmektedir.
Bu arada dışarıdan ithal kavramlarla medeniyet inşa edilemeyeceğini bilmemiz gerek.
Kadına şiddet derken aslında burada, mefhumu muhalifinden tuzaklanan kavram “erkeğin potansiyel, olağan şiddet zanlısı” olmasıdır.
Madem kadını erkeğe karşı koruyorsunuz, “Kaynanayı geline”, “Gelini kaynanaya karşı” koruma şeklinde bir düzenleme yapılacak mı?
“Haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı” deseniz sorun çözülür. “Adalet mülkün temelidir”, “Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir” derseniz, eşitliğe filan gerek yok. Bu herkes için böyle.
Birileri bir yandan cinsiyet farklılığını yok etmeye çalışacak, sonra da cinsiyetçi bir yaklaşımla bir cinsi, ötekine karşı koruma paravanı arkasında aileye karşı fitne çıkartmaya çalışacak. Bu kabul edilemez. Zırva te’vil götürmez, mızrak çuvala sığmaz. “Suret-i haktan gözükerek” ağu adeta altın tas içre sunulup, bala karıştırılıp demokrasi sosu ile aromatize edilerek oltaya takılan yem gibi sunulmaktadır. Onlar da biliyorlar ki “Oltaya takılan balık yem istemez”. Bu “bal tuzağı”na karşı herkesin dikkatli olması gerek. Sözleşme ve buna bağlı düzenlemeler, bu düzenlemelerin sebep olduğu sonuçlar ortada. Bakın bu sözleşmenin ayrıca sembolik bir anlamı var. Birileri bu sözleşmenin arkasına saklanarak dine ve geleneğe meydan okuyor. Bu tuzağa düşülmemeli. Elbette cinayetler, zulüm anlamına gelen kötü muamelenin her çeşidine karşı çıkılmalı.
Bu demokrasi, özgürlük, insancılık, akılcılık, faydacılık hepsi, şeytanın oltasına takılan bir yeme dönüştürülebilir.. “Demos”, “Kratos”, “Pragma”, “Human”, “Akıl” hepsi birer “put”a dönüşebilir.. Ne “Cumhuriyet” ne de “Demokrasi” tek başına ve her zaman, mutlak anlamda “Fazilet” içermeyebilir. Meşru zeminde, Hakk’a ve rızaya aykırı olmamak kaydı ile iyi bir yöntem de olabilir. Yoksa Lut kavmi ya da Nuh kavmi zamanında demokrasi herhalde Hakk’a hizmet etmeyecekti. Helak vesilesi olacaktı.
Hakikati aramalı ve ona ulaşmak için meşru yollardan mücadele etmeliyiz. Yoksa “kem alat ile kemalat” olmaz. Hz. Ali’den aktarılan bir örnekte olduğu gibi, “Düşmek üzere olan kaleyi ele geçirmek için namaz feda edilmez”. Meşru bir hedefe gayrimeşru yollarla ulaşılmaz. Mesela hırsızlık yapanın namazı ayrı, günahı ayrı değildir. Masiyet ibadetin faziletinin mahvına sebep olabilir. Onun için “Vay o namaz kılanların haline ki..” diye başlayan ayetler vardır. Onun için “Ey iman edenler, iman ediniz” denmiştir. Namaza dururken abdest ile bir yandan necasetten arınırken öte yandan Hades’ten taharet onun içindir.
Muhkem nas çerçevesinde “Hak”ka bir şey ilave edilmez ve ondan bir şey çıkartılmaz. Kim ki ondan bir şey çıkartır ya da ona bir şey ilave ederse kişi eklediği ve çıkarttığı ile baş başa kalır, hak aradan çekilir. “Hak gelince batıl zail olur”.
Kadın üzerinden bir tartışma cinsiyetçiliktir. Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, toplumu doğurur. Her kadın ve erkek aynı zamanda bir başka kadın tarafından doğuruldu. Kadın onun annesidir. Kişiliği ezilmiş bir kadın, şahsiyetli nesillere analık edemez. Kadın ve erkek aslında bir bütünün, insanın iki parçasıdır. Erkekçilik ya da kadıncılık insanın tuzağıdır.
Şeytan bizi “Yeryüzünde bir cennet” vaadi ile aldatmak ister. Oysa yeryüzü bir imtihan yeridir. Buradaki söz ve fiillerimizle ya kendi cennetimize kendi sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun taşıyor olacağız. Şeytan, oğulları ezilmiş anaların başlarını eğmek için aradığı fırsata çok yaklaşır.
Şimdi birbirimizle kavgayı bırakalım da, batılıların başımıza bela ettiği şu İstanbul Sözleşmesinden nasıl yakamızı kurtarabiliriz, bugüne kadar yaşananları nasıl telafi ederiz, ailenin dağılmasının nasıl önüne geçeriz, bu cinsiyetçi tartışmaları, gay, lezbiyen, ensest, biseksüel belasından nasıl kurtuluruz ona bakalım. Bu konu parti, vakıf, dernek, yasadan daha önemlidir.
İlk haram, ilk günah, ilk lanet ırkçılığadır. Kadıncılık, erkekçilik de bir başka ırkçılık türüdür. Haramlar kronolojisinin 2.’si Fahşa’dır. Yine kadınla-erkek arasındaki yanlış ilişkidir. Haramlar kronolojisinin 3.’sü katildir. O da bir kadın yüzünden çıkmıştır ve iki erkek kardeş arasında yaşanmıştır. Bütün haramlar eytani bir sapmayı ifade eder. Selam ve dua ile..