" İstanbul Sözleşmesinin Arka Planı "
Hep batıdan gelen hazır reçete cinsellik projelerine bu toplumu mahkum etmeye hakkımız yok. Bunu yaparsak tarih de bizi mahkum eder.
Ergün Yıldırım, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında İstanbul Sözleşmesinin arka planını yorumluyor:
İstanbul Sözleşmesi tartışmaya devam ediliyor. Muhafazakâr kesimin en geniş üst çatı STK platformu olan TGTV( Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı) bir basın bildirisi yayınladı. İstanbul Sözleşmesi’ni endişeli buluyor. Toplumsal cinsiyet kavramının üzerinde mutabakat sağlanmadığını ve yine söz konusu sözleşmenin Türk toplumunun dini, örfi ve sosyolojik yapısıyla bağdaşmadığı ifade ediliyor. Muhafazakâr STKların üst çatı kuruluşu, bir bakıma İslami kesimin genel kaygılarını dile getiriyor. Modernciler ve laikçiler de bu muhafazakâr tepkileri iç ihtilafa dönüştürmek için uğraşıyor.İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet argümanıyla cinsiyetin doğuştan sonra kazanılan ve inşa edilen bir olgu olduğunu söylüyor. Böylece fıtrattan gelen metafiziksel ve biyolojik farklılığı ret ediyor. Oysa kendileri de yeni bir kültürel cinsiyet kimliği inşa ediyorlar. Bunun içine de LGBT, kadın kadınla evlilik ve erkek erkekle evlilik, kız kavramını ret, namus değerine reddiye var. Bunlar da bir cinsiyet kültürü değil mi? Aslında post-modern rölativizmin feminizmle evlenmesi sonucunda doğan bir trans kültür bu. Batı’da doğan bu kültür de inşa. Yani Batı’nın beşeri ilişkilerinden ve düşüncelerinden doğdu. Öyle ise neden bizim aile, kadın-erkek, namus kültürümüz reddediliyor da onun yerine post-modern Batı cinsiyet kültürü sunuluyor? Düşünme sonuna kadar gitmeli. Batı’da çıktığına göre ve modernliğin son marifeti olduğuna göre hâkim ve haklı mı oluyor? Geçin bunları. Kimse bize bu “transkültürü” evrensel, eşitlikçi ve hakikat diye yutturamaz. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi ile dayatılan bu trans kültürün cinsiyet rölativizmini reddediyoruz.Sözleşmenin İngilizce aslıyla Türkçesini mukayese ederek okuduğumuz zaman işin vahameti daha da belirginlik kazanıyor. İngilizce aslında geçen bazı ifadeler Türkçe’ye yumuşatılarak tercüme edilmiş. Örneğin aile içi şiddet diye Türkçe’ye çevrilen ifade aslında “domestic violence” ”. Yani ev içi şiddet. Ev demekle aileyi bay pas ediyor. Ortak ev arkadaşlığını da katıyor. Nitekim bu kavram açıklanırken eski veya yeni eşler ile partnerler arasında diyor (“domestic unit or between former or current spouses or partners”). Elbette bunun içine nikahsız beraberlik ve homoseksüellik de işin içine giriyor.“Cinsel yönelim” ve “her türlü cinsiyet rollerine saygı”( sözleşmenin 14. Maddesi) gibi ifadeler ile geliştirilen yaklaşımlar, temel değerlerimizle tamamen çatışmakta. Kadın kadına-erkek erkeğe beraberlik ve ilişkiler savunulmakta. Sözleşmenin ana konusu kadın şiddeti ile mücadele iken bunun içine partner, cinsel yönelim, 18 yaş altına kız dememe gibi çeşitli kavram ve görüşler serpiştirilmiş. Cinsel yönelim ve partnerlik toplumda bir hak olarak ikamet edilmeye çalışılıyor. Bedeni yeniden düzenlemek! Beden, post-modern batı kültürü içinde yeniden inşa ediliyor. Batı post-modern toplumu içinde gelişen feminist ve LGBT değerleriyle biz kendi bedenimizi neden yeniden düzenleyelim? Siyasetlerimizi, coğrafyalarımızı, devlet tarzlarımızı düzenlemesi yetmedi. Şimdi de bedenimizi düzenleme cüretkarlığı ve Tanrısallığı gösteriyor.Kadına karşı şiddetle mücadele diye başlayan bir sözleşme, daha sonra satır aralarına çeşitli kavramlar, perspektifler ve cümleler sokulmuş. Konu kadına şiddetle mücadelen başka bir meseleye dönmüş. Kadına karşı şiddetle mücadele gibi oldukça haklı bir dava, post-modern beden politikasını meşrulaştıran bir maske haline gelmiş. Kadına karşı şiddet mücadelesinin arkasına gizlenen bu sapkınlık, hukuk aracılığıyla yukarıdan aşağıya topluma dikte ediliyor.CHP belediyelerinin elde ettiği başarılar sonrasında trans cinsiyet kültürü çeşitli yürüyüşlerle daha da görünürlük kazandı. HDP de bu cinsiyetsizlik salgınını benimseyen adayları (özellikle bu özelliklerini afişe ederek) millet vekili yapmıştı. Kürtler gibi namusu (şeref, haysiyet ve mahremiyeti) için birbirini öldüren bir toplumun, HDP ile beraber sapkın cinsiyetsiz kültürüne dönüşmesi de oldukça düşündürücü. Bu da Kürtlere yönelik en büyük asimilasyonu yine HDPnin yaptığını gösteriyor. Self-Kürt kolonizasyonu bu!Muhafazakârlar İstanbul Sözleşmesi’nden rahatsızlar. Çünkü en fazla onları vuruyor. Ailenin, namusun ve cinsel edebin altını oyuyor. Hep batıdan gelen hazır reçete cinsellik projelerine bu toplumu mahkum etmeye hakkımız yok. Bunu yaparsak tarih de bizi mahkum eder. Batı modernliğinin iki yüzyıllık taarruzu yerine şimdi de post-modern Batı kültür taarruzu altındayız. Bedenimizi düzenlemek istiyorlar. Hakikatini kaybetmiş bir beşeri kültürün hakikate fütursuzca saldırısı