Abdullah Büyük
Kardeşlik hukukumuzu koruyalım...
Toplumsal bir varlık olan insanın içtimai hayattaki mutluluğunun sırrı, içerisinde yaşamış olduğu toplumda adalet, güven ve kardeşliğin hâkim olmasıdır. Bu ilkeler, toplumun temeli olan aileden başlayıp en üst yapı olan devlete kadar uzanır. Bir babanın aile ocağındaki huzurunun sırrı, eşi ve evlatlarına karşı adil olması, onlara güvenmesi ve onlarla arasındaki kardeşlik hukukunu muhafaza etmesindedir. Aile hayatına bu temel ilkeler hâkim olduğunda o ev, cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Böyle bir ev, huzurun ve mutluluğun örnek adresi olma özelliğine haizdir. Ailedeki huzur gibi devletteki huzurun da temelinde bu üç temel ilke vardır. Bir devletin sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlar devletinin adil olduğuna inandıkları, devletlerine güvendikleri ve aralarındaki kardeşliği korudukları sürece o devletin temelleri sağlamdır. Vatandaşların devletin adaletine olan inançları, aralarındaki güven ve kardeşlik devletin ömrünün de belirleyicisidir.
Ne zaman ki vatandaşların gönül dünyalarında adalete olan inanç sarsılmaya başlar, sosyal hayatta güven ve kardeşlik rafa kaldırılsa o zaman devletin de temelleri sarsılır. Adaletin yerini zulmün aldığı, kardeşliğin yerine kin ve nefretin hâkim olduğu bir devleti hiçbir politika ile ayakta tutamazsınız. Tarih bu gerçeğin kanıtlarıyla doludur.
Adalet ilkesini devlet yönetimine hâkim kılmanın yolu kardeşlik hukukunu uygulamaktır. Kardeşlik hukuku, içinde bulunmuş olduğumuz zor günlerde huzur ve barışımız için Rabbimizin bize öğrettiği ve yaşanmış bir çözüm yoludur. Hepimizin malumu olduğu üzere Kur’an, özelde müminleri ‘din kardeşliği’ paydasında birleştirirken genelde ise insanlığı ‘insan kardeşliği’ paydasında birleştirmiştir. Bu durum, kardeşliğin tercih değil, takdir olduğunu göstermektedir. Tercihte olan, takdir edilmiş kardeşliği kabul edip buna göre yaşamak ya da takdir edilen kardeşliği inkâra kalkışmaktır. Efendimiz kardeşlik ilkesini tebliğinin temeline koymuş ve insanlığı buna davet etmiştir. Çünkü ilahi dinlerin temel amacı insanlığa dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırmaktır. Hicretin ardından Efendimizin kurmuş olduğu Medine site devletinin anayasasının temelinde de kardeşlik hukuku vardır. İnsanlık tarihinde ‘Asr-ı Saadet’ olarak anılan bu döneme ‘mutluluk çağı’ olma özelliğini kardeşlik hukuku kazandırmıştır. Efendimiz, mescidinde namazın ikamesinin ardından saf halinde bulunan can dostlarına dönerek birbirlerinin kardeşi olduklarını söylemiş ve herkesin yanındakine sarılmasını istemiştir. Herkes yanındakinin ırkına, sosyal statüsüne ve ekonomik durumuna bakmadan birbiriyle kucaklaşmıştır. İlan edilen bu kardeşlik hukuku, erbabının malumu olduğu üzere belirli bir süre miras hukuku için dahi geçerli olmuştur. Paylaşımın ve sevginin zirvesi bu hukuk sayesinde yaşanmıştır. Efendimiz, din kardeşliği hukukunu bu şekilde yürürlüğe koymuştur. Ardından Medine site devletinde yaşamakta olan diğer dinlere mensup bireylerle Müslümanlar arasındaki insan kardeşliği hukukunu da Medine Anayasası ile uygulamaya koymuştur. Netice de insanlığın huzur ve mutluluk çağı yaşanmaya başlanmıştır.
Bizler de bugün toplumsal barış ve huzurumuz için sosyal hayatımızda kardeşlik hukukunu uygulamaya koymalıyız. Bunu yapabilmek için öncelikle bilincimizde ve bilinçaltımızda kardeşliğimize engel olması için oluşturulan tabuları yıkmalıyız. Bu tabular, ulus devlet oluşturma ütopyasının temeli olarak bilinçli ve sistemli bir şekilde bize hissettirilmeden zihinlerimizde oluşturulmuştur. Bu durumu fark edip zihinsel değişimimizi sağlamadan birbirimizi kardeş olarak göremeyiz. Bu değişim, anlık gerçekleşecek bir durum değildir. Belirli bir sürede, sabırlı ve gayretli bir çalışmanın neticesinde yaşanacaktır. Yukarıda ifade etmiş olduğumuz Efendimizin kardeşlik ilanına rağmen zihinlerdeki tabular, -nadir de olsa- sahabenin arasında bile kardeşlik hukukuna sığmayan olayların yaşanmasına sebep olmuştur. Bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum; “Hz. Bilal ile aralarında tartışma yaşayan Hz. Ebuzer, tartışmanın hararetiyle bir ara Hz. Bilal’e ‘siyah kadının oğlu’ diye hakaret eder. Hz. Bilal durumu Efendimize arz ettiğinde Efendimiz, Ebuzer’i ‘senin davranışlarında cahiliye izlerini görüyorum’ diyerek uyarmıştır. Bunun üzerine Ebuzer, büyük bir pişmanlık yaşar ve Bilal’in önünde başını yere koyarak ‘yüzüme basmadığın sürece başımı yerden kaldırmayacağım’ der. Muhatabındaki pişmanlığı ve zihinsel değişimi gören Bilal, Ebuzer’i kollarından tutup kaldırır ve ‘bu yüze basılmaz, bu yüz öpülür’ diyerek kardeşini öper.” Bu olay bize gösteriyor ki zihinsel değişim zaman ve sabır istiyor.
Netice; Uhut dağına dönerek, ‘Uhut bizi, biz de Uhut’u severiz’ diyerek insanların ötesinde dağlarla kardeş olmuş bir peygamberin ümmetiyiz. Bize düşen, O’nun bu bakış açısını ferdi, ailevi ve toplumsal hayatımıza hakim kılmaktır. Cumanız mübarek, dualarınız makbul olsun…
yeniakit