Kavramlar Serisi -25-MELE (İtibar edilen kimseler)
Yusuf Kerimoğlu'nun "Kelimeler Ve Kavramlar" İsimli Eserinden Alınmıştır.
İnsan o halde yaratılmıştır ki, yalnız başına (vahşi olarak) yaşayamaz. Birbirlerinin yardımına daima muhtaçtırlar. Bunun iki temel sebebi vardır. Birincisi: Neslinin devam edebilmesidir. Zira mukabil cins ile muaşeret (erkek-kadın arasındaki ilişki) olmayınca, neslin devamı mümkün değildir. İkincisi: Giyecek, yiyecek ve diğer ihtiyaçların (rızkın) temini, çocukların büyütülmesi ve eğitimi gibi işlerde, birbirlerine muhtaçtırlar. Tek tek ferdlerin bir toplum olması ve bu toplumun belli bir nizamın içerisinde devamını zarurettir. Sevgi; insan varlığının devamı ve bir nizam içerisinde kaynaşmaları için gereklidir. İnsanların; kuvvet, zekâ, eğitim, yaş ve sağlık açısından farklı oldukları (tabii bir eşitliğin bulunmadığı) sabittir. Ayrıca toplumda meydana getirilen siyasî farklılaşma ve ekonomik dengesizlikler, sürekli bir mücadele ortamını meydana getirmektedir. İşte bu noktada karşımıza siyaset ve devlet kavramları çıkmaktadır. Siyaset kelimesi; emr, nehiy ve terbiye gibi manalara gelen sase fiilinden masdardır. Bu kavramı kısaca ve genel olarak tanımlamak gerekirse; "iktidarı elde etme, iktidarı kullanma veya iktidarı kullanmaya katılma faaliyetidir" diyebiliriz. Dikkat edilirse, insan ilişkilerinin temelinde "iktidar unsuru" vardır. Eğer bir iktidar ilişkisi müessese haline gelmiş, herkes tarafından kabul edilmiş meşrû-hukukî bir mahiyet kazanmışsa, bu tür iktidara otorite denilebilir. Tıpkı siyaset gibi, devlet terimi de günlük hayatımızda sık kullanılan ve üzerinde çok söz edilen konulardan birisidir. Bütün toplumlarda siyasî iktidar, devlet denen müessese içinde oluşmakta ve "kuvvet kullanma" tekelini elinde bulundurmaktadır. Günümüzde devlet denince göze çarpan ilk unsur, büyük bir ihtimalle, kamu hizmetleri olacaktır. Yani devlet toplumda birçok hizmeti (güvenlik, sağlık, eğitim, ulaşım vb. gibi) yerine getiren bir kurum olarak düşünülmektedir. Fakat bir takım hizmetleri yerine getirmek, devlet müessesesinin ayırt edici niteliği olarak değerlendirilemez (daha doğrusu değerlendirilmelidir). Devletin, diğer müesseselerden farklı olan niteliği, "egemenlik-hâkimiyet" hakkını kullanan müessese olmasıdır. Büyük mütefekkir Farabi'ye göre iki türlü devlet vardır: Birincisi: Mutlak siyasete, vahye dayanan devlet (es-siyasetu'lfâdıla). İkincisi: İnsanların hevâ ve heveslerine dayanan devlet (es-siyasetu'l-cahiliyye). Siyaset tabiatı gereği çeşitlidir. Bundan dolayı pek çok fiilin müşterek ismidir. Fâdıl siyaset ile, cahil siyasetler arasında müştereklik yoktur. "Fâdıl" ya da "mutlak" siyaset tek, cahil siyasetlerin ise çok olduğu belirtilmiştir.
Bir toplumda siyasî iktidarın yapısı ve kullanılış şekli siyasî sistemi (rejimi) belirlemektedir. Siyasî sistemi belirleyen esas, iktidarın hangi usûlle teşekkül ettiği ve nasıl kullanıldığıdır. Meselâ; bir krallıkla, bir demokrasi, farklı siyasî sistemlerdir. İktidar yetkisini tek bir kişinin kullanması, bir grubun (siyasî parti) veya toplumun tamamının kullanması, farklı siyasî sistemleri gündeme getirir. Ayrıca iktidar yetkisi, sadece yönetenlerin çıkarlarına göre kullanılabileceği gibi, bütün toplumun menfaatlerine göre de kullanılabilir. Bütün bunlar dikkate alındığı zaman siyaset, otorite ve devlet terimlerinin, önemli meseleleri gündeme getirdiği kavranır. Bu girişten sonra, Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan mele ve mutref kavramlarına geçebiliriz. Zira bu kavramlar, yukarıda izah ettiğimiz meselelerle ilgilidir. Mele: toplum hayatıyla ilgili görüş sahibi olan topluluk veya bir görüş üzerinde birleşmiş cemaat mânâsınadır. "Me-Le-E" fiiliyle ilgili olup, bu fiilin mânâsı "yerini tamamen kaplayan veya dolduran" şeklinde ifade edilmiştir.2 Her toplumda değişik sebeplerle öne fırlayan ve insanlar tarafından görüşlerine itibar edilen kimseler vardır. İşte bunların tamamına mele denilmiştir. Şurası muhakkaktır ki, siyasî sistemin yapısı ve toplumu meydana getiren ferdlerin inancı mele ismi verilen topluluğun teşekkülünde büyük rol oynamaktadır. Meselâ, demokratik bir toplumda parti liderleri ve yöneticileri mele durumuna geçer. İslâmî bir toplumda; peygamberlerin vârisleri durumunda olan ûlema ve muttaki yöneticiler mele topluluğunu oluşturur. Dolayısıyle demokratik bir toplumda İslâm âlimlerinin mele olması mümkün olmadığı gibi, İslâmî, bir toplumda da diğerleri mele haline gelemez. Dikkat edilirse mele terimi, müsbet veya menfi bir değer belirtmekten ziyade, sosyal bir vakıayı izah için kullanılmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'de, müşrik topluluklarının önde gelen ve mü'minlere işkence eden melesinden bahsedildiği gibi, Allah'ın, Rasûllerine yardım eden mele topluluğundan da bahsedilmiştir. Şimdi bunları kısaca gözden geçirelim.
Hz. Sâlih (as), Semud kavmini uyarmış ve "Ey kavmim!.. Allah'a ibadet ediniz. Sizin ondan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir mu'cize gelmiştir!.."3 diyerek, İslâm'a davet etmiştir. Şirk düzeninin kendilerine sağladığı imkânlarla güçlenen kitleler bu tebliğden rahatsız olmuşlardır. Nitekim: "Onun (Sâlih'in) kavminden istikbarda bulunan mele de; kendilerince hor görülenlere, onların içinden iman etmiş olanlarâ şöyle dediler: `Siz Sâlih'in hakikaten Rabbi katından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz? Onlar da `Biz, dediler, doğrusu onunla ne gönderildiyse ona iman edicileriz. (Yine) O kibirlenen kimseler (mele): `Biz doğrusu, o sizin iman ettiğinizi inkâr ile kâfir olanlarız dediler." Hz. Nuh (as)'ın tebliğini reddeden ve onunla mücadele eden mele topluluğu, gayet küstahdır. Yapmadıkları zulüm ve tezvirat kalmamıştır. Nitekim: "Bunun üzerine (Nuh'un) kavminden küfredenlerin elebaşları (melesi): `Biz seni kendimiz gibi bir insandan başka olarak görmüyoruz. Sana basit ve zahiri görüşlü, en aşağı tabakamızdan (ayak takımından) başkasının tâbi olduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü dahi kabil etmiyoruz. Biz seni bilakis yalancılardan sayıyoruz" dediler."5 âyetinde bu husus izah buyurulmuştur.
Hz. Şuayb (as), insanları İslâm'a davet ettiğinde, karşısında müşrik düzenin melesini bulmuştur. Tehditlerinin mahiyeti şudur: "Ya sizi bu ülkeden süreriz, ya tekrar bizim dinimize (şirke) dönersiniz. Zira, onlar müşrik düzenin sağladığı imkânlarla gerek servet, gerek iktidar açısından oldukça imtiyazlı bir noktadadırlar. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm de: "Onun (Şuayb'ın) kavminden (iman etmeyi kibirlerine yediremeyen) kodamanlar (mele) şöyle dediler: `Ey Şuayb!.. Seni beraberindeki iman edenleri ya muhakkak memleketimizden çıkaracağız, yahud mutlaka bizim milletimize (dinimize, şirke) döneceksiniz!.. O (Şuayb) `Ya istemesek de mi? dedi."6 hükmü beyan buyurmuştur.
Bütün siyasî sistemlerde, kitleleri peşinden sürükleyen ve toplumu yönlendiren kimseler vardır. Bu kimselerin mutlaka kötü insanlar olması gerekmez. Nitekim Hz. Süleyman (as)'ın çevresinde; Allahû Teâla (cc)'nın dinine hizmet gayesiyle bulunan ve gerektiğinde görüşlerini söyleyen mele topluluğu vardır. Bunlar samimiyetle ve ihlâsla, Hz. Süleyman (as)'a yardım etmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Süleyman) `Ey mele!.. Onun tahtını kendileri (Allah'a) teslimiyet göstererek gelmelerinden evvel, hanginiz bana getirir? dedi." âyetiyle, bu husus haber verilmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in çevresinde; başta Hz. Ebu Bekir (ra) olmak üzere Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra), Hz. Ali (ra) ve diğer fakih sahabeler vardır. Bunlar Allahû Teâla (cc)'nın dinine ihlâsla hizmet edebilmek için, Resûl-i Ekrem (sav)'le müşaverede bulunmuşlardır. Dolayısıyla bir mele özelliğini taşımaktadırlar.
Kur'ân-ı Kerîm'de; sadece yeryüzünde bulunan mele değil, gökleri dolduran "mele-i âla"dan da bahsedilmiştir. nitekim "(Ey Peygamber) De ki: `Bu (Kur'ân) en büyük bir haberdir ki , siz ondan yüz çeviricilersiniz. Mele-i alâ olanlar aralarında münazara ederlerken, benim hiç bir bilgim yoktu. Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici (bir peygamber) olduğum içindir ki, (o ilim) bana vahy olunuyor."s âyetinde, bu husus sarih olarak bildirilmiştir.
Mele kavramı ile birlikte ele alınması gereken bir kavram da mütrefdir. Çünkü bir toplumun ileri gelenleri (melesi); ya ilim, ya servet sebebiyle insanların dikkatlerini üzerine çekerler. Şirkin siyasî iktidar haline geldiği toplumlarda, dünyevî ihtiras ve şehvet duyguları ön plana geçer. Kitleler, midelerinin ve şehvetlerinin esiri haline gelirler. İhtiraslarını tatmin edebilmek için, maddî iınkânlara sahip olmak mecburiyetindedirler. İşte bu noktada karşımıza mutrefiyn (refah içinde yüzen ve azgınlaşan kimseler) çıkmaktadır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Onun kavminden, kendilerine refah verdiğimiz (etrafnâhum) halde küfreden, âhirete kavuşmayı yalanlayan bir gürûh (mele) dedi ki: `Bu sizin gibi bir beşerden başkası değildir. Sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer kendiniz gibi bir insana boyun eğecek olursanız, andolsun ki bu takdirde siz mutlaka hüsrana düşenlerden olursunuz." hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse; bu âyet-i kerim'de, melenin en önemli vasfı, refah sebebiyle azgınlaşmasıdır. Şimdi mutref kelimesi üzerinde duralım. Arapça Te-Ri-Fe"den (fül şeklinde: etrafa) gelir. Lûgatta; sulu ve taze oldu, kendine has bolluk içine girdi mânâsınadır. Bu fiilden türeyen turfa, az bulunan ve kıymetli olan şey demektir. Türkçe'de "turfanda sebze veya turfanda meyve" şeklinde halen kullanılmaktadır. Yine aynı kökten türeyen teraffeh, nimette ve rızıkta bolluk, refah mânasına gelir. Etrafe, fazla nimet verilip azdırıldı, refah sebebiyle şımartıldı, zenginlikten çılgına döndü demektir. Şirkin siyasî sistem haline geldiği toplumlarda (müşrik düzenlerde); insanların temel hedefi, hangi yolla olursa olsun dünya nimetlerini elde etmektir. Servetin ve sermayenin belirli ellerde toplanması teşvik edilir. Cahîli sermaye, yeryüzünde fitne çıkarma ve fesadı yayma noktasında korkunç bir silahtır. Büyük servet sahibi olan müşrikler; yatırım sahalarını "sadece ve sadece kâr elde etme" esasına göre tesbit ederler. Eğer beyaz kadın ticareti; zaruri olan bir hastahaneden daha fazla kazanç getiriyorsa mesele bitmiştir. Derhal beyaz kadın ticaretine başlar, içki, kumâr, tefecilik ve diğer gayrimeşrû kazanç yolları, toplum hayatını derinden sarsar. Bir tarafta korkunç sermaye sahipleri (Karunlar), diğer tarafta bir dilim ekmeğe muhtaç insanlar vardır. Hesap gününü unutan müslümanlar bile; sermaye sahiplerine karşı zaaf duymaya ve onların görüşlerine değer vermeye başlarlar. İşte refah sebebiyle azgınlaşan kimselerin mele (ileri gelenler) haline geçişi, bu şekilde tahhakkuk eder. Halbuki cahili sermaye sahipleri; talan, vurgun ve haram olan kazançlarını koruyabilmek için, İslâm'a karşı savaşırlar. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Biz hangi memlekete (beldeye) gelecek tehlikeleri haber verici bir peygamber gönderdik ise, mutlaka oranın refah erbabı (mutrefûha): `Biz sizin gönderdiğiniz şeyleri inkâr edicileriz' dediler. Ve `biz mallar itibariyle de evlâd itibariyle de daha çoğuz. Biz azaba uğratılacak da değiliz. dediler. De ki: `Şüphesiz Rabbim kimi dilerse onun rızkını genişletir. Kimi de dilerse (onunkini) daraltır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. Sizi huzurumuza yaklaştıracak ne mallarınız, ne evlâdlarınız değildir. Ancak iman edip de, sâlih amel (ve hareketlerde) bulunanlar müstesna!.. Çünkü onlar için yaptıklarına mukabil kat kat mükâfat vardır ve onlar emin ve yüksek makamdadırlar." hükmü beyan buyurulmuştur. Refah sebebiyle azgınlaşanlar ve mallarının kendilerini ölümsüzleştireceğini zannedenler, fısk-ü fücûrun yayılmasını arzu ederler. Ayrıca elde ettikleri imtiyazları kaybetmemek için, İslâm'a karşı savaşmayı ihmal etmezler. Mele ve mutref kavramlarının, siyasî sistemde ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bu incelik iyi anlaşılmalıdır. Türkiye'de; cahili sermayeye sahip olan kesimler (mutrefiyn) ve zâlim politikanın simsarları (mele) İslâm'a karşı savaştadırlar.
KAYNAKLAR
(1) Geniş Bilgi için bkz. Dr. Bayraktar Bayrakli, Farabi'de Devlet Felsefesi, İstanbul 1983, Doğuş Yay., sh.13-14.
(2) Râğıb el-Isfahani, el-Müfredaı fi Garibi'l Kur'ân, İst.1986, Kahraman Yay., sh. 719.
(3) A'râf sûresi: 73.
(4) A'râf sûresi: 75-76.
(5) Hûd sûresi: 27.
(6) A'râf sûresi: 88.
(7) Neml sûresi: 38.
(8) Saad sûresi: 67-70.
(9) Mü'minun sûresi: 33-34.
(10) Sebe sûresi: 34-37.
Kaynak: