"Kayıp Giden Dindarlıklar"
Kayan yıldız: ‘Post-modernist evrede tüketime dahil olmamak, dindarlar için bir sefalet ve çile hayatı gibi gözükmeye başladı’
Yeni Şafak Yazarı Özlem Albayrak, ‘Kayıp giden dindarlıklar’ başlıklı yazısında modernist evrenin dini dışladığını ve dindarlarca kabul görmediğini, ancak post-modernist evrenin bunun tam aksi yönde gelişerek din ile tüketimi entegre ettiğini belirtti.
26 Eylül tarihli yazının tamamı şöyle:
Bir süredir “falling star” (kayan yıldız) akımına uyanların yerde yüzüstü yatar haldeki görüntülerine bakıp şaşırıyoruz hep birlikte. Çoğumuza anlamsız geliyor belki, bir saçmalık gibi; aramızda “aptal mı bunlar” diye düşünenler bile vardır eminim.
Akımın öncülüğünü özel jetinden inen DJ Smash yere düşmüş gibi verdiği pozla yapmıştı; ardından “falling star” modası teknelerinden, lüks otomobillerinden inerek yere uzananlara yayıldı. Akım, yurdumuza ulaştığında ise iyice “düşmüştü” artık. Bakıyorsunuz, evindeki 1000 TL’lik halısının üstüne uzanmış kolları altın bileziklerle dolu kadınlar bile “falling star” pozu veriyor sosyal medyadan. Bize de, her gün bir yeni modeli ortaya çıkan “kayan yıldı” örneklerine bakarak, elimizden kayıp gidenleri anlamaya, bu yeniyetme tuhaflığın nedenini çözmeye çalışmak kalıyor.
Aslında şaşıracak bir durum yok; çünkü izleyiciyi en çok yoranın; en sıra dışı olanın; en kuralsız olanın; en şok etkisi yaratanın; en dikkat çekici olanın tercih edildiği ve satın alındığı bir zamanda yaşıyoruz. Ne Batı’da durum farklı, ne de Doğu’da; ne Türkiye bundan beri ne Rusya, ne Danimarka, ne Japonya. Farklı isimler verenler de var; ama adına genel olarak postmodern durum diyorlar.
Modernizm aydınlanmanın, akılcılığın, bilimselliğin, ilerlemenin çağıydı. Tanrı’ya karşı bireyselliğin öne çıkarıldığı, tüm dinlere mesafe alınan bir dünya tasarımıydı. Oysa postmodernizm, modernizmin iddialarına ve ortaya çıkardığı arızalara bir reddiye olarak belirdi. Postmodernizmin kesin soruları da kesin çözümleri de hiç olmadı; kendisi ise siyah ya da beyaz olmadı, mottosu “ya biri ya öteki” değil “hem biri hem öteki” oldu. Merkezsizliğin, kaosun, parçalanmışlığın, süreksizliğin başrolde olmasından sözediyoruz.
Modernizm eski tabuları yıkıp yerine yenilerini koymuştu. Postmodernizm ise, kendisini temsil eden fikirler dahil tüm tabulara karşıdır, herkese ve her şeye karşı ironi yapabilir. Modernizmin eski ayrımlar ve bölünmelerinin dışında, postmodernizm yeni biçimler peşindedir ve yüksek kültürle kitle kültürü arasındaki sınırların ortadan kaldırılmasını ister. Modern dönemdeki tüketim biçimi de değişmiştir postmodern zamanlarda. Eskiden sadece maddi ve somut olan tüketilirdi, artık manevi ve soyut olan da tüketilebilir durumda. Sadece giyim, dekorasyon gibi şeyler değil yani, hayat biçimleri de boş zaman faaliyetleri de tüketimin nesnesi. Dolayısıyla postmodernizm, “falling star” yani kayan yıldız gibi kaypak, oynak sosyo-kültürel trendlerin ortaya çıkabileceği en elverişli dönemdir.
Bu yüzden normal şartlarda sadece jet sosyetenin geçici bir çılgınlığı olarak kalabilecek falling star akımı, ortalama evlerin ortalama oturma odalarına kadar yayılabildi. Çoğu kişiye anlamsız gelen o görüntüler, günümüzde hayat tarzı da bir tüketim biçimi olarak nesneleştiği için böylesine tutuldu. İlerleyen zamanlarda falling star biter, bir başka akım başlar; ama hayat tarzı tüketiminin bitmeyeceği gün gibi ortada. Guy Debord buna “Gösteri Toplumu” diyor, sahiden de öyle değil mi?
Pekala, dindarlara ne oluyor da en başta onlar bu akıma dahil oluyor diye düşünenler olabilir; onun da cevabı var. Modernizm, Tanrı otoritesini reddederek tüm sorumluluğu bireye verme eğiliminde olduğu için, her türlü dinin dışlandığı bir dönemdi, dedik. Din modern zamanlar boyunca sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada gündelik hayattan kazınmaya çalışıldı gerçekten. Bu yüzden değerlerinden vazgeçmek istemeyen dindarlar, modern olanla hep bir sürtüşme içinde yaşadı. Modern aletler kullanıldı, modern hayatın konforlu taraflarından yararlanıldı ama dindarlar dindarlıklarından hiç vazgeçmedi.
Oysa postmodernizm döneminde, tüketme potansiyeli olan hiç kimsenin kimliğiyle sorun yaşanmaz. İster dini kimlik olsun, ister etnik kimlik, ister cinsiyet kimliği. Dolayısıyla postmodern dönemde din hayatın dışına itilmeye çalışılan bir unsur olmadı, dindarlar da -tehlike hisseden her organizmanın yapacağı gibi- kendini korumak için içe kapanmaktan, sürekli tetikte, savunma pozisyonunda olmaktan, modern uygulamalara karşı refleksif tavır almaktan vazgeçti. Tüketim kültürü öylesine görkemli ve gönül alıcıydı ki, bir süre sonra tüketime dahil olmamak, dindarlar için bir sefalet ve çile hayatı gibi gözükmeye başladı. Ardından dindarlar tarafından, tüketim başta olmak üzere tüm postmodern alışkanlıklara gönüllüce intibak edildi.
Çünkü ortada açık bir karşıtlık olmadığı için, din ve tüketim birbirini değillemez gibi, en azından dinin tüketime karşı keskin bir negatif tutumu yokmuş gibi düşünülmeye başlandı. Oysa vardı; sekülerleşme yoluna döşenmiş ilk iyi niyet taşıydı bu. Ondan sonrası yalapşap kılınan ya da hiç kılınmayan namazlar, rüşvet paralarıyla gidilen umreler, neredeyse süs niyetine örtülen başörtüler oldu… Falling star akımına kapılma konusunda birinciliği kimselere kaptırmayan dindarlar bu yüzden hiç de şaşırtıcı değil. Daha neler göreceğiz kimbilir…
islamianaliz