Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

“Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür”!

Biz kimiz, artık bir karar verelim. BİREY olmayı kabul ettiniz mi?

Ya da siz şahsiyeti, kişiliği, ferdi düşünceleri olan ve köklü bir geçmişe sahip bir insan mısınız?

Yoksa kendinizi GENDER olarak tanımlayan TRANSHUMAN bir GENOM musunuz? mRNA diye vurulan iğneden sonra GEN terapisi aldıktan sonra bu defa mutasyona uğrayan siz mi oldunuz!

Bu “toplumsal cinsiyet” maskeli LGBT lobisi, plandemi; “Takrir-i sükûn” günlerinde, sağlık kurumları ve çalışanları, belediyelerin gençlik ve aile birimleri, sosyal danışma birimleri ile eğitim kurumları; herkes panik içinde başka işlerle meşgulken olan oldu.

Nereden başlamalıyız derseniz, herkes bulunduğu yerden başlasın. Tek başına Diyanet’ten yetmez. Ateş bacayı sardı çünkü..

Bakın birileri, “Tanrı, din, ahlak, gelenek, para, mülkiyet ve biyolojik cinsiyeti tedavülden kaldırmak”tan söz ediyor.

Metaverse de bunların hiçbiri olmayacak bir sonraki aşamada ve Şeytan, onun aramızdaki işbirlikçileri sizi bu “öteki” dünyaya çağırıyor.

Devlet bütün kurumları ile 5G virüs, iklim, sağlık ve gıda, eğitim, yasa, yargı kurumları ile bugün bu yozlaşmayı örgütlüyor ve destekliyor.

Sizin “edepsizlik, ahlaksızlık, iffetsizlik, onursuzluk, hayasızlık” dediğiniz şeye birileri “pozitif ayırımcılık” uyguluyor ve buna “onur” diyor.

Bunu aktif olarak savunan belediyeler, partiler, Medialar, STK’lar var ve bunlar BM, AB, yerli ve yabancı fonlar ve holdingler tarafından destekleniyor.

1998 yılında kurulan, AB fonları ve içerideki bazı holdinglerce, Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından desteklenen “Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği” diye çalışanları arasında çok sayıda psikiyatrist, psikolog, ürolog, jinekolog, avukat ve aile hekimi bulunan bir dernek var. Bu dernek CETAD Türk Nöropsikiyatri Derneği ve Türkiye Psikiyatri Derneği ile de ortak çalışmalar yapıyor. Dünya Cinsel Sağlık Birliği’ne (World Association for Sexual Health) Türkiye’den ilk üye olarak kabul edilmiş. 2008 yılında EFS’ye (Avrupa Seksoloji Federasyonu) üye olmuş. Türkiye’nin ilk cinsel terapist yetiştiren kurumu. 15 Haziran 2006-15 Haziran 2007 tarihleri arasında bir yıl süreyle, Doç. Dr. Cem İncesu yöneticiliğinde “YAŞAM BOYU CİNSEL SAĞLIK SİZİN DE HAKKINIZ!” sloganıyla, Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen ve T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye Üreme Sağlığı Programı kapsamında desteklenen, “Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Alanında Ulusal ve Yerel Medya Yoluyla Savunuculuk” isimli projeyi yürütmüşler. “Cinsel Ayrımcılığa Karşı Çalışmalar” CETAD çatısı altında sürdürülürken, bu örgüt, cinsel kimlik ve cinsel yönelim ayrımcılığına maruz kalan LGBTİ+ dernekleri ve LİSTAG (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks + Aileleri ve Yakınları Derneği) ile her zaman işbirliği içinde olmuş.

2008’den beri, çocuğunun, kardeşinin veya herhangi bir akrabasının eşcinsel, biseksüel, transseksüel, interseks olduğunu öğrenen ve bu konu hakkında konuşmak isteyen aile üyeleriyle, birçok ilde aktif danışmanlık yapmaktalar.

Peki biz bugünlere nasıl geldik.

Yani devlet bizim kimliğimizi ne zaman kayıt altına aldı, tescil etti ve bizi KİM olarak nasıl tanımladı?

Osmanlıda 1905’ten itibaren “Sicilli Nüfus Ahali İdare-i Umumiyesi” tarafından “Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Tezkiresi” verildi.

Türkiye Cumhuriyeti “Nüfus Hüviyeti Cüzdanı” ilk kez 1927’de uygulamaya konuldu ve bütün nüfusun kayıt altına alınması zaman aldı.

1976’da “Nüfus Cüzdanı” olarak yeniden tanımlandı. 2017’de “Kimlik kartı”na dönüştürüldü.

Eski nüfus cüzdanlarında din ve mezheb hanesi de bulunmakta idi.

Önce kadın ve erkek olarak 2 ayrı renkte basılan kimlik kartında, anne-baba adı yazarken, daha sonra BİREY temelli, hatta “Biyolojik Cinsiyet” yerine “Toplumsal Cinsiyet”i esas alan, kadın-erkek tek renkli ve üzerinde İngilizce olarak da yazıların bulunduğu, AB standartlarında yeni kartlar basıldı.

Osmanlı Meclis-i Mebusanı 1914 yılında çıkardığı “Sicilli Nüfus Kanunu”yla da tüm teb’asına “Hüviyet Cüzdanı” adı ile mühürlü ve üzerinde padişah tuğrası ile ay yıldız bulunan kimlik kartları vermeye başladı ise de, bu uygulama savaş sebebi ile sınırlı ve akim kaldı.

1927’ye kadar bu cüzdanlar uygulamada kaldı. 1934’de Soyadı Kanunu’nun ardından cüzdanlara soyadları da eklendi. Bu dönmede basılan cüzdanlarda “Aile ismi, yani lakap ve şöhreti” de yer aldı.

2017 yılında ise dijital hale getirilen üzerinde çip ve biyometrik kayıtların işlendiği, İngilizce “sex” şeklinde tanımlanan “Biyolojik cinsiyet” yerine, “Toplumsal cinsiyet” anlamında da kullanılan “GENDER” yazan “Kimlik Kartı” kullanılmaya başlandı.

Cinsiyet” kelimesi, Türkçe olarak yalın şekilde kullanılmaya başladı.

2007 tarihli bir Başbakanlık Genelgesi ile TÜBİTAK tarafından geliştirilen yongalı Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Kartı Eylül 2008’den Kasım 2010’a kadar Bolu ilinde test edildikten sonra 2016 yılı içinde yurt genelinde kullanılmaya başlandı. Bugünden başlayarak kademeli olarak gelecekte yeni imkanlar sunmaya dönük olarak bu kartlar, e-imza, ehliyet, pasaport, banka kartı şeklinde de kullanılabilecek şekilde dizayn edildi.

Dikkat; İstanbul sözleşmesi 11 Mayıs 2011 de imzalandı 1 Ağustos 2014’de yürürlüğe girdi. Bakın bu konuda üniversitelerde kulüpler kurulurken kimsenin sesi çıkmadı.

Dahası hemen hemen üniversitelerin tamamında bu konuda mezuniyet tezi, yüksek lisans tezi, doktora tezi, çalıştaylar, seminer programları düzenlendi, kimse itiraz etmedi.

Göz göre göre bugünlere geldik. Şimdi “ağlayın su yükselsin, belki kurtulur gemi”.

Bakın bu sürecin bu şekilde gelişmesinden 3 sorumlu örgüt var: KADEM, Aile Bakanlığı ve o tarihdeki AK Parti Kadın Kolları.

Aslında bakanlık AK Parti ile KADEM arasında bir yerde duruyor. Arka planda hep KADEM vardı. Mesela Toplumsal cinsiyet konusunda KADEM’in tavrı başından beri belli idi. Önce “Toplumsal Cinsiyet eşitliği”ni savundu, sonra eşitlik yerine “adaleti” diyerek yoluna devam etti.

Toplumsal cinsiyet”in, sözleşmedeki ve katalogdaki tanımı yerine “kadın-erkek, aile bireyleri” şeklinde bir sunumla konuyu geçiştirdi. LGBT’ye karşıydılar ama, bu şekilde LGBT’yi destekleyen düzenlemeleri görmezden gelerek toplumsal direncin kırılmasına sebeb oldular..

Türkiye’nin CEDAW Komitesi’ne sunduğu 7. Periyodik Rapor için STK Gölge Raporu CEDAW Komitesi’nin 47. Oturumu için Temmuz 2016. Hazırlayan KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) raporu internette var, girip bakın. (http://www.ceidizleme.org/ekutuphaneresim/dosya/74_1.pdf)

“Türkiye böylece başta CEDAW olmak üzere, gerek temel hak ve özgürlükleri, gerekse toplumsal cinsiyet eşitliğini öngören uluslararası normları iç mevzuatının üzerine çıkarmıştır. Bu da iç mevzuatın ve hukuksal normların evrensel değerler doğrultusunda değişimini kolaylaştırmaktadır. 2010 yılından bu yana toplumsal cinsiyet eşitliği anlaşışını halka dayatmaya dönük atılan adımlarda uluslararası sözleşmelerin önemli etkisi bulunmaktadır. (…)

2008-2013 dönemi için ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’ hazırlanmıştı. Okullarda toplumsal cinsiyet eğitimi konusunda bir standart oluşturmak amacıyla Ocak 2016’da ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Standartları Kılavuzu’ hazırlanmıştı. 7 Mayıs 2015 tarihinde toplanan ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite Çalıştayı Sonuç Raporu’nda ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ dersinin zorunlu ders olarak müfredata dâhil edilmesi, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin genel kabul görmesinin sağlanması, üniversitelerin idari ve akademik personeline toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığının kazandırılması düşüncesi benimsenmiştir.”

Bunlar olurken o dönemde yapılan açıklamaları yazmayayım şimdi. Durum ortada, ne yapacaksak hemen şimdi.

Yarın çok geç.. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 521 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar