Kimliğini Arayan Türkiye

Kimliğini Arayan Türkiye

Zaman gazetesi yazarlarından Ali Ünal'ın Yazısı...

Bugün Türkiye'de yaşanan kimlik tartışmalarına baktığımızda, ülkemizde bu konuda bir buçuk asırdır çok fazla şeyin değişmediğini söyleyebiliriz.
Bunun en önemli sebeplerinden biri, düşünce ve tartışmaların Türkiye eksenli yapılmayıp, Batı'nın kendi şartlarında ortaya çıkan ve onun bünyesine ait meselelerin aynen Türkiye'ye taşınmasıdır. Oysa, nasıl bütün insanların aynı malzemeden yapılan fizikî bünyeleri bile birbirinden farklı olup, organ nakillerinde doku uyuşması hayatî önem arz ediyorsa, aynı şekilde inanç, dünya görüşü, tarih, gelenek, dil gibi pek çok farklı faktörle birbirlerinden ayrılan toplum bünyelerinin birbirine dönüşemeyeceği ve bu bünyeler arasında organ naklinin bile çok kolay, hattâ genellikle mümkün olmayacağı açıktır. Kısaca, Türkiye'de akıl ve bilimden en çok bahsedenler, tamamen dogmatik saplantılarla akla ve bilime en aykırı bir yol takip etmeye çalışmaktadırlar.

19'uncu asrın sonlarında, bugünkü gibi çağdaş Batı medeniyetini ulaşılması gereken hedef olarak gören Osmanlı aydınları, problemi Osmanlı idarî sisteminin yapısında buluyor ve hürriyet, eşitlik, milliyet gibi Fransız ihtilâli menşeli kavramların büyüsü altında Meşrutî idarenin kabul edilmesini -bir de Abdülhamid tahttan indiriliverirse - yegane çözüm yolu olarak görüyorlardı. Oysa, bütün insanları yaratılmış varlıklar olarak birbirine eşit ve üstünlüğü ancak takvada gören, sınıflı toplum geleneği olmayan ve hürriyeti sadece Allah'a kulluk ve başka bütün otoritelere bu kulluğun müsaade ettiği çerçevede itaat olarak tanıyan bir toplumda bu kavramların çok manâ ifade etmeyeceği ve heyecan uyandırmayacağı açıktı. Bu sebeple halk, Padişah'ı sevip tutuyordu; yine bu sebeple, hem Osmanlı hem Türkiye toplumunda aydın ile halk hiçbir zaman bir araya gelemedi. Aslında bugün olduğu gibi dün de aydın, kendine varlık sebebi arıyor, daha çok kendi varlık mücadelesini ve iktidara ortak olma kavgası veriyordu.

Önceki asrın tartışmaları içinde ortaya çıkan Osmanlıcılık Osmanlı hanedanı, Osmanlı vatanı ve ortak çıkar temelleri üzerinde bir Osmanlı milleti davası güdüyordu. Buna bağlı olarak Tanzimat Fermanı'nın ürettiği "Osmanlı vatandaşlığı" ile ülke bütünlüğünün korunabileceği zannediliyordu. Oysa, daha sonra peş peşe gelen ayrılıkçı isyanlar, bunun bir hayal, daha da ötede ülkeyi parçalayacak bir akım olduğunu ortaya koydu. Çünkü Osmanlıcılık, Osmanlı ülkesindeki gayrimüslimler için onları istiklâle götüren bir yol, Tanzimat'ın ve bu akımın arkasındaki "Düvel-i Muazzama" için de imtiyaz, kapitülasyon, taviz, sömürü, Osmanlı ülkesi içindeki farklı etnik ve dinî unsurların özerkliği, nihayet istiklâli demekti.

Osmanlıcılığın yanı sıra ortaya çıkan ve İngiliz ajanı A. Wambery, Leon Chaun, A. Remusat, Moiz Kohen (Tekin Alp) gibi Türk ve Müslüman olmayan kişilerin yayınlarıyla desteklenip, "din imanı"nın yerine "vatan imanı"nı koyan Türkçülük ise, ülke ve devlet içinde Türk unsurunu öne çıkarıyor ve ülkenin selâmetini bu öne çıkarmada görüyordu. Herhangi bir etnik unsurun öne çıkmasına ve ayrılıkçı dinî ve millî akımların doğmasına imkân tanımayan Osmanlı sisteminin geleneksel yapısı, bu akımlarla derinden yaralandı. Osmanlıcılık, ülke içindeki farklı etnik ve dinî unsurları güçlendirirken, Türkçülük ise artık toplum yapısının parçalanmasını getirdi. Bu iki akımın yanı sıra yer alan ve I. Dünya Savaşı yıllarında İttihatçıların bile bir politika olarak benimseme gereği duyduğu, dönemin şartlarında fazla etkili olması mümkün bulunmasa bile, en azından, Hint Müslümanlarının bilâhare Mustafa Kemal'in şahsî servetinin, CHP'nin, İş Bankası, TDK ve TTK'nın ana sermayesini oluşturan çok büyük miktarda bir parayı Türkiye'ye göndermesine, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında birlik ruhunun oluşmasına hizmet eden ve İslâm dünyasında Türkiye hakkında şuuraltı sempatiler bırakan İslâmcılık ise, ayrı bir yazı konusu olacak mahiyettedir.

Dünkü Osmanlıcılığın aynasında bugün âdeta şartsız AB taraftarlığı çizgisinde Türkiyecilik, Türkçülük aynasında İslâm'ı dışlayan Türk milliyetçiliği ve/veya ulusalcılık görünmüyor mu?

Ali Ünal / Zaman