Hasan Karakaya
Konya’dan, Diyarbakır’a... Sağlık Bakanlığı’nda neler oluyor?
“MGK toplantısı” gibi, “Gölbaşı’ndaki casusluğa soruşturma” “1 Mayıs” ve “Fetullah Gülen’in iadesi” gibi, “yoğun gündem” konuları arasında, yine “Konya”dan ve “Kamu Hastaneleri Birliği Kurumu”ndan söz etmek durumunda kaldığım için, hepinizden “anlayış” bekliyorum...
Bu konuya, “‘iki sebepten” dolayı yeniden döndüm... Bir; “kul hakkı”na girmemek için... İki; “Paralel Yapı tarafından kuşatılan hastaneler” konusunu gözlerönüne sermek için... Zira, öyle bir konuya el atmışım ki, Türkiye’nin dört bir tarafından “bilgi” yağıyor... “Para”nın olduğu her yere bir “el” uzanmış ve olmuş “Paralel!”
Bunları, ileride inşaallah “belgeleri” ile gözler önüne sereceğim...
“Kul hakkı”na gelirsek... Bilenler bilir; bir “kişi” veya “kurum” hakkında “yalan-yanlış bilgi”ler aktarıp da onların “hak”larına girmek istemem...
Zira, “hesabı” en zor verilecek mesele, “kul hakkı”dır!..
Ve ayrıca;
Bir “gazeteci” olarak, “cevap hakkı”na riayet de prensiplerim arasındadır.
“Kul hakkı” ve “cevap hakkı” birleşince, Kamu Hastaneleri Birliği Kurumu Başkanı Ali İhsan Dokucu’nun gönderdiği “açıklama”ya yer vermek şart oldu...
Ben; kendisi hakkında “Paralelci’lerin başı mı, Meridyen’in sonu mu?” demiş ve Prof. Dr. Dursun Odabaş’ı, Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yöneticiliği’nden hangi gerekçeyle aldığını yazmıştım...
Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, yazıdan sonra hem “telefon” etti, hem de bir “açıklama” gönderip, dedi ki;
“Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini sağlamak üzere, aşağıdaki açıklamanın yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.
Öncelikle, söz konusu yazınız, hem gelmiş olduğum “sosyal katmanla” hem de 17 Aralık sonrası süreçteki tavrımla, duruşumla çelişen ve kişilik haklarımı zedeleyen unsurlar içermektedir. Gerek şahsınızın ve gerekse gazetenizin “kul hakkına” riayet eden dünya görüşüne ve yayın politikasına sahip olduğunu bildiğimden, konu hakkında gerekli düzeltmeyi yapmanızı gönülden diliyorum.
Öte yandan, 18/01/2014 tarih ve 28886 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6514 sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 3’üncü maddesiyle Genel sekreter, başkan ve hastane yöneticisi sözleşmelerinin Bakan tarafından yapılacağı ve Bakan’ın bu yetkisini kısmen veya tamamen alt kademelere devredebileceği hükmü getirilmiştir.
Bu çerçevede söz konusu yetki sayın Bakanımız tarafından Müsteşar Yardımcısı sayın Dr. Zafer Çukurova’ya devredilmiştir.
Bu bağlamda Kurum Başkanı olarak şahsımın Genel Sekreter, Başkan ve Hastane Yöneticilerini görevden alma veya yerlerine başkalarını atama yetkisi bulunmamaktadır.
Dolayısıyla gerek Dr. Dursun Odabaş’nın görevden alınması ve gerekse de yerine Dr. Sadık Özmen’in göreve getirilmesindeki yetki ve inisiyatif, Müsteşar Yardımcısı Dr. Zafer Çukurova’ya ait olup bu konuda şahsımın bir dahli olmamıştır.”
ÇUKUROVA’NIN AMACI NE?
Açıklama, “aynen” böyle...
Bu açıklamadan benim anladığım ise şu: “Dursun Hoca’yı görevden alan Ali İhsan Dokucu değil, Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Zafer Çukurova’dır!”
Peki, Dr. Zafer Çukurova bir “Paralelci” midir ve eğer öyleyse; “Başbakan’ın hassasiyeti”ne rağmen, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu onu, niye orada tutmaktadır?..
Yook, eğer “Paralelci” değilse, Dr. Zafer Çukurova’nın Dursun Hoca ile ne alıp-veremediği vardır ki, “Başbakan’a rağmen” onu görevden almıştır?..
Dikkat ederseniz;
Zafer Çukurova için, doğrudan “Paralelci” diyemiyorum... Çünkü, birine “Paralelci” veya “şucu-bucu” dediğimde “telefon ve mail yağmuru” başlıyor, “değil” diye!..
Oysa, “icraat”lara ve “söylem”lerine bakıldığında, adamlar; “Ben Paralelci’yim, var mı bir diyeceğin?” diye bağırıyorlar!..
BU KOMPLEKS NİYE?
Her neyse... Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu’nun da, “kesinlikle Paralelci olmadığına” dair birçok “telefon” ve “mail” aldım... Doğrusunu söylemek gerekirse, onun “Paralelci” olmadığına ben de “ikna” oldum...
Ama, “Paralelci’lerin ne kadar kuşatmasında”dır, ne kadar “etkisinde”dir, onu bilemiyorum...
Sonuç itibariyle;
Evet, “Paralelci değil”dir... Ne var ki; “neci” olduunu da “açık ve net” söylemekten kaçınmaktadır!..
Gönderdiği “açıklama”yı okudunuz... “Gelmiş olduğum Sosyal Katman” diyor... Siz ne anlarsınız bu “Sosyal Katman”dan?.. İhsan, “fikrî aidiyet”ini açıklamaktan niye çekinir ki?.. İleride, yani devir değiştiğinde “bedel” ödemekten mi korkuyorlar?..
Bunu, sadece Ali İhsan Dokucu için söylemiyorum... Geçmişte “MGV safları”nda yer almış, ya da “Milli Görüş Çizgisi”nde yürümüş nice insan var ki; sanki bir “suç”muş ya da “ayıp”mış gibi, bugün “kendini gizleme” ihtiyacı hissediyor... Bu “aşağılık kompleksi”nin, bu “ezik-büzük”lüğün esbab-ı mucibesini bir türlü anlayabilmiş değilim!.. Siz bir “solcu” ya da “sosyalist”in kendini gizlediğini hiç gördünüz mü?..
Her ne hikmetse; bazı arkadaşlar; “Paralel” olmadıklarını söylüyorlar ama, bir bakıyorsunuz “Daire” olmuşlar!..
Tekrar ediyorum;
Bu yazdıklarım “genel değerlendirme”dir ve Ali İhsan Dokucu’nun şahsı ile hiçbir ilgisi yoktur... Yoksa, onun; 1991’de gittiği ve uzun yıllar kaldığı Paris’te “kimlerle birlikte” olduğunu, “İstanbul’da bulunduğu yıllar”da nasıl bir “duruş” sergilediğini gayet iyi biliyorum... “Arkadaşlarını” da tanımaya başladım... Bazı arkadaşlarının; “dolaştığın insanlara dikkat et” şeklinde “uyarı”larda bulunduğunu da biliyorum...
Nihayetinde, “yerli” bir insandır... Ama, Ali İhsan Bey, bir “değişim” mi geçiriyor, bir “dönüşüm” evresinde mi, bir “özeleştiri” yapmalıdır!..
Gelelim, olayın diğer boyutlarına...
Bildiğim kadarıyla; Doç. Dr. Muhammed Güzel Kurdoğlu; Diyarbakır’a, “Kamu Hastaneleri Kurumu Genel Sekreteri” olarak “ilk atanan” kişiydi...
Sonradan “aksi ispatlanmış” çeşitli iddialarla görevden alındı...
Gerek Fetin Rüştü Yıldız’ı, gerek Doç. Dr. İbrahim Uygun’u Diyarbakır’da göreve getiren kimdi?.. Fetin Rüştü Yıldız “kimin adamı”ydı ve daha sonra hangi sebeple “gözaltı”na alındı, ne ile suçlandı ve geçtiğimiz aylarda niye görevden alındı?..
“SAĞLIK’TA PARALEL YAPI MI?”
İbrahim Uygun’a gelince...
Şimdi sizlere, Diyarbakır’da yayınlanan Güneydoğu Güncel adlı mahalli gazetede 29 Ocak 2014 tarihinde çıkan bir “haber”i aktarmak istiyorum...
Gazetenin, “Sağlık’ta Paralel Yapı mı?” başlıklı haberi şöyleydi:
“AK Parti Hükümeti ile Gülen cemaati arasında yaşanan kavga hızla devam ederken, Diyarbakır’da önemli bir kurumun yöneticisinin, toplantıda sarf ettiği iddia edilen bir söz, adeta şok etkisine yolaçtı... Diyarbakır Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Dr. İbrahim Uygun’un, hastane başhekimleri ve hekimlerle yaptığı toplantıda, “Beni buraya ayakkabı kutusu sahipleri getirmedi” sözünü sarf ettiği iddiaları, meydan okuma olarak değerlendirilirken, “Sağlıkta paralel yapı mı var?” sorusunu da gündeme getirdi.
İddialara göre, geçtiğimiz haftalarda Diyarbakır’da hastanelerin mevcut durumu, sorunlar ve önerilerin konuşulması üzerine, Genel Sekreter İbrahim Uygun başkanlığında, başhekim, hastane yöneticisi ve hekimlerin katılımıyla bir toplantı gerçekleşti. Toplantıya Genel Sekreter İbrahim Uygun’un söylediği iddia edilen şok sözleri damgasını vurdu. Uygun’un “Beni buraya ayakkabı kutusu sahipleri getirmedi” sözlerini sarf ettiği iddia edildi. İddia edilen o sözler karşısında toplantıda bulunanlar adeta buz kesti. Toplantının ardından bu sözler dilden dile dolaşarak ortalığı karıştırdı. Bunu duyan Genel Sekreter Uygun ise, “Sadece espri yapmıştım” demekle konuyu geçiştirdi.
Sorumlu, ilkeli ve tarafsız habercilik ilkemiz nedeniyle geçtiğimiz haftadan bu yana kendisini sürekli arayarak hakkındaki bu iddialar üzerine görüşme talebinde bulunmamıza rağmen, bir türlü randevu vermeyen İbrahim Uygun ile, son olarak dün telefonla bir görüşme gerçekleştirip, konu hakkında görüşlerine başvurmak istediğimizi ifade ettik. Ancak Dr. Uygun, telefonda bilgi veremeyeceğini ifade etti.”
Dr. Uygun; daha sonraları; “Beni, buraya ayakkabı kutusu sahipleri getirmedi!.. Benim ayakkabı kutum yok!” sözlerini “kendi şahsı” için söylediğini ifade etmiştir ama ilk söylediği söz “arşiv”lerdeki yerini almıştır!..
DURSUN HOCA’DAN DAHA MI İYİLER?
Diyarbakır’daki olay böyle... Gelelim yine Konya’ya... Prof. Dr. Dursun Odabaş’ın yerine atanan Prof. Dr. Sadık Özmen’in de “kesinlikle Paralelci olmadığına” dair haberler aldım...
Tamam da;
Prof. Dr. Sadık Özmen, Konya TIP’tan mezun olduktan sora 1995’te “anestezi ihtisası” aldıktan sonra, 1995-2000 yılları arasında, Konya’daki meşhur “Vakıf Hastanesi”nde çalışmış değil midir?.. Bu hastanenin “Paralel”le hiç mi ilgisi yoktur?.. Ve bu hastane, şu anda “Paralel Yapı ile bağlantılı” değil midir?..
Bu soruları sorarken; Prof. Sadık Özmen’in de “Paralelci” olabileceğini söylemiyorum... Tam aksine, onun hakkında da “sağlam referanslar” var!..
İyi de;
“Dursun Hoca”nın yerine atandıktan 12 gün sonra; Adil Koyuncu’yu, Hüseyin Uslu’yu, Mahmut Yılmaz ve Oktay Sağlam’ı odasına çağırıp, niye “istifa”larını istedi?.. “Kendi kadrosuyla çalışmak” istediği için mi?.. Onların yerine getireceği insanlar, bu insanlardan daha mı inançlı, daha mı becerikliydi?..
Bir soru daha;
Mehmet Bekerecioğlu’na baskı yapıp, “Prof. Dr. Dursun Odabaş hakkında soruşturma açtıran” ve dosyayı Ankara’ya gönderen kimdir?..
“Sorular” çok... Ama, daha fazla uzatmak istemiyorum...
“Yazının özeti” şudur:
Tüm bu “görevden alma”larda, “Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu’nun bir dahli yok”tur... Dursun Hoca’nın görevden alınıp, yerine Sadık Özmen’in göreve getirilmesindeki “yetki ve inisiyatif” Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Zafer Çukurova’ya aittir!.
Bundan sonrası;
Sağlık Bakanı’nın işidir!..
**************************************************************************************
“1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama inadı” niye?
Öncelikle, biraz “malûmatfuruşluk” yapayım... 1 Mayıs İşçi Bayramı, bütün dünyada “4 Mayıs 1886’da ABD’nin Chicago kentindeki Haymarkent olayını anmak” için düzenleniyor... O olayda; polis, “genel grev”e giden işçileri dağıtmaya çalışırken, bir işçi polise “bomba” atmış, polis de işçilerin üzerine “ateş” açınca, “4 gösterici” ölmüştü...
1890’dan bu yana da, kutlamalar devam ediyor.
Şimdi “soru” şu: Türkiye’de “kutlama”sı yapılan herhangi bir “gün” var mıdır?.. Sevgililer Günü ithal, Tıp Bayramı ithal, Anneler Günü ithal, 1 Mayıs ithal!.. Bizim “ihraç” ettiğimiz bir gün niye yok?..
Gelelim, “1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama inadı”na!.. Amerika’da “bomba” ile başlayan, Türkiye’de 1 Mayıs 1977’de “kurşun”lara hedef olup, “34 kişinin öldüğü” olay, yeniden tekrarlanmak mı isteniyor?.. Değilse, “DHKP-C’lilerden elegeçirilen uzun namlulu silahlar” neyin nesi?..
İşin içine, yine “Derin Devlet” karışsın, “kan” dökülsün ve “kaos” oluşsun da, “Tayyip gitsin” mi denilmek isteniyor?..
Lütfen biraz akıl, biraz sağduyu!..
yeniakit