Ahmet Taşgetiren
Kriter İstanbul
31 Mart seçimleri için iktidar ve muhalefet açısından kazanma – kaybetme kriterinin İstanbul olacağı artık besbellidir. Bir Ankara bile değil, İstanbul.
İstanbul seçimi, yerel seçimde bir belediye başkanı seçmekten öte bir anlam da kazanmış, iki partinin yarışmasından öte bir iktidar – muhalefet kapışmasına dönüşmüştür.
Seçimin bu niteliği, yani iktidar – muhalefet kapışması niteliği, özellikle de iktidar açısından, daha da önemlisi Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından böyledir.
Muhalefetin seçimi henüz işi bu boyuta taşımasından söz edilemiyor. 2019’da seçim, iktidarla böyle bir hesaplaşma niteliği kazanmış ve orada ipi muhalefet adına CHP göğüslemişti. Ancak bu seçim öncesinde muhalefette dağınıklık göze çarpıyor.
İddialı aday Ekrem İmamoğlu her ne kadar “İstanbul İttifakı” diyerek bir defacto buluşma sağlamayı amaçlıyorsa da, iktidara potansiyel kitle muhalefeti varsayımından yola çıkan bu ittifakın partiler söz konusu olduğunda nasıl bir sonuç vereceği henüz belli değildir. Daha doğrusu, bu ihtimal, İmamoğlu ve CHP’nin iktidara yönelik muhalefeti derleyip toparlayabilme imkânıyla bağlantılıdır.
Ancak, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan için İstanbul, hayat – memat meselesi sayılmasa bile, hayatının sınavı halindedir.
Daha genel seçimi kazandığı gecede, artık Türkiye siyaseti için sembolik bir anlam kazanan Kısıklı Meydanı’nda, “İstanbul’u almak”tan bahsetmiş, o zamandan bu zamana kadar da İstanbul’u dilinden düşürmemiştir. Kısıklı Meydanı’ndaki konuşmada Üsküdar’ı almayı da zikretmiştir, çünkü Cumhurbaşkanlığı seçiminde Üsküdar’dan, yani Kısıklı’nın bağlı olduğu ilçeden Kılıçdaroğlu lehine bir sonuç çıkmıştır.
Erdoğan İstanbul’u almak istiyor. 2019’da eski Başbakanı Binali Yıldırım’ı cepheye sürmüştü, ama kendisi de ilçe ilçe dolaşıp miting yapıp Binali Yıldırım’dan daha çok görüntü vererek, İstanbul talebinin kendisi için ne kadar önemli olduğunu göstermişti.
2019’da, seçim yenilenmesine rağmen İstanbul iki defa kaybedildi. İlçe belediye başkanlığından gelen bir isim, her şeyi değiştirdi.
İstanbul’un Erdoğan için bir ukde olduğunu görmek bir maharet değil.
Ekrem İmamoğlu, “Ben rakibimi biliyorum” derken bir siyasi realiteyi seslendiriyor. O rakip 2019’da da Binali Yıldırım değildi. 31 Mart’ta da İmamoğlu, görünüşte tabii ki bugün ilan edilmesi beklenen adayla değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yarışacak.
İmamoğlu bunu tercih eder miydi? Yani zaten Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan bir zatın, belediye başkanlığı seçimine de bu kadar asılmasını arzu eder miydi? Sanmıyorum. Aslında sayın Cumhurbaşkanı’nın da, fiilen böyle bir konumda gözükmeyi arzu etmemesi beklenir. Ama Erdoğan, ne “Partili Cumhurbaşkanlığı” konusundaki problemli durumu, ne de aktif siyasi cedelleşme içinde rol almayı problemli görmedi. Kıran kırana bir siyasi cepheleşmede Cumhurbaşkanlığını da cepheye sürmekte tereddüt etmedi.
İstanbul’da kimi aday göstereceği merak ediliyor. Halen bakan olanların ismi geçiyor bir de ismi damatlığından öte savunma sanayiindeki atılımları ve teknofast girişimleri ile parlayan Selçuk Bayraktar’ın…
Hatta kamuoyu araştırmaları Selçuk Bayraktar’ın isminin, İmamoğlu ile yarışta, at-başı bir görünüm arz ettiğini ortaya koyuyor. Bu damat, öteki damada göre daha saygın bir kamuoyu ilgisine sahip.
Bugüne kadar verdiği izlenim, siyaseti de bütünüyle dışlamadığı yönünde. “Misyona uygunsa neden olmasın” yaklaşımı sergiliyor.
Erdoğan onu aday gösterirse, Binali Yıldırım’da olduğu gibi yine de meydanlara çıkar mı? Yoksa, bir iç değerlendirmede, Selçuk Bayraktar’ı mevcut iktidarın yüklerinden – bagajından bağımsız olarak siyasete sürmenin daha verimli olacağı mı düşünülür? Yoksa bir yandan genç Bayraktar bir yandan Cumhurbaşkanı, çift dikiş bir taarruz mu planlanır?
Şu anda İstanbul halkının, nerede ise bütün Türkiye’den farklı olarak, dehşet verici bir ekonomik bunalımın içinde yaşadığı açık. Son ekonomik kararlarda en büyük tırpanı yiyen işçi emeklileri başta olmak üzere, asgari ücretle çalışanlar, maaşı ile çalışanlar dahil bazı toplum kesimleri için yaşanamaz hale gelen bir kent İstanbul. Alınan maaşların ev kirasına yetmediği bir kent İstanbul. Ve 31 Mart’a kadar geçecek süre, alınan kararların en yakıcı etkilerinin hissedileceği bir dönem.
İktidar, bu alanlardaki toplum huzursuzluğunu, ideolojik söylem etrafındaki bir ittifakla aşmayı amaçlıyor. O da bir sınama. Onun için “İşçi emeklileri bir iyileştirme olmadan iktidara oy verir mi?” soruları soruluyor.
Tabii, Selçuk Bayraktar, savunma sanayii alanında bir “İnovasyon”la popülerlik kazandı. Aday olursa “siyasette bir inovasyon” arzulamaz mı? Bu da iktidarın bagajlarından kurtulmak gibi bir arzuyu gündeme getirmez mi?
Henüz adaylığı belli değil. Belki de Cumhurbaşkanının, “söz dinleme” kriteri ve daha önceki “Damat deneyimi”ndeki hesap dışılıklar, Murat Kurum gibi garantili isimlere yönelmeye yol açar. Kaldı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisinin hep devrede olmasından rahatsızlık duyduğuna dair bir izlenim de vermiyor.
İmamoğlu “Rakibimi biliyorum” deyince, bundan bir “Meydan okuma – siyasi düello” anlamı çıkarıp, daha çok meydana çıkma arzusu duyması da beklenebilir. Bakalım, görelim. İstanbul ve memleket için hayırlı olan ne ise o olsun.