Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Kulakları var duymuyorlar

Derin Gerçekler

Bu uzun bir yazı. Bir hasbihal..
AK Parti ve KADEM beni suçladı. Ben de cevap verdim.
Önce saldırdılar, tehdit ettiler, trolleri, Mediaları üzerinden, sonra sustular. Hala susuyorlar.
Ben kendimi savundum, onlardan bir cevap yok.
Müştekilerin yarıdan fazlası artık o görevde değil, kimi arayıp soruyor, ne oluyor diye. Ben de kendimi anlatıyorum.
AK Parti ve KADEM niye susuyor?
Tabandaki insanların suali mukadderlerine cevap versinler. O dün, saldıran Mediadaki kalemleri yazsınlar. Benim herkese yetişme şansım yok.

Hal-i pür melalimiz hakkında “benim katlanmak zorunda kaldığım güçlükler, benden sonrakiler için baht kaynağı olsun” kabilinden dertleşmek ya da!
Bu sorun sadece devlette değil, ailede, şirkette, dernekte, her yerde.
Ahir zaman fitnesinden bir fitne bu durum.
Resulullah, benim zamanım ikindi vakti demişti. Şimdi, gün akşam oldu. Gecenin, insanın aklını ve kalbini karartan karanlığının şerrinden Allah rızasına tabi olanları korusun. O günleri inşallah içimizden hiç kimse görmeden bu dünyadan ayrılmış oluruz.

Önümüzdeki hafta, “AKP’nin Papatyaları” davasında karar duruşması olacak. Biliyorsunuz savcı “Mahkumiyet” istemişti. “Babası Cumhurbaşkanı olan kızın yönetim kurulu üyesi olduğu bir dernek”, “Genel başkanları Cumhurbaşkanı da olan” bir Partinin 80 il kadın kollar başkanının açtığı bir davanın sanığıyım. Birer satırlık iki cümle için 3 yılda, 200 kitap sayfası savunma yaptım ama “Şark cephesinde yeni bir durum yok”. Kellim kellim la yenfağ / Söyle söyle faydası yok”.
Yasin 9’da dendiği gibi, gözleri öfke ve ihtirasla, korkuyla önleri ve arkaları perdelenenler göremiyorlar bazı gerçekleri.

Ankara’da ki davada avukatlar, “bize talimat böyle, yapacak başka bir şey yok” diyorlardı, duruşma dışında.. Benim yukarıya daha kolay ulaşabileceğimi söylüyorlardı.. İşin farkında olan, farkına varan da susuyor. KADEM’cilerin zaten bir şeyi dinledikleri, anladıkları yok. Halkın rahatsız olduğu konu, benim yazım değil, Dernek ve partinin tavrı, tutumu, yaptıkları.. Onlar korumaya çalıştıklarını söyledikleri değere zarar verdiklerinin farkında bile değiller. Süreç başından beri aleyhlerine işliyor onu da görmüyorlar, bunu duymak, anlamak, kabul etmek istemiyorlar. Bunlar, bu kadar basit bir olayı bu kadar büyütüp, içinden çıkılamaz hale getiriyorlar, ülkenin devasa sorunlarını bu akılla nasıl çözecekler?. Beni geldiğimiz noktada asıl düşündüren sorun bu.

Son duruşmada, İstanbul il kadın kolları adına duruşmaya katılan avukat hanım, hala, “ağzımıza almaktan haya ettiğimiz kelime ile bize saldırdı” diyor. Bunlar benim yazımı okumuş değiller herhalde. Savunmamı da dinlemiş gözüküyorlar ama anlamamışlar demek ki!
Ya hu, bunlar Kur’an-ı Kerim'in manasını da bir kere olsun okumamışlar demek ki. Bakın bu kelime Kur’an da geçiyor, bu kelimeyi telaffuz etmek değil, fiil olarak işlemektir ayıp, günah olan, “Kur’an da edepsizce kelimeler var” diyemezsiniz.” Diyorum, “sözümü kesme” diyor. Laf da dinlemiyorlar. Uyarsanız da faydası yok. Genel başkanları söylemiş ya, o onlar için adeta mutlak doğru. NAS diyorsun, kim dinliyor! Ya hu, namaz’da Allah’ın huzurunda bu kelimeleri söylüyorsunuz, utanmıyor musunuz?. Ben Kur’an daki bir kelime ile, kınanan topluluğu eleştiriyorum, birileri bana “edepsiz” diyor.

“Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün” var!

Ya hu hergün bu ayetleri okuyor, sonra da bana dönüp bu kelimeleri kullandığım için eleştiriyorsunuz. “İman ettik” dediğiniz kitaptan haberiniz yok mu sizin de “ağzımıza almaktan haya ettiğimiz kelime” diyorsunuz. Ve peşinizden gidenler de aynı yanlışı tekrarlıyorlar ve kendi gözlerinde mertekten habersiz, başkalarının gözünde çöp arayan adamın haline benzer bir hal içindeler. Onları ilk gördüğümde yüzlerine okuyup üflemeyi düşünüyorum şu ayeti: “İnnallahe ye'muru bil adli vel ihsani ve itai zil kurba ve yenha anil fahşai vel munkeri vel bagy, yeizukum leallekum tezekkerun”. (Nahl 90)

Bakın, “Fahşâ” kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle birlikte yirmi dört yerde geçmektedir. Bunlar, yedi yerde “Fahşâ", on üç yerde “Fahisşe” , dört yerde de “Fevahiş” olarak geçmektedir”. Fahisşe şeklinde kullanılırken bazen ”فاحشة” nekre bazen de “الفاحشة” şeklinde marife olarak kullanılmıştır. Marife ile nekra kullanımları arasında fark olmaksızın kullanıldığı âyetin siyakına uygun olarak zina, eşcinsellik, iftira, putperestlik ve peygambere karşı gelmek gibi şirkin söz ve davranışları ifade eder. Fahşâ ve Fahisşe arasında fark şudur: Bir günaha henüz girilmeden, günaha bulaşmadan daha düşünme ve tereddüt aşamasında iken fahsşâ; günaha bulaşıp onu işledikten sonra fahişe olur.” Evet, Ayette “Fâhisşe” kelimesi “Mübeyyine” kelimesi ile daha geniş bir anlam kazanmış, konuyu daha nitelikli hale getirmiş “apaçık fâhişe” olarak ifade edilmiştir. Zina ise gizli olur.

Kaynak isterseniz, buyurun
Bu bilgilerin kaynağı şöyle: T.C. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Tefsir Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. Dahası da var. “Kur’anda Fahşa Kavramı” yüksek lisans tezini tezini Hakan ÇAĞIRAN 02.05.2019 Üniversiteye sunmuş!

“Fahişeler ve türevleri” tanımının referansı da yukarıda: “Fahsşâ” kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de türevleriyle birlikte yirmi dört yerde geçmektedir” şeklinde tanımlanmaktadır.. Bakın bu kelime kitapta Zina, Habeset, Münker, Fücur, ile ilişkilendirilir. İffet, Irz, namus ile birlikte de kullanılır. Eğer yukarıdaki yüksek lisans tezine bakarlarsa, Kur’an-ı Kerimde Fahşa, Haddi aşmak, çirkin davranış, büyük günah olarak tanımlanır. Mesela “Mümine Kadınların Fahşaya Düşmemeleri için Öğütlenmesi” de söz konusudur kitapta, Kadın-erkek “Müminler Arasında Fuhşiyatı Yaymak İsteyenlerin Tehdit edilmesi” de. Zaten fuhuş iki kişi arasında olunca Lezbiyenlik ya da Gey’lik hepsi aynı kapsamda değerlendirilir. Okusalar öğrenecekler ama, insanlar okumuyorlar. Çoğu insan bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi oluyor. Kulakdan dolma bilgiler ve sloganlarla, algılara teslim oluyorlar.

Bu dava tezgahlanmadan önce, zaten AK Parti içindeki o malum AKP’lilerin Mc Kinsey”den itibaren içlerinde bir ukde kalmıştı. Ben hemen hemen her hafta, insanların bana ulaştırdığı şikayetleri, uğradıkları haksızlıklarla ilgili, ya da endişelerini, Hasan Doğan’a, bazı konuları da Devlet Denetleme Kurulu Başkanına iletiyordum. Bir kısım konular da doğrudan kendim şahid olduğum hadiseler. Bu şikayetler o kadar arttı ki, Hasan Doğan'ı aradım, bu böyle olmayacak dedim. Zaten bazı AK Partililer de, bunları köşende yazmak yerine, doğrudan Reise ilet diyordu zaten. Yazdıklarım devede kulak cinsinden şeylerdi. İlettiklerim de sınırlıydı aslında.

“Reis kabul ederse, ben ayda bir gün 1 saat bana ayırsın, ben bu konuları kendine yazılı ve sözlü olarak aktarayım. Sorarsa cevap veririm. İnsanlar bu şikayetlerinin Reise ulaştığından emin olmak istiyor. Bu bilgilerin kendine ulaşmadığı kanaatı var. Ben işin peşine de düşmeyeceğim, ne oldu diye de sormayacağım. Sadece bu bilgilerin kendine ulaştığından emin olmak istiyorum. Danışmanlık filan istemiyorum. Ücret de istemiyorum. Serbes hareket etmem gerek. Bu işten vazgeçmek için bana randevu vermezseniz bu iş bitmiş olur” dedim, ama bu talebim de kabul görmedi. İkinci elden aktarılan bilgilerin neasıl çarpıtıldığını bu dava gösteriyor. Sanırım reis önce kendi çevresindeki bağzılarının Türkçeyi ifade, kelime ve kavramları ile doğru öğrenmeleri için onları mecbur etmesi gerek.

Ya hu, Hasan Doğan’a, DDK Başkanına sorsunlar, neler aktarmışım. Daha onlara aktardığım çok küçük bir kısmı. Onlardan haberleri olsa o zaman anlarlar “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lileri ve AKP’nin papatyalarını.'''

Öğrenmek istiyorlarsa, onlara ulaşmak bunlar için bir telefon kadar yakın. Ama onlar da birçok şeyi biliyorlar, ama bilmiyormuş gibi davranmak işlerine mi geliyor bilmiyorum. Adalet eski bakanlarının çoğunu tanırım. Abdulhamid Gül’e birkaç kez mesaj gönderdim, bakalım oradan nasıl bir karar çıkacak. Bu Baro kurulurken, herhalde, böyle bir durumla karşılaşacaklarını hiç düşünmediler. Gül artık bakan da değil, geri dönüşü bile olmadı. Derdim, yardım istemek değil, ‘kendinize kötülük etmeyin’ diye “kardeşlerimi” uyarmak görevini ifa etmekti!

Bu konuda partili ya da partisiz kimseden “bana yardım edin” diye bir talepde bulundum mu? Bulunmam! Halimi Allah’ıma arzederim, “Hasbunallah…” diye, O yeter! Bunların bir avukatını, bu dava ile ilgili olarak, İstanbul’da “Bizim Baro”ya şikayet ettim, bakalım ne sonuç çıkacak. Yola çıkarken böyle bir durumla karşılaşacaklarını hiç düşünmediler tabi. Allah (cc) insanı böyle imtihan eder!. İnsanlar servet, iktidar, makama kavuşunca bazan daha öncesini unutabiliyor. Servet ve iktidarın dönüştürücü gücü, önce kendine sahip olanları dönüştürüyor, büyük ölçüde. Bizler her zaman her yerde ve her konuda şu kuralı aklımızdan çıkarmamalıyız ve kimse bu konuda nefsine de fazla güvenmesin. Aklınız ve imanınız sahip olduğunuz servet, iktidar ve güçten fazla sorun yok. Ama servet ve güç, aklınız ve imanınızdan fazla ise, o servet güç, önce aklınızı, sonra imanınızı dönüştürür. Bizim kitabımıza, göre “zulüm adaletin yokluğudur”. Gece-Gündüz gibi, ışık yoksa karanlık vardır. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Adaletin yokolduğu yerde zulüm olur. “Babamıza karşı da olsa, Haklı olan düşmanımızda olsa, onun Hakkını babamıza karşı savunmakla emrolundur”. Bunu başkalarına karşı söylemek güzel de, takım, parti, tarikat, kavmiyetçilik sözkonusu olunca!

Bunlar görevdeyken de, görevden ayrıldıktan sonra da halkla ilişkileri hiç sağlıklı değil. Algı sihir gibidir. O algı ile insanları yanlışa yönlendirmeye devam ederseniz, gün gelir bu silah elinizde patlar!. “Biz gidersek onlar” gelir korkutmacasıyla, nereye kadar gidebilirsiniz ki! Önünüze çıkanları ezip geçerek gitmeye kalkarsanız gün gelir, yaptıklarınız ayaklarınıza dolanır. Bakın “devlet aklı” böyle şekillenmez. Fildişi kuleden çıkmazlarsa, halka tepeden bakan, buyurgan, ulaşılmaz, sağır bir siyasetin sonu hüsran olur. Meddahlar efendilerine gerçeği söylemezler. Media, STK’yı susturursanız, aslında sağırlaşan siz olursunuz. İstihbarat raporları da o zaman sizin duymak istediklerinizi aktarmaya başlar size.

Ya da, İsmail Kahraman, Kamu Denetçiliği Kurumu baş denetçisi Şeref Malkoç bu konuda ne yaptılar bilmiyorum. Sadece bunlar değil tanıdıklarım, bunlardan tanımadıklarım daha az, onların bir kısmı hakkında “Nasıl bilirsiniz” deseniz, iyi bilmem! Kişisel yanlışlarını bilmek de istemem. Bana bunlar yapılıyorsa ve benim gibi biri bile bu konuda derdini kimseye anlatamıyorsa, vay benim garib yurttaşlarıma. O garibanlar ne yapsınlar.

Sahi anlamadığım, Ya hu, o yazıda o İK’larında Bu fahişeler ve türevlerine pozitif ayırımcılık uygulayacaklarını açıklayan o 3 Holding’in adı. Niçin başkaları değil de, bu 3 Holdingin geçiyor, bunların alamet-i farikası ne? Çözüm için niçin “Bizim yeşil sermaye ne yapıyor” diye, benim de istişare kurulu üyesi olduğum birilerini göreve çağırıyorum? Hiç düşünmez misiniz. Akletmez misiniz.

Biz daha şunu anlayamadık, anlatamadık, nasıl oluyor da, İngilizcesine yasal olarak Pozitif ayırımcılık yapılan ve “onur” kabul edilen bir işin Türkçesi, ya da Kur’ani bir ifade ile eleştiri maksatlı telaffuzu nasıl “ağzınıza almaktan haya ettiğiniz, edepsizce söylemiş bir söz” oluyor.

Kime söylendiği belli olan bir ifadeyi birileri hangi akılla üstüne alınıyor. Tabi ki ortada “organize bir iş” var. Talimatla, kopyala - yapıştır dilekçelerle 80 ilden yapılan suç duyuruları var. Şimdi birileri, bana, “halk bu ifadeyi yanlış anladı, biz itibar kaybına uğradık, sen özür dile” diyorlar. Allah korusun. Özür dilemeleri gereken kendileri.

Ben yazımın da, yazımın doğru anlaşılması için yaptığım açıklamalar ve savunmaların arkasındayım. Allah (cc) herşeye Şahid! Onlar bana yaptıklarında dolayı korumaya çalıştıklarını söyledikleri itibarlarına zarar veriyorlar. Kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar. Talimatla yaptırdıkları şikayetler dışında tek bir kişi şikayetçi değil. Hemen hiç biri de ne duruşmaya geldi, ne de avukat gönderdi. Zaten şikayetçilerin yarıdan fazla artık o görevde de değil. Kimi ölmüş, kimi istifa etmiş, kimi görevden alınmış. Zaten bu işin başını çeken örgüt KADEM! Ben bunlara neyi nasıl anlatayım ki!

GENDER Biyolojik cinsiyeti değil, Toplumsal cinsiyeti ifade eder. Hanımefendiler “Toplumsal cinsiyet adaleti” konferansları düzenliyorlar. Ötekiler, “eşitlik” diyor, bizimkiler “adalet”. Ne de Adaletmiş; “Toplumsal cinsiyet”te!.. “Toplumsal cinsiyet” ne, “Biyolojik cinsiyet”in alternatifi.

Hırsızlar çaldıkları malı, eşit mi paylaşacaklar, riske göre adil şekilde mi paylaşacaklar, nasıl bizim işimiz olamazsa, bu tartışmanın da tarafı biz olamayız. Ama birileri bu tartışmaya taraf. Mesela diyorlar ki “Varoluşta eşitlik, sorumlulukta adalet”! “Yaratılış” yerine ikame edilmek istenen Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk)’i kullanarak siz yerli ve milli bir medeniyet inşa edemezsiniz. Bunu ifadeler kendi internet sayfalarına logo şeklinde yerleştirmişler.. Görmüyorlar mı, anlamıyorlar mı, görüyor-anlıyor umursamıyorlar mı? Hiç kimse bunlar uyarmıyor mu? (Ben uyardım da ne oldu!? Bana kalırsa yakınlarındaki dostları uyarmaya devam etsinler. Yoksa gelecek günler, onlar için geçen günleri aratacak) İlahiyatçı ve Felsefeci dostlarınız vardır arayıp sorun, öğrenin yaratılış ile varoluş arasındaki farkı. Onlara bunları bile anlatmak zorken, ben onlara neyi anlatabilirim ki! “Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım”!

Selam ve dua ile.

NOT: Benim davamda müşteki olanlar, Allahınızı severseniz, Şu dava konusu olan “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler, AKP’nin papatyaları”, “(LGBT’ye pozitif ayrımcılık uygulaycakları açıklaması yapan 3 holding’in adı zikredilerek), Bu fahişeler ve türevlerine pozitif ayırımcılık yapacaklarını söylerken bizim Yeşil Sermaye ne yapıyor” demişim..

Yani, AK Parti ve KADEM’i MÜSİAD’a mı şikayet ediyorum!? Kimin ayağına basıyorum, ses nereden geliyor!
Bu ifadelerin geçtiği yazıyı bir daha okuyun.
Kendi hesaplarınıza alet ettiğiniz o 80 İlin kadın kolları üyelerinden özür dileyin önce.
Sonra bu ülkeyi böyle bir dava ile bu kadar süre meşgul ettiğiniz için bu ülke halkından özür dileyin.
Daha sonra benim, ailem ve dostlarımdan özür dileyin.

Benim savunmalarıma bakın. Ve düşünün!
Sahi işin başında arabuluculuk teklifini niçin hiç biriniz kabul etmedi. Talimat aksi yönde miydi? Sizin hiç aklınız, iradeniz yok mu?
Unutmayın müştekisi olduğunuz davanın sanığı olabileceğiniz bir gün var!
O bu dünyada da olabilir, ama bir gün mutlaka, bu dava önünüze gelecek.
Ben yerimi seçtim, siz de seçin!

Huu! Sesim geliyor mu?
Bu mesajı inşallah duyanlar, duymayanlara iletir.

Bu yazı toplam 340 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar