Kur'ân ve Bahar Mevsimi
İnsan yenilik ve çeşitliliğe meyilli bir yapıya sahiptir; tekdüzelikten ve yeknesaklıktan bıkar...
Çeşitlilik ve Yenilik Eğilimi
İnsan yenilik ve çeşitliliğe meyilli bir yapıya sahiptir; tekdüzelikten ve yeknesaklıktan bıkar. Yenilik ve çeşitlilik insanın varlığında olan gereksinimlerdendir. Bunun sebebi nedir? İnsan bir şeye karşı çok istekli olmasına rağmen, onu elde ettiğinde neden heyecanı kırılır, soğur ve hatta nefret etmeye bile başlar?
Bazıları bunun nedenini şöyle açıklamıştır: Bu özellik insanın zatından kaynaklanır. İnsan hep sahip olmadığı şeyleri arzular. Sahip olmak, aşk ve isteğin ölümüdür.
Başka bir grup ise daha dakik bir açıklama getirmiş ve şöyle demiştir: İnsan, gerçekten zat ve yaratılışından kaynaklanan bir isteğine ulaştığında asla ona karşı soğumaz ve isteği kırılmaz. İnsanın fıtrat ve yaratılışında yüce ve kâmil bir sevgili vardır ve bu sevgili, sonsuz kemale sahiptir. Gerçekte insan, peşine takıldığı her sevgilide gerçek sevgiliden bir iz görür ve gerçek sevgilisi olduğunu düşünerek peşine takılır. Ona kavuştuktan sonra gerçek sevgilisinin özelliğini onda bulamaz ve varlığındaki boşluğu onun doldurabileceğine kadir olmadığını anlar. Bu nedenle bir başka sevgilinin izini sürer ve böyle de devam edip gider. Bir gün asıl ve gerçek sevgilisini bulduğunda ise, sonsuz kemal ile bağlantıdan ibaret olan gerçek kemal ve yetkinliğine kavuşur; mükemmel bir sevinç, neşe ve mutluluğa boğulur. Ebedî bir huzura kavuşur ve artık yorgunluk nedir bilmez.
Kur'ân-ı Kerim bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:
“İyice bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.”[1]
Kur'ân-ı Kerim cenneti şöyle tanıtmaktadır:
“Orada ebedî olarak kalırlar ve oradan ayrılmak da istemezler.”[2]
Yani ahiret nimetleriyle dünya nimetleri arasındaki fark, insanın bu dünyada değişimi ve ahirette ise değişmezliği istemesidir.
Her halükârda insan bu dünyada yenilik ve çeşitlilik talibidir. Özellikle hayat bağlamındaki yenilik, insanın düşüncesinin filizlenme nedenidir. Yenilik ve çeşitlilik insanın sıkıntısını giderir ve ferahlatır.
Her zaman yeni bir yüz, yeni bir güzellik
Nitekim yeniden görmek sıkıntıyı dindirir.
Dinin şeriat ve yasama boyutu da bu noktayı göz önünde bulundurmuş, haftada belli bir günü ve yılda belli bir ayı özel bir ibadete tahsis etmiştir. Haftanın Cuma günü ve yılın Ramazan ayı, manevî hayatı yenileme ve maddî bıkkınlıklardan arınma zamanıdır.
Bir hadis şöyle buyurmuştur:
“Her şeyin bir baharı vardır ve Kur'ân'ın baharı da Ramazan ayıdır.”[3]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kur'ân'ı öğrenin; çünkü o, gönüllerin baharıdır.”
Tabiat baharını, bir süre uzaklıktan sonra sıcak ışınlarıyla ölü tabiatı dirilten ve uyuyan toprağı uyandıran güneş getirir. Ölü gönüllere ve solgun canlara manevî baharı getiren de Kur'ân güneşidir. İnsan, hem maneviyatın ve hem de doğanın bahar fırsatından yararlanmalıdır. Yüce Allah Resulü (s.a.a) manevî bahar -yani mübarek Ramazan ayı- hakkında şöyle buyurmuştur:
“Dürüst niyetlerle ve temiz kalplerle Allah'tan dileyin ki ona kulluk etmede ve kitabını okumada sizi başarılı kılsın.”[4]
Bahar Mevsiminden İnsanın Payı
Kur'ân'ın birçok ayetinde toprağın hayat yenilemesi, insanın ibret alması ve ders çıkarması gereken bir gerçek olarak hatırlatılmıştır. İnsan, bu mevsimden nasıl faydalanması gerektiğini ve nasıl bir ilham alması gerektiğini bilmelidir.
Yeryüzünün üç evladı olan bitki, hayvan ve insanın her birinin bu canlılık veren mevsimden bir payı ve bir hakkı vardır: Bitkiler ve çiçekler bu mevsimde kendi olgunluk kemaline ulaşır ve en yüce şekilde güzelliklerine canlılık katarlar. At, inek ve koyun suya ve ota kavuşur ve böylece de semizlik kazanırlar.
İnsan da insan olması bakımından, akıl ve düşünce sahibi olması bakımından, gönül ve duyguları olması bakımından bu genel feyizden pay sahibidir. Peki, insanın payı nedir?
Bazı insanlar, kendileri için bir ders niteliğinde olan bahar mevsiminden sırlar ve hakikatler keşfederler. Esefle belirtmek gerekir ki bazı insanlar da ancak hayvanlar düzeyinde bu mevsimden faydalanır. Sözünü ettiğim kesimin, yaratılışın bu yüce tecellisinden aldığı tek sonuç karın doyurmak, sarhoşluk arbedesi, mestlik ve hayvanlığın en alt aşamasına yuvarlanmaktır. Onlar bu mevsimden değil, bu mevsimde en iğrenç huy ve yetilerinden ilham alırlar. Cinayet ve adam öldürme, fuhuş, ahlâk rezilliği, sınırları aşma ve insanî değerleri hiçe sayma ilhamı alırlar.
Böylesi bir lütuf, sefa ve canlılık mevsiminde gönül kararması, kalp katılaşması ve ruh karanlığı kazanmak zavallılığın en son basamağı değil de nedir?
Bahar mevsimi, toprağın hayat tazeleme ve yeniden diriliş mevsimidir. Bahar, toprağın dirilik ve güzellik mevsimidir. Bahar, toprağın yeni koşullara adım atması ve en büyük ilâhî nimetlerden biri olan dirimi kabule hazırlandığı bir mevsimdir.
Kur'ân-ı Kerim'de yerin ve toprağın hayat tazelemesi olayına defalarca dikkat çekilmiştir.
Kur'ân ve Bahar Mevsimi
Kur'ân-ı Kerim bir ayetinde, bahar mevsiminden alınması gereken derse işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“...Ve yeryüzünü kupkuru görürsün, fakat ona yağmur yağdırdığımız zaman harekete gelir, kabarır ve çeşitli, çifter-çifter güzelim nebatlar bitirir. Bu da, şüphe yok ki Allah'ın gerçek oluşundandır ve şüphe yok ki O, ölüyü de diriltir ve şüphe yok ki O'nun, her şeye gücü yeter.”[1]
Bütün varlık âleminde -canlı ve cansız bütün varlıklarda-, tümüyle âlemi bir beden ve bir gövde gibi gösteren bir düzen, bir hesap, bir birliktelik ve uyum vardır. Bu bedenin aza ve organları arasında olan bağlantı ve uyum, bir tümel irade ve tedbirin bütün âleme hâkim olduğunu ve ona tutarlılık verdiğini göstermektedir; bu âlemin parçalarının kendi başına bırakılmadığını ve bu düzen içinde hem kendi görevini yerine getirdiğini ve hem de diğer parçalarla birlikte bir uyum içinde varlıksal işlevini gerçekleştirdiğini ortaya koymaktadır. Kur'ân-ı Kerim, âlemdeki bütün varlıkların sahip oldukları bütün güçlerle birlikte bir iradenin emrine tâbi olduğunu buyurmaktadır. Bu, genellikle âlemdeki düzenden hareketle düzen verenin varlığının kabul edildiği yoldur. İnsan bu yolla, yüce Allah'ı düzen ve yaratıcılıkta görür.
Canlılar bağlamında ise bu derse ilaveten bir başka ders daha alınır. O da, yüce Allah'ın ölü varlıklara can vermesi ve onları diriltmesidir. Yani yüce Allah, bu varlığın maddî aza ve parçalarına düzen vermekle birlikte, yoksun olduğu bir gerçeği ve yetkinliği de ona verir. Evrenin ölü zerrelerine ne kadar düzen verilirse verilsin bu düzen, olmayan bir gerçeği var edemez. Canlılar alanında ise düzenin yanı sıra mevcut olmayan bir gerçek de ifade edilir. Hayatın olmadığı ölü bir maddede hayat ortaya çıkar; şuur ve algının olmadığı maddede şuur ve algı ortaya çıkar; aşk ve heyecanın olmadığı maddede aşk ve heyecan ortaya çıkar; aklın olmadığı bir maddede akıl ortaya çıkar; his, idrak ve zevkin olmadığı maddede his, idrak ve zevk ortaya çıkar. İşte bu nedenle Allah'ı canlı varlıklarda varlık ve yetkinliği ifade edici, kemale vardırıcı ve feyiz verici olarak görmekteyiz. Hayat veren ve öldüren, var eden ve yok eden olarak görmekteyiz.
Bu bağlamdaki Kur'ân ayetleri üç gruptur:
-Bazı ayetler, yerin dirilme olayını tevhidin kanıtı olarak göstermektedir.
-Diğer bazı ayetler, dirilme olayını ahiretten bir örnek olarak ortaya koymaktadır.
-Üçüncü ayetler grubu ise, her iki konuya temas etmektedir.
Kaynak: Mutahhari'den 20 Konuşma, çev. Cafer Bayar, Kevser Yay., s. 247-258.
[1] Ra'd, 28.
[2] Kehf, 108.
[3] el-Kâfî, c. 2, s. 630.
[4] Uyûnu Ahbari'r-Rıza (a.s), c. 1, s. 295. Burada, «O'na kulluk etmede» yerine «onun orucunu tutmada» ifadesi yer almıştır.
intizar.web