Abdurrahman Dilipak
Livaneli, Deniz Baykal, Özal
Zülfü Livaneli’nin, İrfan Aktan’a verdiği röportajda, Baykal’ı “solcu” değil “tipik bir Sünni” olarak niteleyerek; “Deniz Baykal Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmez” demesi, CHP içinde farklı tartışmaların yaşanmasına sebeb oldu. Röportajda Bülent Ecevit, Erdal İnönü ve Deniz Baykal’la ilgili atıflar vardı.
Bu tartışma bana İnönü ile Ecevit arasındaki “ortanın solu” tartışmasını hatırlattı. 27 Mayısçılardan, milliyetçi takımdan birileri darbeciler tarafından tasfiye edilirken, soldan birileri de kendi arasında çatışmaya başladılar. 12 Mart’a öyle gelindi. 68 kuşağı hikayesi ile ABD “tatlı su solcuları”nı oyalarken bir yandan da CHP’den Kasım Gülek, Fuat Doğu ve Diyanet’ten Yaşar Tunagür üzerinden bugünkü FETÖ servis ediliyordu. Bu kargaşa içinde kimse Bretton Woods’un ne olduğunu bile tartışmadı. 74 affından sonra 1. MC kurulduğunda aslında sağ-sol çatışmasının zemini de hazırlanmıştı. Komkar ve Rızgari’den sonra Kürdistan İşçi Partisi adı altında PKK, Abdullah Öcalan tarafından 1974 yılında kuruldu. 1978’de İran’da Şah’a karşı ayaklanmalar başladı. ABD’nin desteklediği “Halkın Mücahidleri” isimli sol grub başarılı olamadı. Kum muhalefetin sözcülüğünü üstlendi ve 1 Şubat 1979’da Humeyni Tahran’a geldi. 4 Aralık 1979’da SSCB Afganistan’ı işgal etti. Bu işgal 15 Şubat 1989’da sona erdi.
Bakıyorum da tarih tekerrür mü ediyor diye kendi kendime sormadan edemiyorum.
Bütün bu olaylar göz göre göre oldu. Bugün de AK Parti’de, CHP’de ve diğer partilerde olanlara bakıyorum, şark cephesinde yeni bir durum yok gibi.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçime var. İlginç olaylar oluyor. Siyasette atomizasyon süreci yaşanıyor. Siyaset, Bürokrasi, Media, Adalet, Sermaye ve Akademiye güven dip yaptı sanki. STK’lar, cemaat yapıları adeta buharlaştı. Anayasa değişikliğini konuşuyoruz ama, halk büyük ölçüde bu sürecin dışında. Tam böyle bir zamanda CHP’de Livaneli, Baykal tartışması üzerinden bir anda işler karıştı. Kim kimdir belli olmadı. Livaneli’nin sağ, Sünni tanımına göre, mesela Erdal İnönü de sağcıdır aslında. Hatta Ecevit de ortanın sağına düşer.
Aslında sağ-sol da kalmadı, Alevi-Sünni de. Özal 4 eğilimi bir araya getirmiştir, şimdi ortaya çıkan dört eğilim macunu ya da aşuresi, kokteyli, ne dersiniz deyin. Bu alemde herkes maskeli ve kim kimdir belli değil. Hatta Tahir Çalgüner ve birileri sol, sosyalist, demokratik sol, sosyal demokrasiyi tartışıyor. Kemalizm ve Atatürkçülük tartışılıyor. Uzlaşı mümkün değil. Herkes Atatürkçü olmak zorunda olunca herkes kendi Atatürk’ünü kendi üretti. Perinçek’in Atatürk’ü ile Erbakan’ın, Erdoğan’ın Atatürk’ü bir mi? Devlet Bahçeli’nin Atatürk’ü ile Kılıçdaroğlu’nun Atatürk’ü bir mi? Zaten daha bu tartışma yeni başladığında Atilla İlhan “Hangi Atatürk” diye sormuştu, Nadir Nadi de “Ben Atatürkçü değilim” diye bir kitap yazmıştı. Ne yani, Kenan Evren’in Atatürk’ü ile Özal’ın Atatürk’ü aynı olabilir mi?
İsmail Nacar, Livaneli’nin açıklaması tartışılırken aradı ve “Livaneli, ‘Millet İttifakı’nın ortak adayı olmak istediği için, Kılıçdaroğlu’nun da bilgisi dahilinde bazı temaslarda bulunuyor” demişti. Nacar başka şeyler de söyledi bu konuyla ilgili: “Edindiğim bilgilere göre bu temasların başında da, Brüksel’deki sözde ‘Kürt parlamentosu’ ile Paris’teki ‘Kürt Enstitüsü’ bulunuyor. Yine öğrendiğim kadarıyla bu iki kuruluş ile birlikte Kandil de, kendisini destekleyecek. Ancak benim buradaki endişem, Livaneli’nin ‘solculuk’ ve ‘ulusalcılık’ anlayışıdır. Hatırlanacağı gibi merhum Erbakan’ın, Kürt sorununun çözümü konusunda Başbakanlıkta benimle bir görüşmesi olmuştu. Büyük gürültü koparan o görüşmede, Zülfü Livaneli de safını belli etmişti. Örneğin, 21 Eylül 1995 tarihli Milliyet gazetesinde, ‘Aydınlar, Güneydoğu Sorununu Çözmeye Yetmez!’ başlıklı yazısında, bu görüşme ve barış çabalarımızı değerlendirirken yazısını şöyle tamamlamıştı: ‘...Ne var ki ciddiyet derken gizlilik de ötesini düşünmek gerekiyor. Abdullah Öcalan’la görüşen İsmail Nacar, HADEP başkanı gibi isimler Türkiye’nin olağan, gündelik ilişkileri içindedir. PKK ise Türkiye’nin bir iç sorunu olmaktan çok, uluslararası boyutlara sahip bir Gordion düğümüdür. Bu bakımdan çözümü de uluslararası ilişkilerden geçer. Sorumlu, ciddi ve gerçekten barışa yürümek isteyen bir hükümet, bu işi önce diplomasi cephesinde ele almalı, bin bir gizli ilişkiyle ve Türkiye’nin kozlarını iyi kullanarak, Amerika’dan Rusya’ya, İran’dan Suriye’ye, Fransa’dan Almanya’ya, İngiltere’ye kadar birçok tarafla müzakereler yürütülmelidir. Çünkü bu tarafların hepsinin çorbada tuzu vardır. Onlar olmadan işin çözülmesi güçtür’. “Nacar’ın açıklamalarından çıkan sonuç şu: Zülfü Livaneli burada, ‘Bu Kürt sorunu, Erbakan’ın milli politikasıyla değil, uluslararası sistemin rızası alınarak çözülür’ demek istiyor. Nacar’a göre, Livaneli “gerçek solcu”(!) bir cumhurbaşkanı adayımızdı.. ABD Başkanı Biden Türkiye’de muhalefeti destekleyecekleri yönündeki açıklamalarından sonra “Amerikano sol”da bir heyecan bir heyecan.. ABD’nin “mavi boncuk” politikası hemen her çevrede bir heyecan uyandırmış durumda. Politikacıların sağcısı solcusu, yerlisi, millisi, globalisti, demokratı, cumhuriyetçisi, ulusalcısı (!) hemen birçoğu şirinlik muskası yazdırmış gibi. Hepsinin ilk adı “Amerikano” olduktan sonra 2. adları önemli değil.
Sosyal mediada biri “Livaneli, açıkça Ecevit ve Baykal’ı solun içine sızmakla görevli ajan olarak suçluyor, ajan. Bir şahsın değil solun şekerlendiğini çok net görüyoruz” diye yazmış. Livaneli FETÖ tabirini kullanmıyor ve “Gülen hareketi” diyor bunun yerine. Aslında Gülen’in olmadığı yer mi vardı, bir başka açıdan baktığınızda! Biden’a göz kırpıyorsanız, Biden’ın FETÖ’yü himaye ettiğini de bilirsiniz.
Peker’in açıklamaları birilerinin kimyasını bozmuşa benziyor. CHP’liler AK Parti’yi suçluyor da, peki CHP kendilerine yönelik iddialar konusunda bir işlem yaptı mı? Hem bir işlem yapacak olurlarsa ya arkası gelirse, ki gelir. O zaman karşı mahalleye sallamaya devam.
Yeni tip politikacılar aslında “hibrit” özelliği taşıyor. Bulundukları ortamın boyası ile boyanıyorlar. Onun için bu tipler her yerde varlar. ABD de her kesimdeki bu tiplere oynuyor. Sonuçta kim kazanırsa kazansın, ya da kim kazanır gözükürse gözüksün, ABD kazanıyor. Siyaset meşru zemininden uzaklaşırsa kumar salonundaki rulete benzemeye başlar. Bu salonda asıl kazanan hep kumarhane sahibi olur! Zaten bu salondaki zarlar, kartlar, makine hep hileli. Siz siz olun bu kumarbazların masasında piyon olmayın. Aman dikkat! Her yerde bu “Hibrit tip politikacılar”.. Onlar Şeytanın kankasıdırlar. Bunların sağı-solu yok. Bu “Şeytan tüyü” taşıyan “İngiliz anahtarı” tiplerden uzak duralım. Selâm ve dua ile.