Mazlum-Der’den 17 Aralık açıklaması…
MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, 17 Aralık ve sonrasındaki gelişmelere ilişkin basın açıklaması yaptı.
17 Aralık 2013 ve sonrasında, medyada “rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” adıyla öne çıkan adli soruşturmalar kapsamında, aralarında yüksek bürokratlar, iş adamları ve bakan çocuklarının da bulunduğu kişilere yönelik yakalama, gözaltı ve tutuklama evresiyle başlayan sert tartışmalara ve güçler mücadelesine tanıklık etmekteyiz.
Kamuoyunda, “Hükümet ve Cemaat”in iktidar mücadelesi olarak öne çıkarılan bu sürecin, toplumda yol açtığı cepheleşme ve bölünmüşlük hali, fazlasıyla kaygı vericidir.
Gerekçelerinden bağımsız olarak ve haklı/haksız ayrımına girmeksizin söylemek gerekir ki yaşanmakta olan durum, manipülatif haberler ve bilgi kirliliği ile gelişerek karşılıklı suçlamalarda sınır tanımayan bir çatışma atmosferidir. Bu kutuplaşma ve çatışma hali, toplumsal barışı ve adalet duygusunu zedelemektedir.
MAZLUMDER olarak 17 Aralık ve sonrasında yaşanmakta olan güç ve iktidar mücadelesinin taraflarını, sulha ve yasal sınırlara çekilmeye davet ediyoruz. Zira bu mücadelenin ve mücadele tarzının kazananı olmayacaktır. Toplumda telafisi güç, kalıcı hasarlara yol açması kuvvetle muhtemel bu sürecin aktörlerine aşağıdaki hususları hatırlatmayı tarihi ve vicdani bir görev biliyoruz.
1-) Siyasal meşruiyetin kaynağı, halk desteği yani seçimlerdir. Bir ülkede yönetim yetkisi, seçimle iş başına gelen hükümetlerindir. Hükümetlerin denetimi ise yargısal, siyasal ve sivil kanallarla gerçekleşir. Siyasetçilerin rüşvet, irtikab ve nüfuz ticareti gibi toplumsal nitelikli suçları işlemeleri ve suçun açığa çıkması halinde, olayın siyasi sonuçlar doğurması sadece Türkiye’ye has bir durum olmayıp evrensel bir gerçekliktir.
2-) Hükümet dışı siyasal partilerin, kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sosyal grup ve cemaatlerin gerekli gördüklerinde hükümetlere muhalefet etme hakları vardır. Kriminal bir faaliyete dönüşmedikçe muhalif duruşu seçenler, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü en geniş şekilde kullanabilmelidirler. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının yoğunlukla tartışıldığı bir vasatta, kamusal tartışmanın ve protestoların bu konuya odaklanmasından daha tabii bir sonuç olamaz. Kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik kriterlerinin cari olması temel bir ilkedir. Yolsuzluk ve rüşvet gibi tüm toplumu ilgilendiren iddiaların, siyasal sorumlulardan hesap vermeleri talebini doğurması tabii bir sonuçtur. Yürütme organına düşen sorumluluk, iddialar konusunda toplumu rahatlatmak ve sorumluların hesap vereceği konusunda ikna edici bir siyasal irade ortaya koymaktır. Aksi yönde, kamusal tartışmayı engelleyen bir üslup ve politika izlenmesinin, siyasal sorumluluğun zımnen üstlenilmesi sonucunu doğuracağı izahtan varestedir.
3-) Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, sadece yönetilenleri değil, yönetenleri de bağlayıcı ilkelerdir. Hiçbir kimse nesebinden ve konumundan aldığı imtiyazla yargı bağışıklığına sahip olamaz. Bu açıdan, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının “kimlere ilişkin olduğuna bakılmaksızın” etkin, hızlı, şeffaf ve adil bir biçimde soruşturulması, sorumluların cezalandırılması, masumların aklanması, “adalet”in gerçekleşmesi, toplumun huzuru ve siyaset kurumunun temizlenmesi açısından elzemdir.
4-) Ceza hukuku açısından suçluluğu sabit oluncaya kadar herkes masumdur. Bu ilke, hükümeti veya cemaati hedef alan yayın ve açıklamalarda, karşılıklı olarak ihlal edilmektedir. Her iki cenahtan da suçu sübut bulmayan kişiler ve kurumlar, suçlu olarak lanse edilmektedir.
5-) Anayasal güçler ayrılığı prensibi, hak ve adalet esaslı bir devlet düzeninin temel şartıdır. Yargı bağımsızlığı da adaletin ayrımsız ve eşit olarak tecelli etmesi için yaşamsal bir ilkedir. Yargı bağımsızlığı, “adli sistemi” , meşru iktidarı kullanan yürütme organının olası haksız ve keyfi müdahalelerine karşı koruyan olmazsa olmaz bir ilke olduğu gibi yürütme organı dışındaki güç odaklarına karşı da koruyucu bir ilkedir.
6-) “Paralel devlet” iddiaları açısından söylemek gerekir ki, devlet kurumları içerisinde yasalar ve ast-üst hiyerarşisi dışında herhangi bir merkezden veya cemaatsel yapıdan talimat alan, bu doğrultuda adli/idari işlem tesis eden, karar alan ve eylem icra eden kamu görevlilerinin varlığı hukuk devleti açısından kabul edilemezdir. Evrensel hukuk kuralları karşısında böylesi hukuk dışı bir durum savunulamaz. Böylesi bir durum, yetkisini seçimler yoluyla halktan alan siyaset kurumunun kullanımına tahsis edilen yürütme erkinin fiilen ilgası demek olup en kısa sürede şeffaf ve adil bir yargılamaya konu edilmelidir ki halk iradesine ve meşruiyete saygının gereği yapılmış olsun. Bu cümleden olarak, geçtiğimiz günlerde adalet eski bakanlarından birinin “Yargıtay’da dosyaları Pensilvania’ya gönderip görüş soranlar var” ifadesi, var olduğu iddia edilen paralel yapılanma hakkında hükumetin yıllar öncesinden bilgi sahibi olduğu izlenimi doğurmaktadır. Aslında bir anayasa suçu niteliği taşıyan böylesi bir süreçle ilgili, sorumlu bakanın nasıl bir tedbir uyguladığını ve ne sonuç aldığını, tedbir uygulamadı ise neden uygulamayıp da şimdiye dek sustuğunu ve “paralel yapıdan” şikâyet ettiğini açıklaması gerekir.
7-) Hükümet yetkililerince sıklıkla ifade edilen, rüşvet ve yolsuzluk operasyonu üzerinden “hükümete yönelik” dış güçlerin müdahalesi ve uluslararası komplonun var olduğuna ilişkin iddialar, kanıtlarıyla ortaya konulmalıdır. Yargı ve emniyet içerisindeki kamu görevlileri tarafından kaynağını hukuktan almayan bir takım yetkiler kullanılıyor ise ya da zikredilen kurumlarda uluslararası boyutları da olan bir suç organizasyonu ile işbirliği faaliyeti var ise sorumlular hakkında adli ve idari soruşturmaların en kısa sürede yapılması, bu suçları işleyenlerin cezalandırılması gerekmektedir. Bu da, yargının ve hükümetin asli sorumluluklarındadır. Genel Kurmay karargâhında emir-komuta zinciriyle talimatlandırılan yargıçlar tarafından “adil yargılanma hakkı” çiğnenerek yapılan “28 Şubat Dönemi Yargılamaları”nın yenilenmesine dönük haklı toplumsal talep defalarca dile getirilmesine rağmen dikkate alınmamışken, “Paralel Devlet” tartışmaları bağlamında Ergenekon ve Balyoz yargılamalarının yenilenmesine dönük bir teşebbüs “hukuk önünde eşitlik” ilkesini ayaklar altına alır. Eğer yargılamalarda bir hukuksuzluk varsa elbette yargılamaların yenilenmesi esastır ama istisnasız olması koşulu ile.
8-) Rüşvet ve yolsuzluk soruşturması açısından, hükümet cenahından yargı mensuplarını ve kurullarını itham eden ve hedef gösteren açıklamaların yoğunlukla yapılması, Danıştay tarafından “soruşturmanın gizliliğine aykırılık” ve “idari düzenleme yetkisinin aşılması” gibi gerekçelerle yürütmesi durdurulan “Adli Kolluk Yönetmeliği’ değişikliğine ilişkin düzenleme, keza akabinde son günlerde bazı yayın organlarında gündeme getirilen hükümetin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararları verme yetkisine son veren bir düzenleme hazırlığında olduğu iddiaları, yargı bağımsızlığı açısından kaygı verici olduğu gibi rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına da müdahale edildiği izlenimi uyandırmaktadır.
9-) Yargıda ya da emniyette, kamu görevi icra edenlerin etnik, dini, mezhepsel, cemaatsel ya da başka mensubiyetleri nedeniyle, somut suç şüphesi ya da suç faaliyeti olmaksızın fişlenmeleri ve baskıya uğramaları ayrımcılık yasağına ve Anayasal eşitlik prensibine aykırıdır. Aynı şekilde, yargı ve emniyet içerisinde “cemaat” adına kadrolaşmalar yapıldığı, “cemaate” mensup olmayanların sindirildiği veya konu edilen bürokratik yapılara girerken dahi engellendiği iddiaları da vahimdir. Hukuk devletinde bu iki uygulamaya da yer yoktur.
10-) 17 Aralık ve sonrasındaki soruşturma sürecinde meydana gelen gelişmeler, savcıların yetki aşımı ile soruşturma yürüttükleri, mülki amirlerin soruşturma bilgilerini şüphelilere ileterek delil kararttıkları, iptal edilmemiş bir mahkeme kararı varlığını devam ettirirken kolluğun yargıyı dinlemediği iddiaları bir siyasal krizden öte bir devlet krizine işaret etmektedir. Bu kriz, bir taraftan devlet kurumlarının insicam içinde çalıştırılmasından sorumlu makam olan Cumhurbaşkanlığının acilen devreye girmesi gereğini ortaya koyarken diğer taraftan da özellikle yürütme, siyaset ve adalet gibi temel kurumlara ait yapısal sorunların “yeni anayasa” çerçevesinde bir an önce çözülmesi gereğini ortaya koymaktadır.
Kamuoyuna saygıyla arz ederiz.