Ahmet Taşgetiren
Meclis’te mi Oslo’da veya İmralı’da mı?
HDP oylarının seçim matematiği açısından stratejik değerde olduğunu herkes biliyordu. Tabii ki, “HDP oyları gelir her şey biter” gibi bir durum söz konusu değil. HDP’nin hepsi gelmeyebilir, o oylar gelirse buradan bazı oylar gidebilir vs… Ama HDP’nin yüzde 10’lar civarındaki oyu, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayını destekleyecek pozisyon alırsa, seçim sonuçlarının bundan çok çok etkileneceği açık.
O yüzden iktidar medyasında kıyamet kopuyor.
Kılıçdaroğlu HDP eş başkanlarıyla konuştu, sonrasında HDP’nin aday çıkarmayacağını açıklandı, bu Kılıçdaroğlu’nun destekleneceği anlamına geliyordu. O da, Erdoğan’ın kazanma şansını ciddi anlamda riske sokuyordu.
Bu arada Yeniden Refah Partisi ile ittifak girişimi akamete uğramış, imaj düzeltme amaçlı Mehmet Şimşek hamlesi boşa çıkmıştı. Bunların tamamı “seçim hesabı” idi. Şimdi emeklilere zam açıklanmıştı. Bütün tuşlara basılıyor, ancak belli ki hesap yine de tutmuyordu.
HDP işi “kötü” olmuştu. O zaman HDP desteğini Millet İttifakı’nın burnundan getirmeye yönelmek gerekiyordu. İktidar medyasındaki kıyamet tam da bunun içindi. Burnundan getirmek, yani “HDP – Kandil” denklemi üzerinden yürüyerek özellikle İyi Parti, bir miktar CHP, biraz muhafazakâr kitlelere hitap eden parti tabanlarında tedirginlik oluşturmak… İktidar medyasında bütün köşeler buna seferber oldular.
Kılıçdaroğlu ile Sancar ve Buldan’ın, heyetlerde başka isimlerin de bulunduğu bir masada ne konuştukları biliniyor. Kılıçdaroğlu, buluşmadan sonra üzerinde durdukları konuları ve kendi yaklaşımlarını madde madde açıkladı. Kılıçdaroğlu’nun bu hususları Millet İttifakı’ndaki paydaşlarına ahlatması kadar tabii bir şey olamaz.
Millet İttifakı, Cumhurbaşkanlığı yetkisinin “anahtar teslimi” Kılıçdaroğlu’na verildiği bir yapı değil. Paydaşlar da iradelerini Kılıçdaroğlu’na teslim etmiş değiller. Ortada metinler, metinler var. Liderlerin her safhada tavırlarını ortaya koyma imkanları var. Yani “Kılıçdaroğlu HDP’ye Millet İttifakı’nın anahtarlarını teslim etti” gibi bir durumun olması ihtimali sıfır.
Bu açıdan bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı gibi olmayacak. Böyle bir durumda, tek adamın mutlak belirleyiciliğinin olduğu yapılardan korkmak lazım.
Gizli görüşmeler denince, aslında bunun ilginç örneklerini yakın geçmişten biliyoruz. Misal Oslo’da, misal İmralı’da, hatta Kandil’de… Bu görüşmelerin tamamı, geçen 20 küsur yıllık sürede gerçekleşti. İktidar mesela, bu buluşmaların zabıtlarının açıklanmasını istemiyor, açıklayanlara büyük tepki gösteriyor.
O gizli görüşmelerin, “devlet meselesi – milli mesele” kapsamında içe sindirilmesi bekleniyor.
Kılıçdaroğlu HDP heyeti ile görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “Kürt sorunu dahil bütün sorunların Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde görüşülmesi” konusunun ele alındığını söyledi. Yani Kandil’de, İmralı’da ya da Oslo’da değil. Dolmabahçe Mutabakatı denen şey açık müzakerelerle nasıl hazırlanmıştı?
Bir ülke sorununun TBMM’de görüşülmesi kadar tabii bir şey olabilir mi? Gruplar var, komisyonlar kuruluyor, her parti üye veriyor, konu masaya yatırılıyor, herkes konuşuyor, anlaşılıyor, anlaşılamıyor, tekrar oturuluyor vs…
Kürt sorunu ya da mesela Alevilik sorunu… Başka tartışmalı konular…
“Meclis’te Kürt sorunu gündeme gelir ve HDP malı götürür!” Böyle bir şey mümkün mü? Kamuoyu diye bir şey yok mu? Kim hangi ülke sorununun çarpık çözümlenmesine rıza gösterir?
Belki bu tarz bir yöntem, HDP’nin başka ilişkilerden kurtulmasının da yolunu açar. HDP heyeti, Meclis’te konu görüşülürken ikide bir dışarı çıkıp Kandil ya da İmralı ile telefon trafiği mi işletecek?
Bu meselede asıl çarpıklık ne, biliyor musunuz? Meclis’te üçüncü büyük partinin devlet tarafından muhatap alınmaması. Ben görüşme trafiği gündeme geldiğinde “Kılıçdaroğlu HDP ile konuşmalı, Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmalı” diye yazdım. Niye konuşmuyor sayın Cumhurbaşkanı? Bu partiyi yok mu farz ediyor? HDP oyları başka, parti başkaymış! Nasıl bir mantık bu? Diğer partilerin yönetimleri ile tabanları da mı farklı o zaman?
Herkes biliyor ki, sadece bu tavır bile, bu ülkenin Kürtlerinde “Ayrımcılık bilinci”ni besliyor. Aynı Kürt seçmen, AK Parti’ye oy verdiğinde makbul, HDP’ye oy verdiğinde bölücü oluyor. Ya da ne oluyor birisi söylese ya!
Şimdi İmralı’dan bir mektup gelse ve o mektupta “HDP yanlış yaptı, Kılıçdaroğlu’nu desteklemek yanlış” gibi bir ifade bulunsa, sizce o mektup Cumhur İttifakı aktörleri tarafından tüm tv’lerde yayınlatılır mı yayınlatılmaz mı?
Teklif ediyorum: Bu sorunun cevabını doğru verene “hakikatşinaslık ödülü” verilmeli.