Abdurrahman Dilipak
Ramazana girerken, seçime giderken
Derin Gerçekler
Şu “AKP’nin papatyası” davası ile ilgili son duruşmadan sonra arayanlar, “göreceksin seçimden önce davadan çekileceklerdir” diyorlardı. Bunun benim için değil, kendileri için, davanın geldiği noktada bunu yapmalarının sendi lehlerine bir sonuç doğuracağını düşünecekleri varsayımı ile böyle düşünüyorlardı. Şimdi soruyorlar, ne oldu? Ben de onlara soruyorum “Ne oldu?” diye.
“AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP ve AKP’nin papatyaları cephesi”nde yeni bir durum yok! Zaten ben beklemiyordum da. Hele bir deprem, arkasında aceleye getirilmiş bir seçim sürecinde kimsenin bu detaylarla ilgilenecek zamanı yok. “Zamanı yok” diyorum da “Kırmızı çizgi” tartışması için kabineden, Gruptan birileri o zamanı buluyor. Sonra da “yalnız bırakıldım, yoruldum” diye sızlanıyorlar. Hatırlıyorlar mı bir zaman yaşanan Şimşirgil ve Boynu kalın olayını. Beni geç, ben 50 yılın müzmin sanığıyım. AK Parti benim için 50. Yıl Jübilesi yapıyor. Hem de Genel merkezi, 80 ili ile birden. Beni sorarsanız yalnız da değilim, yorgun da! Topyekun saldırıya geçtiklerinde de, güldüm geçtim. Onlara, bu kararı alkışlayanlara acıdım sadece, o günden bugüne de değişmediler. O konu hala gündemde. İnatla savunmaya, parlamak sallamaya devam ediyorlar. Aile konusu hala ülke gündeminde. Bu konunun gölgesi sandığa da yansıyacak. Konu İstanbul sözleşmesinden ibaret bir konu değil. Ama bu sözleşme sorunun kilit taşı. Sağında Lanzarote, solunda CEDAW, önünde UNOWOMAN var. Asıl sorun TransHumanizm, “Toplumsal cinsiyet” cinneti. Birileri onu “eşitlik” ambalajına sarıp pazarlarken, bizimkiler “Adalet” ambalajına sarıp pazarlıyor. Biri mor, biri yeşil. Biri dekolteli, ötekisi başı örtülü, başı açık karması, muhafazakar demokrat kotasından. 149 ülkedeki eğitim, sağlık, siyaset ve iş hayatını inceleyen Dünya Ekonomik Forumu, 2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu'nda Türkiye 130. Sırada idi. 2022 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporunda Türkiye 124. Sıraya yükselmiş.. Türkiye Etiyopya’nın ve Bangladeş’in gerisinde. Endonezya ve Nijerya da bizden önde. D8 ülkelerinin yarısı diğer yarısının önünde. Bir tek İran devre dışı. Mesela Suudi Arabistan hemen bizden sonra, bizim izimizden.. Onlar az zamanda çok işler başarmışlar anlayacağınız
Sorunun çözümünde öncelik ne olmalı? Çok basit, Def-i mazarrat, celbi menafiden evladır. Bu sözleşmeler ve imtiyazlı diplomatik dokunulmazlık verilen BM’nin BMKADIN (UNO WOMAN) örgütü faal olduğu sürece çözüm mümkün değil. Zira, dibi delik kova su tutmaz.
İstanbul Sözleşmesinden çekilmedik. Cumhurbaşkanın ifadesi sadece bir irade beyanı. Bu irade beyanının uygulama ile ilgili bir etkisi yok. Sadece psikolojik bir beklenti doğurdu o kadar. Türkiye sözleşmeden çekildiğine dair prosedürü başlatmadı. Bu sözleşmeyi bire bir mevzuata yansıtan yasa, yönetmelik, genelge ve tamimler hala mer’i. Ayrıca BM, CEDAW, İST. SÖZLEŞMESİ ve LANZAROTE’yi UNO WOMAN ile ilişkilendirdi ve her biri diğeri ile bütünleştirildi. Bu sözleşmelerin uygulanması, denetimi konusunda da UNO WOMAN görevlendirildi. Türkiye’de bu örgüte İmtiyazlı diplomatik dokunulmazlık verdi. Bugün, Türkiye düne göre, İstanbul sözleşmesinden çok daha güçlü bir tehditle karşı karşıya. Öte yandan, bu sözleşmelerin hepsinden çekilsek de, aile konusunda bir anda her şey biranda yoluna girmeyecek. Bu enkazı kaldırma zaman alacak. İhale ile çözülecek bir iş değil çünkü.
Bu kadar vakıf ve dernek var ne kadarı evlendirme, evlenenlere destek, konusunu öne çıkartıyor. Üniversitede okurken evlenmeyen gençler, evlenme yaşı çok yüksek. Geç evleniyor, çabuk boşanıyorlar, çocuk istemiyorlar, devam eden evliliklerin mutluluk katsayısı çok düşük. Dağılan aileleri nasıl toparlayacağız. Bu enkaz depremden daha küçük değil aslında. Boşanmaları nasıl önleyeceğiz. Bu durumda kim evlenir. Birlikte yaşayanlar çocuk yapar mı? Çocukların durumu, dullar, yetimler, çocuk sayısı ne durumda. Ayrılmış ailelerin çocuklarının psikolojik durumu ne soran var mı? Zaten “dini nikah” diye bir şey vardı, o da yasak. Hakemlik yasak, kadının şahitliği bir hukuk garabeti.
Bu sözleşmeler yokken de bu işler çok da doğru gitmiyordu. Yani sözleşmeden ayrılmakla sorun bitmiyor. Eğitim dedikleri ezbere dayalı başarıya odaklanmış, statü, kariyer arayışı peşinde üniversiteleri. doldurmuş iş bilmez bir işsizler ordusu ile karşı karşıyayız. Örtülü olmak ya da olmamak, bütün mesele bu mu? Bunlar şekilde ibaret ise tek başına bir anlam ifade etmiyor. İş, Kariyer, torpil, rekabet, akrabalık, komşuluk, çekirdek aile, gökdelenler, siteler, apartmanlar, göçmenler, Gettolaşan semtler..
Durumu madde madde ele alacak olursak: 1-16 Aralık 2022 tarihli Habertürk’teki “AK Parti bir eşiğin kapısına geldi” başlıklı yazısında daha önce AA’nın genel müdürü olan Kemal Öztürk bir tespitte bulunuyor “AK Partide bir genetik deformasyon” var. O durum bu davada dışa vuruyor, birine dokunuyorsun ses ötekinden çıkıyor. AK Parti ve KADEM “U borusu” gibidir. Onun için bu dava konusunda da birlikte hareket ediyorlar. Ayrıları gayrıları yok, “Kesebir”(!?), hiyerarşik bir bağ da var, derin bir aile ilişkisi de. KADEM bir STK olsa da resmi olarak, bir siyasi partinin arka bahçesindeki parti ile organik ilişkileri olan bir kurum. Aynı genetik yapının parçaları gibi..
2-özür dileyecek mişim. Niçin ben öyle söylemesem bile birileri öyle anlamış onlar da itibar kaybına uğramış. “Eskiden yoğ idi iş bu rivayet yeni çıktı. ”Hayırdır inşallah. AK Partini adının başındaki “Adalet” bu değildi, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerin ve AKP’nin papatyaları”nın dilinde “Adalet” anlam değişikliğine uğramış deyip geçecek miyiz.
Yanlış anlayan gelsin, benden özür dilesin, kimse o. Yanlış anlayan muhayyel bir topluluk ki, o iddianın gerçek olmadığını da Muhammed Binici açıkladı, benim yazım öncesi dönemde KADEM’e yönelik, AK Parti içindeki AKP’lilere yönelik eleştiriler üzerinden.
O yanlış anlayanlar kim. Neyi, nasıl, niçin yanlış anlamışlar. Neden onlar hakkında bir şikayet yok. Yanlış anlayanlardan da özür dilemem gerekiyor mu? AK Parti Genel Başkanına, Kadın Kolları Genel Başkanına, 81 ildeki kadınların birlikte hareket ettikleri kişisel kararlarına, Genel merkezde ayakta alkışladıkları, bana karşı edepsizlik suçlamasının yapıldığı konuşmada da o yanlış anlayanlar, bana hakaretin sebebi oldular. O yanlış anlayanlardan ben de davacıyım o zaman. Bunlar arasında AK Parti Kadın kolları il başkanları, KADEM yöneticileri, Partilerinin merkez yöneticileri de olabilir mi? AK Parti mediası da o yanlış anlayanlar taifesinden mi?
3-Bu olgu ve algı tartışması aslında bir dil ve iletişim sorunun ötesine taşıyor bu işi ve sorun bir mantık, anlama, anlamlandırma, akıl yürütme sorunu haline geliyor. Hukukta böyle bir mantık olmaz.
SONUÇTA DURUM ŞU: İddiaya göre ben özel bir kastım olmadan kendime göre bir eleştiri yaptım, ama başkaları bunu yanlış anladılar. Ama o yanlış anlayanlar kim ya da kimler bilmiyoruz. O yanlış anlayanların nezdinde AK Parti ya da KADEM itibar kaybına uğramış oluyor. Onlar üzerinde parti ve derneğin neden, nasıl bir itibar kaybı oluyor ve onların nezdinde bir itibar kaybı neden bu kadar önemli ve bu çevreler başkalarının başka söz ve yazılarından etkilemiyorlar mı. Peki bu güne kadar onlara karşı parti ve KADEM tek başına ve birlikte, ülke genelinde böyle bir tepki gösterdiler mi?
Onlar iddia ettikleri gibi bir itibar kaybına uğradılarsa, peki, Türkiye’nin en güçlü iktidar partisi ve onun en büyük kadın örgütünün bana karşı 80 ilden gelen örgütlenmiş kişiler üzerinden açtıkları bu davaya , aynı zamanda Cumhurbaşkanı da olan, dava ve şikayet dilekçelerinde bu sıfatına da atıf yaparak Genel başkanlarını da yanlarına alıp, bütün mediası ile bir hafta bu yaşlı ve yalnız kişinin üzerine saldırtmaları, trolleri üzerinden hakaret ve tehditlere uğratılması, bir MEDİA LİNCİ’ne tabi tutulması Dilipak’ın itibarına hiç mi zarar vermedi. AK Parti Türkiye’nin en büyük siyasi partisi, KADEM Onun paralelinde bir örgüt. Ve bana karşı bu tavrın arkasında, İstanbul sözleşmesi ile ilgili süreç sebebi ile uluslararası destekçileri de var, bana verdiği itibar kaybından kim sorumlu. Benim itibarımı kim koruyacak. Ailemin itibarını kim koruyacak. Şimdi ben ve benim 81 ildeki dostlarım bu mantıkla AK Partideki 80 il başkanına, AK Parti ve KADEM’e dava açması mı gerekiyor?
Bu dava, bu açıdan bugün ülkemizdeki Adalet, Media, Siyaset, STK meselesi için bir turnusol kağıdı görevi görmektedir. Bu ülkenin en temel meselelerinden biri de budur. Dil ve mantığın iflas ettiği durumlarda söz de yazı da anlamını yitirmektedir. Ramazan ayına giriyoruz. Ramazana girerken onları bir kere daha uyarmak istedim. Dilerim bu konuyu bir daha düşünürler. Düşünmezlerse kendileri bilir. Olup bitenleri, akıllardan ve kalplerden geçenleri, kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak ya da şifreli haberleşme metotları ile haberleşenlerin açıkladıklarını da gizlediklerini de hakkı ile bilen, gören, duyan, hüküm sahibi, kadir-i mutlak olan bir Allah var.. Bu Ramazanda onları Allaha şikayet edeceğim. Onlar bu dava ile, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” kabilinden bana ders vermek istediler benim şahsımda, benim dostlarıma aba altından sopa göstermek istediler. Bu bana dert oldu. Bu yazı da, eğer tevbe edeceklerse buna vesile olsun, değilse onlara dert olsun. AK Parti, içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin papatyalarından yakalarını kurtarmadan onlar için kurtuluş zor.
Selam ve dua ile.