Ahmet Taşgetiren
Meğer herkes her şeyi biliyormuş
31 Mart seçimleri, girdiği 17 seçimde ipi göğüsleyen Ak Parti’yi “ikinci parti” haline getirdi ya, Cumhurbaşkanı Erdoğan da seçim gecesi “olan”ı yani “Yenilgi”yi kabul edip, “Kendimize bakacağız”, hatta “Kimse lâ – yüs’el – sorgulanmaz değil” diyerek bir anlamda kendini de özeleştiri kapsamına yerleştirdi ya, ondan beridir Ak Parti mücavir alanında yazanlar – konuşanlar, sayıp dökmeye başladılar;
-Nerede yanlışlar yapıldığını…
Onları okuyunca “Meğer, dedim kendi kendime, herkes her şeyi biliyormuş...”
O zaman bizim uyarılarımıza, ya da “Yaaa, şurada da şunlar oluyor, bu Ak Parti’ye yakışmıyor, Ak Parti’nin bir fabrika ayarları vardı” diyenlere neden öfkelendiler de, üzerlerine “Muhalif” yaftası yapıştırıp gazete köşelerinden uzaklaştırdılar, nefes aldırmamak için ne mümkünse yaptılar.
Oysa testi kırılmadan önce uyarırdı Nasreddin Hoca değil mi? “Yazarlık ahlakı” da bunu gerektirirdi değil mi? Ya da ne bileyim din diliyle ifade edersek “Marufu emr, münkeri nehy” ahlâkı?
Herkes her şeyi biliyormuş, evet…
-Kibri biliyormuş mesela… O zaman tepelerden ahkam kesmeyi de biliyordur. Mesela şatafatı da biliyordur. Çakarlı ve lüks, harıl harıl benzin harcayan 40 araçla konvoy oluşturmayı da… Güvenlik gerekçesiyle yolların kapanmasını da…
-Adrese teslim ihalelerle iktidar eliyle zenginleşmeleri, biliyorlarmış mesela. Niye o zaman konuşmadılar öyleyse, ihalelerin bir ucu kendilerini ilgilendirdiği için mi?
-“Partide bünyeyi hepten çürütecek kangren unsurlar” olduğunu bilenler varmış mesela…
-“Çeteleşme temayülü gösteren, kendi ikbali dışında ikbal tanımama itiyadı geliştirmeye çabalayan bir insan kaynağının AK Parti’ye çöreklendiğini” düşünenler varmış mesela…
-Birisi, ekonomide işlerin iyi gitmediğinin farkındaymış, ama, “Ekonomi yönetiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi iddiası bulunduğu ve o arkadaş da sayın Cumhurbaşkanına derinden saygı duyduğu için eleştiriden kaçınmış” mesela… Nasıl? Ne masum gerekçe yazarlık ahlakını ıskalamak için…
-Toplumun içine sürüklendiği yoksulluğu görmemiş olamazlar, emeklinin artık sokağa taşan isyanını haksız görmemişlerdir mesela, ama yazıp çizen oldu mu bunu seçim öncesinde? Yazınca Murat Kurum’un seçim kampanyası yaralanırdı değil mi?
-Bir arkadaş, sorunun sadece partide olmadığını, Beştepe’de de “Reis’in gölgesinde görev üstlenmiş yanlış adamlar bulunduğunu, bunların millete parmak salladıklarını” görmüş mesela, ama bunu açıklamak için 31 Mart’ın gelmesi gerekiyormuş.
-Gazze yakılıp yıkılırken İsrail’le ticaret konusu hiç kimseyi rahatsız etmemiş midir iktidara yakın medyada? Neden iki kelime yazılmamıştır?
-Güce yapışmak ve o gücü her alanda kullanmak… Hukuk hassasiyeti olsaydı, o alanda yapılan yanlışlar da hatırlanırdı bugün… En kötüsü hukuk hassasiyetinin topyekün aşınmış olması değil mi?
-31 Mart analizlerinde “Medya tekeli” için pek bir şey yazana rastlamadım henüz. Bilmem kaç kanalla toplumun üzerine abanmak, Cumhurbaşkanı’nın mitinglerini bilmem kaç kanalla evlere taşımak, hiç kimsenin midesini zorlamamış mıdır? “Adalet mi bu?” sorusu kimsenin aklından geçmemiş midir? “Sayın Cumhurbaşkanı baklava – börek olsa bu kadarı çekilmez” demek cesaretinin gösterilmemesini “özeleştiri” kapsamında düşünmek zülf-i yâre dokunmak anlamına mı gelir? Yerel seçimler için Cumhurbaşkanı’nın meydan meydan dolaşması, İstanbul seçimleri için 17 bakanın görevlendirilmesi, henüz ben rastlamadım “özeleştiri” maddeleri sayılırken buna işaret edene…
Dikkatleri çekmiş midir bilmem, iktidar medyasında altı çizilen “problemli alanlar” bile, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karizması itina ile korunarak ortaya konuyor. Yani yazılıp çizilenlerin orada yadırganmamasını, orada Mehmet Uçum’un ifadesiyle “Devlet adına kaydedilmesi” kaygısından kaynaklanan bir hassasiyet… Şu yaklaşım: “Cumhurbaşkanı her şeyi iyi yapacak ama çevresi kötü…”
Mehmet Uçum’u, Yiğit Bulut’u oraya kim getirdi, sorusu da vardır zihinlerin bir kıvrımında, ama o da belki bir başka 31 Mart’ta söylenecektir.
Yazarlık ahlakı, diyorum ya…
Acaba birisi de çıkıp, 31 Mart’ta “İktidar medyası” denen hormonlu yapının da önemli payı vardır, diye yazacak mı? Yoksa, kamu bankalarından alınan ve geri dönmeyen kredilerle hormonlanmış medyanın bir yerlerinde masa tutmak herkesin dilini bağlamaya yetecek midir?
7 Haziran 2015’te yaşanan ciddi zemin kaybından sonra “Ak Parti ahlâkî üstünlüğünü kaybetti” demiştim El Cezire Türk’e verdiğim bir mülâkatta… Belki de her şey orada, ahlâkî üstünlüğün kaybedilmesinde…
Üstelik neyin kaybedildiğinin farkında olunmamasında…
Bir yazar Ak Parti’nin kurucu kadrolarının nerelerden geldiğini yazmış… İsim isim… Kurucu kadro ile övünüp, bugüne perspektif sunma niyetiyle… Şimdi bakın bakalım kim var onlardan Ak Parti’nin merkez kadrolarında… Yılların Hayati Yazıcı’sına da Beştepe’de mukim ve mevcut sistemin anayasasını yazan birisi tarafından “Neo liberal zehirle zehirlenmiş” yaftası vurulup, “Devletin kaydına girdiği” tehdidi yapıldı ya… Sanki sayın Cumhurbaşkanı’nın himayesi içindeymiş gibi…
Nasıl ve nereden bakacak da 31 Mart türbülansından koruyacak kendisini Ak Parti? Allah kolaylık ve de basiret versin!