Abdullah Büyük
“Mesuliyet Duygularımızı Artırmalıyız”
Milletin istek ve ihtiyaçlarına göre devletin yapılanması, milleti her yönüyle mesut eder, mutlu eder. Buna paralel olarak Sivil Toplum Kuruluşlarımızın, Vakıf ve Dernek Başkanlarımızın, hassaten cemaat halinde yaşama seviyesine gelmiş olanlarımızın, cemaatin istek ve ihtiyaçlarına göre hizmet birim ve hizmet kurumlarını yapılandırması da cemaati mutlu eder.
Böyle bir fedakârlığa soyunanların öncelikle Hz. Ömer’in şu anlam dolu sözü ile kendilerini test etmeleri gerekir: “Şehit, kendini Allah’a adayan kimsedir.” Ayrıca, rahatlıklarını Allah’a kavuşacakları güne tehir etmek inancı ile hizmetlere koyulanlar, sorumluluk duygusu gelişmiş olan insanlardır.
Sorumluluk duygusu formunda olan insanlar, zamana saygısı zirvede olanlardır. Müslüman, saygı duyduğu zamana asla saygısızlık yapmaz. “Yarın yaparım, ertesi gün yaparım, gibi düşünceler, şeytanın prensibidir. Onu, müminlerin kalplerine atar.” (Hadis Meali. C. Sağir)
Dünya hayatını sohbet ve hizmetlerle sürdürenlerin bir başka özelliği çok dikkat çekicidir. İnsanlar, Kur’an-ı Kerim’den kendi iç dünyalarına göre istifade edebilirler. İç dünyalarına tahsil yaptırmayanların, sorumluluk duygusu transittir, yokuşa tırmanmaya gücü yetmez.
Mesuliyet duygusu ile kulluğunu hizmet ve sohbetlerle besleyenleri ölünceye kadar ayakta tutan üç şey vardır: İhlâs (samimiyet), huşu ve tadili erkâna riayet edilerek kılınan namaz, üçüncüsü ise meşru (İslami ölçülere uygun olan) emirlere itaat etmek. Yani ihlâs, namaz ve itaat, Müslüman bir insanın sohbet ve hizmet, ömrünü bereketlendirir.
Hizmet insanında, sorumluluk duygusu var olduğu müddetçe, kıyametin kopma ortamında bile ayakta durmayı başarır ve imana muhtaç olan bir insana elini uzatır. Onun inancında bir fidan dikme sorumluluğu, Kelime-i Tevhid’in yayılması sorumluluğunun bir başka yönüdür.
İnsanı, zenginleştirmeyen, olgunlaştırmayan ve yüceltmeyen bilim, faydasız olduğu için, Peygamberimiz, fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınmıştır. Bunun için, İslam’ın fikir cephesini temsil edenlerimizin çok dikkatli olması gerekir. Söylediklerini yaşamayanların, iz bırakması söz konusu değildir. Fikir cephesinde olan ilim ehli, hizmet ehlinin önünü açacak plan ve projeye sahip değilse, Allah’a sığınılması icap eden bilgilerin, ilim ehline ne kabirde, ne mahşerde, ne de sırat üzerinde hiçbir faydası olmayacaktır.
Mutlak bir hakikat de şudur: “Risalet, kulluk içinde bir mertebedir.” Kulluk mekanizmasının dönen çarkında arıza ve sıkıntı çeken ilim ehlinin temel vazifesi ve vasıfları nedir, biliyor muyuz? Bunun cevabı da şu olmalıdır: İlim ehli, sorumlu olduğu toplumun, hal ve gidişatına müdahil olmalı, kitap ve sünnet ışığında toplumu şekillendirmeli, meşru olan usulleri ortaya koymalıdır.
Gelenek konusuna takılarak, hizmet insanını ‘cahillikle suçlamak’ hiçbir getirisi olmayan kuru bir sözdür. Şu anda içinde bulunduğumuz hal ve gidişata bakarsak, şu acı gerçeği söylemekten geri duramayacağız: Gelenek eleştirisi, ne yazık ki Müslüman toplumu sahih İslam’a götüremedi. Ancak kendi çalıp, kendi oynayan komik durum oldu.
Sorumluluk duygusunu sürekli terfi ettirip, yeryüzünde Allah’ın şahitleri olan zümreye dâhil olmak isteyen hizmet kervanlarını bundan böyle hiçbir gücün durduramayacağı gerçeği ile iç içeyiz. Müslüman hizmet kervanının elinde sağlam bir gerekçe vardır. O da “Selama” döneminde olduğumuzun fark edilmesi. Rahman’ın kulları olmanın ilk şartını “yeryüzünde mütevazı bir şekilde yürümek”le başlatan Rabbimiz, konu ve olayların arka bahçesini kavrayamayanlar için “selam” deyip geçilmesini emretmektedir. (Furkan Suresi/63)
Aralarında takva sahibi insanların bulunduğu cemiyetlere, toplumlara ilahi azabın geldiği ancak, içlerinde ıslah mücadelesinde olan salih insanların bulunmasından dolayı toplumlara mühlet verildiği gerçeği ile hareket eden hizmet kervanlarına ve onlara plan ve projeleri ile rehberlik yapan ilmiyle amil âlimlere selam, hürmet ve sevgilerimi sunuyorum.
yeniakit