Nureddin Şirin
Milli Görüş ve Saadet'in Serencamına Bir de Burdan Bakalım
Hayatımızın her alanında, gittiğimiz yol, verdiğimiz mücadele, takındığımız tavır ve kuşanacağımız ahlak da, kendimize Hz. Resulüllah (s.a.v)"i örnek alma durumunda değil miyiz?
"Allah sizi vasat bir ümmet kıldı; insanlar üzerine şahid olasınız dile; peygamber de sizin üzerinize şahiddir" (Bakara 143)
Bütün müfessirlerimize ve alimlerimize, bu ayet-i kerime ile ilgili yaptıkları beyan ve tefsirlere bir baksak, "vasat ümmet" ve "şahid olmak" gibi bir sorumluluğun bizlere neler getirdiğini ve bizlerden nasıl bir hal üzere olmamızı beklediğini göreceğiz.
En kısa ifadeyle; Hz. Resulüllah"ın örnekliği, rehberliği ve önderliği altında yeryüzünde "hak ve adalet" için çalışmak, mücadele etmek, bunu yaparken de örnek bir şahsiyet sergilemek. İnsanlık için "umut, rahmet ve esenlik" anlamına geldiğimizi canlı örnekliklerle göstermek. Allah yoluna çağırırken en güzel bir dili, uslubu kullanmak, insanlar arasındaki ilişkilerde, en yakınımızın aleyhinde dahi olsa adaletle şahitlik yapmak.
Ama ne yazık ki, bizler Hz. Resulüllah"ın örnekliğine ve siretine öylesine yabancılaştık, bu ilahi rehberlikten öylesine uzaklaştık ki, Resulüllah (s.a.v) bizi gördüğünde "bunlar benim ümmetim olamaz" diyecektir kuşkusuz"
Rabbimiz Resulüllah"ı kitabında bize tanıtırken "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir" (Tevbe 128) buyurmakta, bu örneklikle aynı zamanda Müslümanların birbirlerine karşı nasıl bir hal ve tavır içinde olması gerektiğini beyan etmektedir.
Rabbimiz burada "rauf" ve "rahim" sıfatlarını Hz. Resulüllah için de kullanmakta.
Fakat ne oldu ki, bizlere Hz. Resulüllah"ın örnekliğini, ahlak ve siretini öğretme konumunda olan büyüklerimiz, hocalarımız, eğitmenlerimiz, büyüklerimiz, ak saçlı ağabeylerimiz bizlere kabalığı, acımasızlığı, sevgisizliği, merhametsizliği, adaletsizliği, insafsızlığı, hakareti, kısacası "saygısızlık" ve "sevgisizlik"i öğretir ve öğütler oldular?
İslam"ın ve Müslümanların en azılı düşmanlarını korkutma noktasında bir adım atma irade ve cesaretini gösteremeyen bizler, Müslümanları incitme, korkutma ve hırpalamada sınır tanımaz olduk; dünya küfür ve şirkinin, yerel tağut ve zorbaların yüzüne haykıramadığımız sözleri, bacı ve kardeşlerimiz için pervasızca kullanır olduk...
Bırakalım sıradan bir müslümanın kuşanması gereken ahlakı, bir "dava adamı" olma iddiasında olan bizler üstün erdemleri nasıl da ayaklarımızın altına alıp paspas yaptık!
Ne yapıyorsun diye sorsalar "Müslüman kalbi kırmakla" demekten öte ne diyebileceğiz?
Kime vuruyorsun, kimi incitiyorsun, kimin gözünü çıkartıyorsun, kime taş atıyorsun, kime bıçak sallıyorsun, kime kurşun sıkıyorsun, kimi tehdit ediyorsun, kime hakaretler yağdırıyorsun?
Kime, kime..?
Kudüs işgalcilerini mi, masum ve savunmasız Müslümanların katillerini mi, kutsallarımızı çiğneyenleri mi, İslam beldelerini viraneye çevirenleri mi?
Kimdir hedef tahtasına oturttuklarımız?
Üstad Bediüzzaman"ın ifadesiyle; "husumetten kaçınıp muhabbet fedailiği" yapacak olgun, terbiyeli seviyeli kardeşlerimiz nerede?
Vasat bir ümmet olan bizlerin insanlar üzerindeki şahidliği böyle mi olacaktı?
Hayır"
Çünkü bizler Hz. Resulüllah"tan, Onun şahidliğinden çok uzaklaştık"
Rabbim bizleri islah etsin"
BİATU"L RIDVAN VE HUDEYBİYE SAADET'İN KONGRESİ
Saadet Partisiyle ilgili değerlendirmelerimize devam edecek olursak:
Hz. Resulüllah (s.a.v) ve ashabının Medine"den yola çıkıp Umre için Mekke"ye doğru yöneldiklerinde Mekkeli müşrikler endişeye kapılıp Resulüllah ve ashabını Mekke"ye sokmama kararı almışlardı.
Hz. Resulüllah amaçlarının sadece Kabe"yi ziyaret etmek olduğunu belirtmek için Mekke"de çok sayıda akrabası bulunan Hz. Osman"ı elçi olarak göndermişti. Hz. Osman"ın beklenen zaman içinde geri dönmemesi üzerine Resulüllah kaygılanmış, Hz. Osman"ın Mekkeli müşrikler tarafından öldürüldüıü haberleri yayılınca da, Hz. Resulüllah "müşriklerle vuruşmadıkça buradan ayrılmayın" talimatını vererek ashabından biat almıştı.
Ashabın hepsi savaşarak ölmeye ve asla kaçmamaya söz vererek ellerini Resulüllah"ın ellerinin üzerine koydu.
Tarihte "Biatu"l Rıdvan" olarak geçen bu hadise, Mekkeli müşrikleri korkutunca, Peygamberimize anlaşma yapmak için Süheyl bin Amr başkanlığında bir heyet göndermişlerdi.
Heyet Resulüllah"ın yanına varıp anlaşma yapmak istediklerini beyan edince Hz. Resulüllah da bunu kabul etmiş sıra anlaşma maddelerine gelmişti:
Fakat anlaşma metninin yazımına geçilince beklenilmeyen bir tablo ortaya çıkmıştı. Müşrikler zahiren Müslümanların kabul edemeyecekleri, zillet ve teslimiyet olarak görülen maddeleri Resulüllah (s.a.v) kabul ediyordu"
Hz. Resul-i Ekrem"in kabul ederek imzaladığı anlaşma maddeleri şunlardı:
1- Müslümanlarla müşrikler huzur ve emniyet içinde yaşamalarını devam ettirmek için birbirleriyle 10 yıl harp etmeyeceklerdir.
2- Peygamberimiz ve Sahabîler bu yıl Mekke'ye girmeyip, geri dönecekler, ancak gelecek yıl yanlarına yalnız yolcu silahı olan kılıç bulundurmak şartıyla gelip Kâbe'yi tavaf edecekler ve ancak Mekke'de üç gün kalacaklardır. Müşrikler ise, o sırada şehri boşaltacaklardır.
3- Medine'deki Müslümanlardan Mekke'ye iltica edenler Müslümanlara iâde edilmeyecek, fakat Mekke'den Medine'ye velev Müslüman dahi olsalar iltica edenler, istendiği takdirde geri verileceklerdir.
4- Arap kabilelerinden isteyen Peygamberimizle, isteyen de Kureyş'le birleşmekte serbest olacaklardır.
Ancak bu maddelerin imzalanmasının hikmetini anlayamayan, zahiren müşrikler karşısında bir yenilgi ve teslimiyet olarak gören ashab Resulüllah"a şiddetli itirazlarda bulunmaya başladı.
İtiraz edenlerin başında Hz. Ömer geliyordu.
Kendi iç dünyasında, böylesine ağır şartlara evet dememin bir türlü izahını bulamayan Hz. Ömer Hz. Resulüllah"ın huzuruna vardı. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
"Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?"
"Evet, ben Allah'ın peygamberiyim"
"Biz Müslümanlar hak, düşmanlarımız olan müşrikler ise bâtıl üzere bulunmuyorlar mı?"
"Evet, öyledir."
"Bu halde dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?"
"Ey Hattab'ın oğlu, ben Allah'ın kulu ve Resûlüyüm. Allah'ın emirlerine aykırı harekette bulunamam. Bu muâhede maddelerini kabul etmekle de Allah'a isyan etmiş değilim. O, beni hiçbir zaman zarara uğratmayacaktır."
"Sen bize Allah'ın nusret buyuracağını, gidip Kâbe'yi hep beraber tavaf edeceğimizi va'd etmiş değil miydin?"
"Evet, vaad etmiştim. Ancak, bu yıl gidip tavaf edeceğimizi söylemiş miydim?"
"Hayır."
"O halde tekrar ediyorum: Sen muhakkak Mekke'ye gidecek ve Kâbe'yi tavaf edeceksin."
Kendisine kayıtsız şartsız itaatin emredildiği Hz. Resulüllah (s.a.v)"in verdiği cevaplarla yetinmeyen ve içinde kabaran duygularını teskin edemeyen Hz. Ömer bu kez Hz. Ebubekir"e giderek tereddüt ve rahatsızlığını şöyle dile getirmişti:
"Ey Ebû Bekir, bu zât, Allah'ın hak peygamberi değil midir?"
"Evet, o Allah'ın hak peygamberidir."
"Peki biz Müslümanlar hak üzere, düşmanlarımız ise bâtıl üzere değiller mi?"
"Evet, bizler hak üzereyiz, düşmanlarımız ise batıl üzeredirler!"
"O halde, dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?"
"Ey Ömer, o, Allah'ın Resûlüdür. Bu muâhedeyi yapmakta Rabbine asî olmuş değildir. Allah onun yardımcısıdır. Sen, onun emrine itaat et!"
"O, bize Medine'de; 'Beyt-i Şerife varacağız, tavaf edeceğiz' demedi mi?"
"Evet, ama, sana, 'Beytullaha bu yıl gidecek ve tavaf edeceksin' diye mi haber verdi?"
"Hayır."
"Sen, muhakkak, yakın bir zamanda Beytullah"a gidecek ve onu tavaf edeceksin."
Böylesi bir halet-i ruhiye içine düşen ashab, Hz. resulüllah'ın peygamberliğinden şüphe duyar duruma gelmişti...
Acaba bu hadiseden çıkaracağımız dersler, günümüze de ışık tutmayacak mı?
Kendisine "kayıtsız şartsız itaat" emredilen ve kendisiyle biatleşilen Hz. Resulüllah (s.a.v) ashabı tarafından böylesi şiddetli bir itiraza maruz kalmış, yaptığı açıklamalarla bile onları teskin edememişti.
Hz. Resulüllah (s.a.v) asla yanlış yapmayacağına göre, ki bunu en iyi anlayan idrak eden ve teslim olanlar da Resulüllah"ın ashabı idi. Hz. Ömer"in bundan gafil olması, Resulüllah"ın konumunu, bağlayıcılığını bilmemesi mümkün değildi elbet.
Buna rağmen Hz. Ömer"in bitmeyen itirazı ne anlama geliyordu? Ayrıca itirazını sesli ve şiddetli olarak dillendiren Hz. Ömer olsa da, diğer ashap da aynı rahatsızlıktan dolayı Hz. Resulüllah"a itaattan çıkmış, anlaşmanın imzalanmasından sonra "Kalkınız, kurbanlıklarınızı kesip, sonra başlarınızı tıraş ediniz" emrine uymamışlardı.
Ashabının kendisine itaat etmediğini gören Hz. Resulüllah (s.a.v) hanımı Ümmü Seleme"ye durumu aktarınca, Hz. Ummu Seleme"nin önerisiyle hareket ederek önce kendisi kurban kesip traş olmuştu...
Bunun üzerine de ashab onu takip ederek kurbanlarını kesmiş ve traş olmuşlardı".
Acaba, ashab-ı Kiram Hz. Resulüllah karşısında "biat ve itaat kusuru" işleme durumuna düşebiliyorsa, günümüzde bazı Müslümanlar da, karşılaştıkları durumlardan, anlayamadıkları, içine sindiremedikleri, uygun görmedikleri vs. sebeplerden dolayı "lider"e karşı bir itaatsizlik içine girseler, onlara karşı hemen "düşman" "hain" "münafık" muamelesi yapmaya kalkmak, ve onları tekfir etmek doğru mu olur?
Bunun cevabını, her şeyden önce Hz. Resulüllah"ın ashabına karşı muamelesinden, onlara karşı kullandığı sevecen ve merhametli dilinden, sakinleştirici uslubu ve bağışlayıcıyığından öğreniyoruz.
Ummu"l Müminin olan Hz. Ümme Seleme"nin Resulüllah"a öneride bulunurken. Nasıl da bir "anne şefketi" sergilediğini görüyoruz, netice de ümmetin annesiydi o...
Hz. Resulüllah (s.a.v) Hudeybiye"de 20 gün kadar kaldıktan sonra Medine"ye doğru yola çıktı.
Ashab Mekke"yi ziyaret niyetiyle çıkıp da ziyareti gerçekleştiremediklerinden dolayı üzgündü elbet.
Müslümanlar henüz Medine"ye varmamışlardı ki, Fetih süresi nazil oldu:"
"Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık."
Fetih süresinin nazil olması üzerine Hz. Resulüllah (s.a.v) Hz. Ömer"i yanına çağırarak "'Ey Hattab"ın oğlu! Bana bu gece bir Sûre indi ki o, bana üstünde güneş doğan her şeyden daha sevgilidir' buyurduktan sonra, "Biz, gerçekten, sana apaçık bir fetih ve zafer kapısı açtık..." ayetini okudu.
Diğer ashab da inen ayeti öğrenmek üzere Resulüllah"ın yanına vardıklarında Resulüllah (s.a.v) onlara da "İnna fetehna leke fethan mübînâ..." ayetini okuyarak büyük müjdeyi vermişti.
Ashabın halet-i ruhiyesi değişmiş, üzüntünün yerini sevinç almış ve aynı zamanda bir pişmanlık ifadesiyle "Vallahi, yâ Resûlallah, bizler, bunu senin düşündüğün gibi düşünmemiştik! Muhakkak ki sen, Allah'ın emirlerini bizden daha iyi bilirsin" demişlerdi.
Şimdi biz acaba bu örneklikten kendimize gereken dersleri çıkararak bir muhasebe yapmayacak mıyız?
Yoksa Hz. Resulüllah'ın örnekliğini bir kenara mı atıyoruz?
Eğer bizler birbirimize karşı işlediğimiz kusurları affetmez ve örtmezsek, birbirimize kardeşlik ellerimizi uzatıp küfrün ve şirkin karşısına dimdik ve tek yumruk çıkmazsak, gittiğimiz yolun bizi rahmete, esenlik ve nusrete götüreceğini düşünmek büyük yanılgı olacaktır.
"inna fetehna leke fethan mübina"ya giden yolu bir daha düşünmek ve özgür Kudüs'te buluşmak üzere...
velfecr