"Miraç Kandilinde Gökten Bombalar Yağması İlginç Değil mi ? "
Mahmud Erol Kılıç Yeni Şafak'taki köşesinde ABD'nin Suriye'ye saldırısının Miraç kandiline denk gelmesine dikkat çekti.
Mahmud Erol Kılıç Yeni Şafak'taki köşesinde ABD'nin Suriye'ye saldırısının Miraç kandiline denk gelmesine dikkat çekti.
"Acaba Mîrac etmediğimiz için olmasın bütün bunlar, ne dersin? Bir Mirac kandilinde gökten bombalar yağması ilginç değil mi sence?" diyen Kılıç, "Miracımızı yapabilseydik oradan hediyelerle dönerdik şimdi ise başımıza bomba yağıyor." ifadelerini kullandı.
Kılıç'ın "Mîraç edebilsek dünyamız farklılaşır" başlıklı yazısı şöyle:
İki gün evvel Mirac kandilimizi kutladık. Konuya bakışım bir geceyle sınırlı aktüel bir olaya bakış gibi olmadığı için üzerinden iki gün geçmiş olsa da müsaadenizle bazı yorumlarda bulunmak istiyorum. İki gün evvelki kutlamaları da işin hakikatini hatırlatan bir vesile olarak görüyorum. Zira olay hem çok evrensel ve hem de çok mühim. Üstüne üstlük Amerika’nın Suriye’ye hava saldırısı düzenlediği haberlerinin televizyonlara alt yazı olarak düşmeye başladığı günün ilk saatlerinde bu yazıyı yazıyor olmam (dün yazıldı bugün okuyorsunuz) bazılarınızı “Neredeyse 3. Dünya Savaşı çıkacak adam ne diyor yav?” gibi sorular sordurtabilir.
Oysa bu adam “Aydınlansın diye şu kirli yüzler biz durmadan” yükselelim diyor. “Yüksel ki yerin bu yer değildir”. Yani ey o soruyu soran aziz dostum! Acaba Mîrac etmediğimiz için olmasın bütün bunlar, ne dersin? Bir Mirac kandilinde gökten bombalar yağması ilginç değil mi sence?
Böyle bir kandil kutlamasının dindeki yeri nedir v.b. gibi konulara burada girmeyeceğim. Gerek tarihsel olarak ve gerekse toplumsal olarak pek çok Müslüman toplum tarafından kutlanagelen bir dini fenomen olduğu bir gerçek. Sadece katı Vahhabi-Selefi yorumların hâkim olduğu bazı Körfez ülkeleri hariç ümmetin hemen hemen her coğrafyasında ve hususen tasavvufi kültürün maya olarak kullanıldığı pek çok yerde değişik uygulamalarla anılıyor. Bir farkla, o da Ca’feri kardeşlerimize göre bugün Hz. Peygamber’e Hira mağarasında iken nübüvvetini tebliğe başla emrinin verildiği gün, yani onlara göre Meb’es bayramı. Sufi yorumla ikisini birleştirecek olursak Sünni âlem yükselişin uruc kısmını Şii âlem de nüzul kısmını kutlamaktalar diyebiliriz (Bkz. Kavs-i urûc ve Kavs-i nüzûl).
Bütün dinlerde, bütün inanç sistemlerinde yer alan bir konu “Yükselme” (Asesyon). Gerek Türk mitolojisinde ve gerekse diğer mitolojilerde merkezi bir motif. Guenon gibi Eliada gibi bazı mukayeseli din uzmanları bu yükseliş motiflerini mukayeseli olarak ele alan yazılara imza atmışlardır. Yoksa olay salt sosyolojik bir olay değildir, metafizik, ezoterik karşılıkları bulunmaktadır. Kur’ân’da Allah, “Biz size âyetlerimizi hem enfüste ve hem de âfakta göstereceğiz” demektedir. Yani tek taraflı değil iki taraflı göstereceğiz anlamında. Hem içte ve hem dışta. Hem yatayda ve hem dikeyde.
Bütün İslâm’daki mirac motiflerini inceleyenlerin üzerinde durdukları gibi konu zahiren Peygamber Efendimiz’in Mekke’den bir gece yolculuğuyla Mescid-i Aksa’ya yatay olarak gelmesi ve o noktadan yolculuğuna dikey olarak çıkması rivayeti esas alınmaktadır. Mushafçılarda ise işin sadece İsra kısmı vardır yani sadece yatay ilerleme kısmı. Dikey yükselme kısmı yani Mirac kısmı Kur’ân’dan ziyade Sünnette tafsilâtlandırıldığı için bu kimseler dikey yükselme gerçeğinden mahrumdurlar. Kim bilir belki de yükseklik fobileri vardır. Allah yardımcıları olsun deyip yolumuza devam edelim.
Yani yolculuğun iki bölümü var bir kısmı yatay kalanı dikey. Sadece yatay bir olay olarak baktığımız zaman bile konuda bazı akıl üstülükler var. Gidip geldiğinde yatağının hâlâ sıcak olması, soranlara fiziken hiç gitmediği bir coğrafyaya dair tafsilâtlı bilgiler vermesi gibi salt zihinle açıklanamayacak hususlar var. Dikey kısma gelince neden Mekke’den Miraç etmedi? Neden Mescid-i Aksa’ya getirildi? gibi sorular ister istemez her insanın aklına gelecektir. Olamaz mıydı, yapamaz mıydı, yaptıran güç öyle tasarlayamaz mıydı? Buna dair sufi metafizikçilerin getirdiği bazı yorumlar var. Bu yorumlar Mîracnâme türü dediğimiz edebi eserlerde işlendiği gibi İbn Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiyye’sinin 167. Babında, Kitabu’l-İsra ve’l-Mirac’ında ve Risaletü’l-Envar’ında da işlenmektedir. Onun meseleyi ele alışında en çarpıcı nokta bence Mîrac’ın sadece bir peygamberin başına gelmiş ve olmuş bitmiş bir hadise olarak aktarmaktan ziyade tıpkı Peygamber Efendimiz’in, “Bana bakın nasıl namaz kılıyorsam siz de o şekilde namaz kılın” fermanında olduğu gibi nasıl her konuda o rol model ise (üsve-i hasene) Mîrac konusunda da bize model olmalıdır. Yani Peygamber Efendimiz’in kendi miracını da onun yolundan giden her bir Müslüman’ın tabir caizse kopya çekmesi ve herkesin şahsi miracını yapması gerekmektedir. Kandil geceleri onun miracını biz kutluyoruz. Tamam. Ama sen ne yaptın bu arada. Aynı şeyi sen de yaşayabilirsin diyor. Biliyorsunuz o dikey yolculukta 7 kat semaya çıkar. Oranın her bir katında bazı peygamberlerle görüşür. Bu yedi kat ile Attar’ın Yedi Vadi’si (Heft Vadi) arasında irtibat kurulur. Yedi peygamberin yedi ayrı miracından bahseden metinler dahi vardır. Adem Aleyhisselam’ın miracı, İdris Aleyhisselam’ın miracı.. Göğsün açılması, yıkanması, dikilmesi ile eski Mısır’da kalbin çıkarılıp tartılması motifi karşılaştırılabilir. Hâsılı mesele materyalistleşmiş, zihinci ilahiyatçıların konuşamayacakları kadar manevi ve metafizik bir olaydır. Baştan aşağı sembolizm içermektedir. Bunu en iyi anlamlandırma modeli de yine tasavvuf düşüncesi olmaktadır. Yâr ile buluşmaya giden yoldur Mîrac…
Sonuçta gerek ferdi olarak ve gerekse toplumsal olarak ilerlememiz salt yatay bir olay değildir, dikey yükselmemiz yani miracımızla doğru orantılıdır. Bizleri yükseltecek düşünce yöntemlerine ve kişilere ihtiyaç var. Miracımızı yapabilseydik oradan hediyelerle dönerdik şimdi ise başımıza bomba yağıyor.