Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Mısır Halkının Ayaklanması Bir İslam Devrimi Midir?

Mısır halkının firavun Mübarek rejimine karşı, başlattığı görkemli "intifada"nın mahiyeti üzerine yapılan bazı tartışmalar ve ileri sürülen yaklaşımlar, bir açıdan konunun tahlil edilmesine yönelik bir açılım olsa da diğer yandan Müslüman halkların bu devrime bütünüyle katılımını olumsuz yönde etkileyen vehimlerdir.

Mısır halkının ayaklanma gerekçeleri, ayaklanmayı başlatan grupların politik ve ideolojik yapısı, ayaklanmaya liderlik eden kişilerin kimliği zihinlerde bazı soru işaretleri oluşturması üzerine, birileri bu devrimin bir "İslam devrimi" olmadığını ileri sürerken, birileri de daha ileri giderek "sevinmememiz" gerektiği uyarısını yapmaktadır.

Öncelikle bu ayaklanmanın kavramsal analizini yapacak olursak, bu intifadanın "İslam devrimi"nin bir merhalesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şöyle ki:

"Devrim" sadece bir sonuç değildir; "devrim" hem bir "irade ve başlangıç", hem de bir "kararlılık ve süreç"tir.

Modern terminolojide "devrim""kurulu düzenin bir halk ayaklanması ile yıkılıp yerine başka bir düzenin ikame edilmesi" şeklinde tanımlansa da, bu tanımlama İslami terminolojideki "devrim"in bir aşamasını ifade eder.

Zira İslami terminolojiye göre, Müslümanların ortaya koyduğu devrimci irade, bu uğurda gösterdikleri fedakarlık ve açtıkları yol da "devrim" kavramı içine girer. Bunun yanısıra İslam alimleri, kişinin nefsi heva ve arzularına karşı verdiği mücadeleyi, günahlardan adrınmak için tevbe etmeyi de "devrim" kelimesi ile tanımlamaktadırlar.

Biz burada "İslam devrimi"nin başlangıç noktasına gidecek olursak, Mekke"nin putperest düzenine karşı "la ilahe illallah" bayrağını kaldıran Hz. Resul-i Ekrem"in risalet ve sireti ile karşılaşırız.

Hz. Resulüllah (s.a.v) halkın arasında egemen müşrik düzenin temellerini sarsacak tevhid mesajını haykırmaya başladığı andan itibaren "İslam Devrimi" de başlamıştır. Bu devrim bu aşamada bir "irade"yi ifade eder; bunun için Hz. Resulüllah"ın "sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz de beni yolumdan asla döndüremezsiniz" dediğinde, Bilal"ler taşlar altında "Ehad!" "Ehad!" diye haykırdığında, Yasir ailesi kana bulandığında bu İslam Devrimi"nin irade, azim ve kararlılığını gösterir. Üç yıllık muhasaralar, emsalsiz zulüm ve baskılar ve sonunda hicrete zorlamalar bu devrimin başlangıç merhaleleridir. Hicretle birlikte Medine"de tesis olunan nizam "İslam Devrimi"nde bir dönüm noktası olduğu gibi, "Mekke"nin fethi" de bu devrimin zirvelerinden biridir.

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v) Hicretin 10. Yılında rihlete erdiğinde, ortada biten, diğer bir ifadeyle önüne koyduğu bütün hedefleri gerçekleştiren bir "devrim" yoktur. 13 yıllık Mekke dönemi, 10 yıllık Medine dönemi "İslam devrimi"nin dönüm noktalarını ifade eder; zira bu devrim; tüm yeryüzünde hakkın egemen kılınmasını, küfür ve şirkin varlığına bütünüyle son verilmesini hedeflemektedir.

Dolayısıyla, geçmişte ve günümüzde batıla, zulme, tuğyana, şirke, istikbara karşı verilen tüm mücadeleler Hz. Resulüllah"ın başlattığı İslam devriminin süren merhalelerini ifade eder; bu devrimin son halkası tevhidin bütün dünyaya kayıtsız şartsız egemen olup evrensel tevhid ve adalet nizamının tesis edilmesidir.

Buna bir başka örnek verecek olursak:

İslami hilafetin saltanat rejimine dönüştürülmesiyle bir çıbana dönüşen "İslam Devrimi"ni içten tahrip etme süreci", Yezid dönemiyle birlikte en kirli yüzünü gösterince, nebevi mirası koruma ve savunma amacıyla ayağa kalkan Hz. İmam Hüseyin bu "karşı devrim"e "Aşura devrimi" ile karşılık vermiştir.

Aşura kıyamı, bir "devrim"dir. Ancak bu devrim kısa vadede zalim kurulu düzenin yıkılmasını beraberinde getirmemiş olsa da, "İslam Devrimi"nin korunması ve savunulması yolunda hakkın batıla karşı zaferinin yolunu açmış, zulüm düzenlerinin yıkılışının köşe taşlarını döşemiş ve zulme karşı başkaldırıların menbaı ve ilham kaynağı olmuştur.

"Kerbela devrimi", Hz. Hüseyin"in "And olsun Allah"a ben asla Yezid gibi birisine biat elini uzatmayacağım ve onun karşısında zillet altına girmeyeceğim!" sözü ile başlamış, Kerbela"da Allah yoluna sunulan kurbanlarla devam etmiş, Hz. Zeyneb"in Kufe ve Şam"daki feryadlarıyla bu devrimin mesajı halklara ve nesillere ulaştırılmıştır.

Yine aynı şekilde, Emevi sultanı Ömer Bin Abdulaziz"in gayri meşru Emevi mirasını ayaklarının altına alıp adil bir nizamı tesis etmeye kalkması ve bu amaçla kendinden önce süregelen politikaları iptal etmeye kalkışması da bir "devrim"dir.

Yine yeni bir çağın habercisi ve müjdesi olan -33. Zafer yıldönümünü kutladığımız- İran İslam İnkılabı da sadece, şahlık rejiminin yıkılışıyla ortaya çıkmış değildir.

İran tağutu Şah Pehlevi batılılaşma politikaları ve ABD emperyalizmine tanıdığı imtiyazlarla "Ak devrim" adını verdiği süreci başlattığında İmam Humeyni, şahın "Ak devrim"i karşısında ayağa kalkarak, Müslüman halkı bu tuğyan ve ihanete başkaldırmaya çağırmış, Müslüman İran halkının Şah despotizminden kurtulması için 16 yıl sürecek olan devrimci bir mücadelenin ateşini tutuşturmuştu.

Dolayısıyla, İran İslam devrimi, 11 Şubat 1979"da tanık olduğumuz dönüşümün adı değildir; 11 Şubat İslam devriminin zafere ulaştığı tarihsel dönüm noktasıdır. Ancak bu güne gelinceye kadar verilen mücadelenin tüm evreleri, -ki bunun başında devrim önderliğinin gösterdiği irade ve azim, dirayet ve cesaret gelmektedir- bir devrimdir; diğer bir ifadeyle, devrimin aşamalarıdır.

Mısır Devrimi"ne dönecek olursak:

Mısır halkının emperyalizm ve siyonizmin bölgedeki ün büyük üssü Firavun rejimine başkaldırarak "bu rejim yıkılacak, firavun devrilecektir" iradesini göstermesi, bunun için göğsünü kurşunlara siper etmesi, 300"den fazla evladını şehid vererek firavun düzeni karşısındaki baş kaldırışını sürdürmesi başlı başına bir "devrim"dir.

Burada sorulacak soru, Mısır halkının bu ayaklanmasının bir "İslam devrimi" olarak tanımlanıp tanımlanamayacağıdır.

Bunun lafzi değerlendirmesini yapmadan önce, bu halk ayaklanmasının emperyalist ve siyonist cephede yol açtığı korku ve paniğe bir göz atmamız gerekir.

Siyonist rejim tarihinin en büyük bir "güvenlik sendromu"na girip, içine düştüğü bu handikaptan çıkabilmek için NATO haçlı güçlerini de çağırarak dört günlük bir güvenlik konferansı başlattıysa, Mübarek diktasının siyonist rejim için oluşturduğu "güvenlik duvarı"nın yıkılması endişesi siyonistleri baştan başa bir kabusun içine saldıysa ve Mısır"ın emperyalizmin payandası olmaktan çıkıp "bölgesel İslami direniş ekseni"nin güçlü bir müttefiki olma kapısı aralandıysa, burada bir "İslam Devrimi"nden söz etmeyecek miyiz?

Zira bölgesel anlamda İslam devriminin makro projesi, her şeyden önce siyonist rejimin gaspçı ve gayri meşru varlığına son verilip "İsrail"siz bir Ortadoğu"nun kurulmasıdır. Bunun diğer bir adı, "İslami Ortadoğu"nun şekillenmesi"dir. Eğer Mısır halkının bu ayaklanması, bu projenin gerçekleşmesi yönünde tarihi bir adım ise, bundan dolayı da İslam"ın bölgesel ve uluslar arası düşmanları, Mısır"daki Müslüman Kardeşler Hareketi"ne odaklanıp İhvan"ın öngördüğü politik ve ideolojik hedeflere atıfta bulunuyorsa, bu gerçeklik, Mısır"da bir "İslam Devrimi"nin yola koyulduğunun kanıtıdır.

Tunus"ta olduğu üzere Mısır"daki halk ayaklanmasında, İslami şiarların önce çıkmaması, devrimin İslami kimliğinin olmadığı anlamında değil, aksine bu devrime yönelik komplo ve kuşatmaları etkisiz kılma amacını taşıyan bir taktik durumundadır.

Zira bu devrim hareketi sadece Müslüman Kardeşler hareketine ait değildir; İslami kimliği olmayan grupların, bunun yanı sıra ülkedeki hristiyanların da içinde yer aldığı geniş bir halk ayaklanmasıdır. İhvan-ı Müslimin hareketi ilke ve hedeflerinden vazgeçmediği gibi, Mısır Müslüman halkının iradesini tecelli ettirecek bir projeyi hayata geçirmenin öncülüğünü yapmaktadır.

Bunun için bir ittifak ve koalisyon süreçleri gerekiyorsa, İhvan-ı Müslimin öncelikli hedefler noktasında bu geniş halk katmanları ile ortak bir noktadan hareket etmektedir. İhvan gençleri Tahrir meydanında tankların paletlerinin altında elindeki Kur"an-ı Kerim"i okuyup gösterilerde bu Kur"an-ı Kerim"i kaldırıyorsa, bu tablo, "Anayasamız Kur"an"dır" diyen Şehid İmam Hasan El Benna"nın talebelerini Tahrir meydanında görmemizden başka bir anlama gelmez. Ancak bu ihvan gençlerinden ileriki aşamalarda yapacağını başlangıçta yapmasını beklemek, tağut egemenliği altında rutin hayatına devam eden bizlere hiç yakışmaz.

28 Şubat"ta tankların sülietini görüp yol ve yön değiştiren bizlerin, Tahrir meydanındaki gençleri tankların paletlerinin önünde yatmaya çağırması hiç de dürüstçe olmaz.

Yine Hz. Resul-i Ekrem dönemine bir göz atacak olursak:

Hz. Peygamber (s.a.v) Medine"ye hicret ettiğinde, bölgenin gayri Müslim sakinleri ile bir sözleşme imzalıyor. Bunlar bölgedeki Yahudi toplulukları olan Ben-i Kureyza, Ben-i Nadir ve Ben-i Kaynuka kabileleridir.

Hz. Resulüllah jeo-politik gerçeklik ve dengeleri göz önünde bulundurarak, bu Yahudi kabileleri ile, Mekke müşrik düzeni karşısında stratejik bir dayanışmaya giriyor. Bu bir "saldırmazlık ve güvenlik anlaşması"dır aynı zamanda.

Yesrib denilen bölge, içinde Müslümanların da bulunduğu bir şehirdir. Ancak Müslümanların o dönemdeki gücü ve etkisi, bölgeyi tamamen egemenliği altına alıp tamamen bağımsız bir siyaset izleme noktasında değildi. Dolayısıyla, bir geçiş süreci yaşandı.

Mısır İhvan-ı Müslimin"e bu geçiş sürecini çok görmek ya da sanki İhvan"ın az bir kazanım ile yetinip temel ilke ve hedeflerinden saptığı ve uzaklaştığı kanaatini ileri sürmek, İhvan hareketine töhmetten başka bir anlama gelmeyecektir.

Sonuç olarak:

Mısır halkının bu görkemli ayaklanması, etki ve yansımaları itibariyle, İslami devrimin bir merhalesini oluşturmaktadır. Dünya Müslümanlarına düşen de bu devrimi koruyup nihai zafere ulaşıncaya kadar bu devrimle dayanışma içinde olmaktır.

Devam edecek

 


velfecr

Bu yazı toplam 2842 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar