Müftüoğlu: Müslüman Aydınlar Pragmatizme Yöneliyor!

Müftüoğlu: Müslüman Aydınlar Pragmatizme Yöneliyor!

Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 13 Ağustos tarihli yazısını iktibas ediyoruz:

Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 13 Ağustos tarihli yazısını iktibas ediyoruz:

Kirli bencillikler

Günümüz dünyasında, maddi dünyanın araçsal öncelikleriyle, ırkçı-ideolojik önceliklerin belirleyiciliği, hükümranlığını sürdürüyor. Modern değer sistemi ve dünya görüşünün ürettiği kavramlar ve kurumlar daha çok birer “maske” işlevi taşıdığı için, her durumda sömürgeciliğe meşruiyet ve güç kazandırılabiliyor. Bu arada, modern sosyoloji biliminin de sömürgeci antropoloji merkezinde şekillendirildiğini hatırlamak, hatırlatmak gerekiyor. Sözünü ettiğimiz maske kavram ve kurumlar aracılığıyla, Avrupa ve Amerika, kendi coğrafyaları dışındaki dünyada utanç verici bir geçmiş, utanç verici bir tarih oluşturmuştur.

Utanç verici geçmiş, utanç verici tarih, modern uygarlığın Batı dışı halkları sömürgeleştirerek uygarlaştırma girişimleriyle başladı. Bugün, Avrupa ve Amerika, çok ciddi bir meşruiyet krizi ile karşı karşıya bulundukları halde, İslam dünyası toplumlarının/ülkelerinin/kültürlerinin, İslami anlamda çok derin bir bilinç ve sorumluluk komasına girmiş olmaları nedeniyle, bu durumu istismar ederek, ideolojik/politik/entelektüel etkilerini sürdürebiliyorlar.

İSLAMİ VAROLUŞ NASIL SÜRDÜRÜLEBİLİR?

Bugünün dünyası, bütün boyutlarıyla kirli bencilliklerin, kirli ilişkilerin, kirli politikaların dünyası haline gelmiştir. İslam dünyası ülkeleri de, bu kirli ilişkiler ve bencilliklerle malûldür. Karşı karşıya bulunduğumuz çok ağır insanlık sorunlarının küresel nedenleri karşısında, ulus-devlet araçları tamamıyla çaresizlik içerisindedir. Saf ırka, saf kültüre inanan bir topluluk için, ortak insani fıtrat söz konusu değildir. Günümüzde özellikle Ortadoğu toplumları, fiziksel olarak var olan, ancak hukuken var olmayan toplumlara dönüştürülmüşlerdir.

Araçların dünyası, amaçların dünyasını yok etmek üzeredir.

İslam dünyası toplumları, küresel kapitalist barbarlık karşısında çok ciddi bir egemenlik krizi yaşadığı kadar, aynı şekilde, aynı ölçüde çok ciddi bir kültürel egemenlik krizi de yaşıyor. Kimlikçi hareketlerin, milli aidiyet düşüncesinin, milli liderliklerin öne çıkışı, egemenlik krizlerini popülist stratejilerle aşmaya çalışmak, temel/varoluşsal İslami konuları önemsizleştiriyor.

İslami varoluş, tarihin içerisinde ahlaki, vicdani tanıklıklarla, eleştirel duruşla sürdürülebilir.

İslam toplumlarında, milliyetçi ve mezhepçi tercihler merkezinde yaşanan yoğunlaşmalar, Müslümanların bir bilinç komasına girmeleri sonucunu doğurmuştur. Bugün, her toplumda, milliyetçilik yönünde, mezhepçilik yönünde, ulus-devlet öncelikleri ve kutsalları doğrultusunda rıza imalatı çalışmaları yapılıyor. Kitleler, bu çalışmalar yoluyla edilginleştiriliyor. Kitlelere ne düşünecekleri değil, ne hakkında düşünecekleri öğretiliyor. Her ülkede, resmi gündeme, resmi takvime uymayan konular, bir şekilde gündemden düşürülüyor.

MÜSLÜMAN AYDINLAR PRAGMATİZME YÖNELİYOR

Güncele, konjonktüre, medyatik dile/kültüre/dünyaya, her tür propaganda etkinliğine eleştirel mesafeden bakmaları ve her tür iktidara gerektiğinde hakikati söyleme sorumluluğunu yerine getirmeleri gereken Müslüman aydınlar, İslami bilince ve ilkesel duruşa yabancılaştıkları için, pragmatizme yöneliyor, günlük siyasal gerçekliklerin/dilin dünyasına katılıyor. Statüko ile, muhafazakârlıkla, kurulu düzenle, yerleşik sınır ve düşüncelerle bütünleşen bireysel ya da toplumsal bir zihin’den, hiç bir şekilde bağımsız bir üretkenlik beklenemez.

Kirli bencilliklerin, kirli ilişkilerin, kirli süreçlerin, kirli tercihlerin hakim olduğu bir dünyada, ancak, tercihlerinde ve kararlarında bağımsızlıklarını koruyan Müslüman aydınlar, her tür belirsizliğe meydan okuyarak Allah’ın (c.c.) iradesinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda sorumlu oldukları katkıları üretmeye devam ederler.Milliyetçi söylemlerle yeni bir “biz” yaklaşımı üreterek içe kapanmak, İslami bütüne/bütünlüğe uzaklaşmakla sonuçlanabilir. İslami tercihlerin, kimliklerin, önceliklerin, koşullara göre, çıkarlara göre tanımlanması, belirlenmesi; İslami dilin-kavramların

farklı koşullarda, farklı anlamlar içerecek şekilde kullanılması; Müslüman aydınların, kendilerini, politik hareketlerin dalgalanmalarına göre konumlandırmaları, açıklanabilir, meşrulaştırılabilir tercihler değildir.

İslam dünyası toplumlarının değişim ve üretme yetenekleri, yenilenme ve yeni keşiflerde bulunma yetenekleri, kitleselleştirmeler, bir örnekleştirmeler ve homojenleştirmeler yoluyla sürekli kontrol ediliyor. Sözünü ettiğimiz kontrol hemen her dönemde devam ettiği için, bu durum İslam dünyası toplumlarınn yapısal bir özelliği haline gelmiştir. Bu olumsuz özellik sebebiyle, toplumlarımızda düşünsel-kültürel-felsefi-entelektüel-siyasal anlamda, ne yazık ki, büyük ölçekli süreçler, etkili bilinç hareketleri üretilemiyor.

BİLİNÇ BUNALIMI-KRİZİ

İslam dünyası kültürleri, maruz kaldıkları bilinç bunalımı-krizi sebebiyle, sömürgeci bilgi/dil/ideoloji ve siyasetin, mutlaklaştırılan iktidarıyla hesaplaşamadığı, bu varoluşsal/hayati sorumluluğu hep ihmal ettiği, savsakladığı ya da ertelediği için, her dönemde entelektüel sessizliği seçiyor; sessizlik büyüdükçe insani acılar da büyüyor. Sessizliği biriktirdiğimiz için, büyük ölçekli bir düşünce-kültür-sanat/edebiyat-felsefe hareketi üretemiyoruz. Sessizliği biriktirdiğimiz ve nihai hesaplaşmalar yapamadığımız için, modern-seküler-sömürgeci dünya, ideolojik-ırkçı-felsefi bir dokunulmazlık/evrensellik tekeli oluşturarak, bu tekelin hiç bir irade tarafından sorgulanamayacağını ilan edebiliyor.

Müslümanlar olarak, karşı karşıya bulunduğumuz küresel entelektüel faşizm karşısında direnerek, bağımsız entelektüel fikirler, anlamlar, değerler, yorumlar üretmemiz gerekirken, özellikle kültürel bağlamda yurtsuzlaştırılan genç kuşakları “milli”leştirmeye çalışıyoruz.