Mustafa Öztürk'ten Zor Soru: O Zaman Neredeydiniz ?
FETÖ elebaşı Gülen ve İlahiyatçı ekürisi yıllardan beridir, “Lâ ilâhe illallâh neyinize yetmiyor; Muhammedün rasûlullâh demeye ne gerek var?” derken,..
Mustafa Öztürk Karar Gazetesi
Peşinen söyleyeyim, bu yazının konusu serapa sakillik olduğundan, yazıdaki üslup da biraz sakildir. Üsluba yönelik eleştirileri peşinen kabul edip sineye çekiyorum; fakat artık canıma tak dediğinden bugün böyle yazmam gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, mübarek Ramazan günü böyle bir yazıyla karşılarına çıktığım için okuyucularımızdan özür diliyor ve asıl konuya giriyorum. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu köşede yazdığım yazıların birinde FETÖ’nün dirisiyle ölüsüyle püsküllü bir bela olduğundan söz etmiştim ki hâlen de bu sözümdeyim. Bu bela şimdilerde belli bir çanağı bulunmayan, sınırları tahdit olunamayan büyük bir bataklığa dönüşmüş gibidir. Bataklıkların bilindik özelliklerinden biri, fazla yoğunluklu cisimleri içine çekmesi, bir diğer özelliği de binbir çeşit haşere ile yılan, timsah gibi yırtıcılara habitat hizmeti vermesidir. Anılan özellikleri dikkate alındığında bataklık metaforunun FETÖ belasını daha iyi anlatmamızı sağlayacak en güzel metaforlardan biri olduğu anlaşılır.
***
Özellikle son zamanlarda FETÖ meselesi etrafında olup biten birçok şey, pis kokulu bataklık çamurunu anımsatıyor. Toplum içinde nice haydut var ki kendilerini düşman belleyip hesap görmek istedikleri insanları FETÖ bataklığına gömmeye çalışıyor. Bu bataklıktaki çamur öyle pis bir çamur ki yapışmasa dahi iz bırakıyor. Daha da kötüsü, atılan çamur FETÖ usulünce atılıyor. Yakın geçmişte FETÖ’nün Emniyet ve medya marifetiyle uyduruk suç delilleri üretmesine benzer biçimde, bugün de olmadık yaftalar üretiliyor, üstelik bu yaftaları üreten haydutların pek çoğu, Şeyhülislam Bahâyî Mehmed Efendi’nin, “Dahleden dinimize bâri müselmân olsa…” sözünü hatırlatan bir kaypaklıkla karşımıza çıkıyor.
Örnek vermek gerekirse, öteden beri İslam dinini menkıbe ve hurafe edebiyatından ibaret sanan, üstelik Mevdûdî, M. Abduh, R. Rıza, M. Carullah, M. Hamidullah gibi müslüman düşünürlere alçak, zındık, moskof, İngiliz ajanı gibi sıfatlar yakıştırmakla tanınmış yoz/yobaz bir ideolojik söyleme yaslanan, ayrıca bir taraftan, “Hoparlörle ezan okumak caiz mi?” meselesini dahi tartışacak kadar takva titizliği(!) gösterirken, bir taraftan da tanınmış kadın sanatçılara kendi televizyon kanallarında yıllar boyu çalgı çengi programları yaptıran malum çevreler Kutlu Doğum vesilesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nı FETÖ’yle irtibatlandırıp yıpratmaya çalışmakta, bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ve Prof. Dr. Ömer Özsoy gibi hocaların dinî alanda sapkın görüşlere sahip olduklarından da dem vurulmaktadır. Böyle bir haydutluğa soyunan bazı kaypak tipler, “Millet balık hafızalıdır” diye düşündüklerinden olsa gerek, 17/25 Aralık’tan sonraki tarihlerde dahi FETÖ’nün mekânlarında konferansçı olarak ağırlandıklarını hiç kimsenin hatırlamayacağını sanmaktadır.
Bardakoğlu ve Özsoy gibi İlahiyat hocalarına yönelik karalama kampanyası zaman zaman bizi de kadraja alıyor. Fakat bize FETÖ üzerinden operasyon çekmek pek inandırıcı bulunmayacağından, tıpkı adı geçen hocalarımıza yönelik girişimlerde olduğu gibi, bazı yazılarımız ve konuşmalarımızdan birkaç cümlelik alıntılar, hatta bizim başkalarından aktardığımız pasajlar kimi zaman gazetelerde makale konusu oluyor, kimi zaman da whatsapp gibi mecralarda dolaşıma sokuluyor. Ama tam bu noktada taşı gediğine koymak için şunu sormak gerekiyor: FETÖ elebaşı Gülen ve İlahiyatçı ekürisi yıllardan beridir, “Lâ ilâhe illallâh neyinize yetmiyor; Muhammedün rasûlullâh demeye ne gerek var?” derken, “Nasr suresindeki ve’l-feth aslında fethullah demektir” diye yazıp çizerken, bugünkü din kahramanlarından hangisinin, yüksek sesle, “Bre sapkınlar! Haddinizi bilin, tövbe edin!” diyebilme cesareti gösterdiğini gerçekten merak ediyorum. İşin doğrusu, o tarihlerde Gülen ve ekürisinin din hakkında ne söyledikleri kimin umurundaydı ki? Cümle âlem gibi bizim bu din kahramanlarının pek çoğu da o günlerde Pensilvanya’ya selam çakma kuyruğunda sıra bekliyor, “Mübarek Hocaefendi hazretleri…” gibi hitaplarla yaltaklanma edebiyatının en güzel örneklerini veriyordu. Kısacası, bugünkü din kahramanları o günlerde Abant senin, diyalog toplantıları benim diyerekten Gülen’in gözüne girebilmek için binbir çeşit yağcılık yapıyordu.
***
Bu tiplerin şimdilerde haydut çetesine dönüşmesi her dönemde güçlünün yanında pozisyon alma ahlaksızlığından başka bir şeye karşılık gelmiyor. Ne yazık ki bugün şahit olduğumuz yaftalama kampanyaları, “Ne kadar fazla sayıda muhalifi ihraç kararnameleriyle bertaraf ettirebilirsek, o nispette kârdır” düşüncesiyle OHAL iklimini fırsata çevirmek gibi bir süfliliği ifade ediyor. Fakat buradaki süflilik katıksız dinî hamiyet ve hassasiyet söylemiyle sütreleniyor. Bu yöntemin Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV’den aşina olduğumuz yöntemlerden pek farklı olmaması, FETÖ’nün en önemli uzmanlık alanı olan kumpasçılığın şimdiki haydutlar çetesi tarafından tevarüs edildiğini gösteriyor. Öte yandan, 17/25 Aralık’tan sonraki tarihlerde, “Bu kavga hükümet-cemaat kavgası değil. Bütün dünyada okul, eğitim gibi çok iyi hizmetler yapan bu güzel insanlara iftira atmak çok büyük bir yanlıştır… Hocaefendi hakkında çok saygılı bir dille konuşmak lazım… Hocaefendi’ye terbiyesizlik eden herkesi kınamak lazım…” tarzında Gülen güzellemeleri yapan bir dizi haydut da bugün adeta FETÖ iddianamelerini hazırlayan birer savcı edasıyla karşımıza çıkıp kimin FETÖ’cü olup olmadığını belirlemekle vazifeli gibi konuşmaktan utanıp sıkılmıyor. Bilakis FETÖ konusundaki kirli ve şaibeli geçmişlerinden dolayı küçücük bir özür dileme ihtiyacı hissetmeyecek düzeyde pişkinlik sergiliyor. Fakat tuhaf olan şu ki hemen her vesileyle FETÖ meselesinin sulandırılmaması gerektiğine dikkat çeken ümera bu vahim manzara hakkında pek konuşmuyor. Sonuçta, FETÖ bataklığında topyekûn debelenir hale gelmemiz benim gibi sayısız insanda bulantı hissi uyandırıyor.