Namaz ve Kurban

Namaz ve Kurban

Her kurban kesen mü"min ya İbrahimi ya da İsmaili bir ruh hali ile kurbanını kesmelidir. Bismillahu Allahu Ekber...

Namaz ve Kurban

 

  İslam"da hiçbir ibadet birbirinden bağımsız değildir. Mutlaka her ibadetin önünde, arkasında, yanı başında bir diğer ibadet belirir veyahut birlikte olarak eda edilir. Namazdan önce abdestin oluşu, oruçlunun namaz kılması zekâtını vermesi böyledir.                

     Malumdur ki her ibadet kendi içerisinde taşıya geldiği zahiri ve batını mana ve mesajlarla hem başlı başına bir bütüncül parçadır hem de işliğindeki diğer bir ya da birden çok ibadetle bir başka bütüncüllüğün esaslı bir parçasıdır. Böylelikle her ibadet yer çekimi olmaksızın boşlukta savrulan nesnelerin yapısından uzak tam aksine mutlak bir yörünge üzerinde seyir halindedir. Bu intizam her hangi bir ibadeti şart ve zamana göre bazen diğer ibadetleri merkeze doğru yörüngelerken bazen de bir başka ibadeti merkeze alarak kendisini yörüngeye oturtur. Ramazan"da oruç ibadetin merkez olup diğer zekât, sadaka, umre gibi ibadetlerin oruç ekseninde zaman ve şartlarını bekleyedurması gibi" Tıpkı gezegenlerin Güneş etrafında dönerken güneş ve gezegenlerin aynı anda başka galaksi boyutunda bir başka merkez etrafında dönmesi haline benzer. Burada esas olan şudur ki; zaman ve şarta göre kendisini merkezleyerek diğer ibadetleri yörüngeleyen ibadet, pergelleme yaparken merkezdeki sabit ayak mutlaka namaz direğine yaslıdır. Yani hiçbir ibadet yoktur ki namaz ile ilintili olmasın. Hal böyle olunca hiç ibadet namazsız maksada erişemeyeceği gibi ne bir merkez ne de bir yörüngede kendisini maksada uygun makama oturtamaz. Namazsızlık diğer ibadetleri huşusuz, nakıs bırakacak merkez "direği" olmadığı için her an savrulma riski ile karşı karşıya olacaktır. Rasulullah(s.a.v.)"in buyurduğu "Namazı olmayan dinde hayır yoktur", "Namaz dinin direğidir" gibi hadisi- şerifler namazın ne kadar esas bir taşıyıcı direk oluşunun göstergesidir.

     Konumuz gereği Namaz ve Kurban kesme ibadeti arasındaki ilişkileri tahkik edersek karşımıza çıkacak ilk durak Rasulullah(s.a.v.)"in kurban kestikten sonra okuduğu ve kurban kesme ibadetinden sonra okunması mustehab olan Enam Suresi"nin 162. Ayet-i Kerimesi olacaktır: De ki: Benim namazım, ibadetim(Kurbanım), hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ayet-i Kerime"nin metninde geçen "Nusiki" ibaresi ibadet manasına geldiği gibi kurban manasına da gelmektedir. Bu manâdan bakarsak; Ayet"te namazında ibadet olmasına rağmen namazdan diğer ibadetler ve kurbandan öncellenrek ayrıca bahsedilmesi merkez direk olarak namaz ibadetinin karşımızda durduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ayet-i Kerime"ye bir adım daha geri çekilerek daha geniş bir perspektifle bakarsak Ayet"in dizin ahengi taşkın ufukları gözler önüne serecektir. Şöyle ki; Namaz ve kurban ikilisinin peşi sıra gelen hayat ve ölüm ikilisi örtüştürülerek manâ okumasına geçildiğinde Namaz gibi bir hayat Kurban gibi bir ölüm öğretisi ehhl-i imana alın yazısı olacak belirginliktedir. Hayatın her alanına nüfuz edebilmiş, hayatın her alanını şekillendirebilmiş, ikame edilmiş bir namaz tanımlaması var olacaktır. Allah Tealâ"dan başka tüm otoriteleri daha namazının başında elinin tersiyle geriye itmiş, Rabbi"nin dışında hiçbir firavni ve nefsi heva ve hevese, emre itaat etmeyeceğini ilan eden mü"min, Allah"ın dışında da hiçbir güce eğilmeyeceğini bükülmeyeceğini rûku ve secdeleriyle perçinleyerek namazındaki şuur, huşu ve ahidleri hayatına taşıyacaktır. Namaz gibi kulluğa uygun bir hayat ile azizleşecek tertemiz salih bir yaşantı ile capcanlı, diri, sadece cesedin eğilip kalkmadığı hayat gibi bir namaza erecektir. Namaz gibi bir hayat, hayat gibi bir namaz lezzet-i ruhaniyesi ile kurban gibi bir ölüm başlangıcına yelken açmaya her an hazır olacaktır. Namaz ve kurban arasındaki ilişki de tam burada başlayacaktır. Bu başlangıç şedit bir iç içelik şeklindedir. Namazını hayatına aksettirmeye ahdetmiş mü"min aynı zamanda hayatının bitişini, ölüm başlangıcını da kurban gibi olmaya ahdetmiş haldedir. Düşünüldüğünde namaz ve kurban arasındaki ilişkiyi ortaya çıkaracak olan anahtar kelime Besmele-i şeriftir. Zira biliyoruz ki İslâm"da besmelesiz hiçbir meşru bir adım yoktur. Rasulullah(s.a.v.) "Besmelesiz başlayan her iş ebterdir" buyurur. Malumdur ki Besmele kemali ile daha makbuldür ve o da; "Bismillahirrahmânirrahim" şekli ile kemal olur. Ne ilginçtir ki İslâm"da Besmele ile başlanmayan iki istisna amel vardır. O iki amel namaz ve kurbandır.Kurban keserken fiilde ölüm olduğu için Rahman ve Rahim ism-i şeriflerine fiil uygun düşmediği için kemal besmele çekilmesi mekruhtur. Namaza mâlum olunduğu Kitap ve sünnetteki gerekçeler üzere "Allahu Ekber" denilerek başlanırken kurban da "Bismillahu Allahu Ekber" denilerek başlanır. Namaza iftitah tekbiri ile başlanılması namazın şartlarındandır. İftitah, feteha kökünden türeyen bir kelime olup başlangıç, açılış, giriş manasındadır. Fetih kelimesinin de aynı kökten geldiğini düşünürsek musalli(namaz kılan kişi) aynı zamanda kurban olmaya aday bir fatihtir. Yeryüzü kendisine mescid olarak tayin edilmiş mü"minin mihrabdan(harp eşyası) başlayarak tüm yeryüzü mescid temizliğine kavuşuncaya kadar önce kendi nefsinden başlayarak şeytan ve dostlarıyla mucadele etmeye ahdettiği başlangıç hali işte o iftitah tekbirini aldığı andır. Salih bir fethin gasb ve işgalden ayrılabilmesi için Fatiha ekseninde hep sırat-ı mustagim üzere olabilmesi için  "tekrar tekrar" okuyarak hiç akıllardan çıkmaması gereken Fatiha mesajını sürekli taze tutarak hayat gibi diri bir namaza adım atar. Yukarıda belirttiğimiz gibi "Namaz gibi bir hayat, hayat gibi bir namaz lezzet-i ruhaniyesi ile kurban gibi bir ölüm başlangıcına yelken açmaya her an hazır olacaktır". İşte bu tekbir ile başlayan namaz, kurban gibi bir ölümle âhiret nimetlerine kavuşma başlangıcının anahtarı olacaktır. Zira mihrabda namaz için tekbir alan musalli ellerini kaldırıp boynundaki şah damarının hizasına getirdiğinde Allahu Ekber derken kendisini kulluktan uzak tutacak hevâ ve hevesine yol olacak şehvet damarlarını kesip atarcasına isyan ve nisyandan uzak kalacağının ahdini verecektir. Ahdine sadık kalacağı muhatabı kendisine "Şah damarından daha yakın olan Allah Teâlâ"dır". İftitah tekbiri ile nefsi hevâ ve heveslerini kurban eden kişi Allah yolunda çaba sarf ederken kurban olmaya da hazır olduğunu da beyan eder ki bu aynı zamanda kurban kesme ibadetini de yerine getiren mü"minin şuursal sözü ile paraleldir. Çünkü her kurban kesen mü"min ya İbrahimi ya da İsmaili bir ruh hali ile kurbanını kesmelidir. Allah"tan gayrısını gerektiğinde kurban etmeye hazır, Allah"ın buyruğu ile nefsin ve ruhun meylettiği arzu ve işler çeliştiğinde Allah"ın buyruğunu esas alıp kalanı kurban edip vazgeçecek kadar İbrahimi bir duruşu serd edebilmelidir. Ya da gerektiğinde candan vazgeçecek kadar sonu kurban olan veya kurban olmayı göze alabilen ve buna her an hazır olan, İsmaili bir vazgeçmişlik ve göze almışlık olgunluğunu kurban ibadetinin kansız sayfalarında okuyabilmelidir. Sizin kestiğiniz kurbanların ne eti ne de kanı Allah"a ulaşmaz. Allah"a ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır" (Hac, 37).

İbrahim Küçük