Nasrullah'ın Konuşmasının Tam Metni
Nasrullah birkaç ay içinde İsrail ile savaşacaklarını söyledi.
Öncelikle Şehit İmad Muğniye’nin ailesi, Hizbullah liderliği, Hizbullah üyesi tüm kardeşler ve İslami Direniş mücahitleri adına başsağlığı dileyip bizim dertlerimizi paylaşanlara teşekkür ederim. Lübnan’daki, İslam ve Arap dünyasındaki büyük mercilere, Müslüman ve Hıristiyan dini liderlere, cumhurbaşkanlarına, bakanlara, eski ve yeni milletvekillerine, siyasi parti liderlerine, askeri şahsiyetlere, medya ve toplum temsilcilerine teşekkür ederim. Lübnan’da ve dünyanın diğer bölgelerinde taziye merasimleri düzenleyen herkese teşekkür ederim.
Büyük Ayetullah Hamenei’ye babalığından ve gösterdiği özel teveccühten dolayı teşekkür ederim. Kendileri mesaj gönderdiler, konuşma yaptılar ve taziye merasimi düzenlediler.
Cenaze töreninde bize eşlik etmek üzere bir heyet gönderen İran Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Ahmedinejad’a teşekkür ederim.
Hiç de uygun olmayan hava şartlarında cenaze törenine katılan on binlerce kişiye teşekkür ederim ve şu an yapılan törene katılan siz kardeşlerime teşekkür ederim.
Bugün sizin bu törene katılmanız, bizim açımızdan büyük bir değer taşıyor. Büyük insanlar bizim ve vatanımızın onuru için kanlarını döküyorlar.
Biz bugün büyük şehitlerimizin meclisinde bulunuyoruz. Bu şehitlerden her biri cihatlarından, fedakarlıklarından ve şehadetlerinden dolayı belirli bir merhale için sembol oldular. Bizim yüce şehitlerimizin birçok ortak noktası bulunuyor. Yüce insani duyarlılıklar, aşk, cihat, sadakat, halk sevgisi ve sebat bu ortak noktalardan bazılarıdır. Bu şehitlerden her biri çizgimiz ve fedakarlığımız için bir semboldür; fakat somut merhaleler için birer semboldür.
İsrail’in daimi saldırganlığı, Filistin’in 1948’de düşmesiyle birlikte başladı, İsrail’in Lübnan’a özellikle de güneye yönelik saldırılarıyla bitmiş olmadı. Gerçi bugünkü şartlarda birçok Lübnanlı o merhaleye aşina değil veya bundan gafildir. Maalesef, kendilerini ülkenin siyasi liderlerinden sayan bazı kimseler de bu merhaleyi bilmezden geliyor.
Hatırlıyorum da bir gün Millet Meclisi’nde ulusal savunma stratejisini görüşüyor ve İsrail’in 1948’den 1970’li yılların başından itibaren gerçekleştirdiği saldırıları değerlendiriyorduk. Orada bulunanlardan bazıları, “İsrail o fetret döneminde bir şey yapmadı, İsrail’in Lübnan sorunu Filistinlilerin Lübnan’a gelişiyle başladı” diye itiraz ettiler.
Bu, büyük bir cehalet ve gaflettir. Bu oturumda bazı milletvekilleri, İsrail’in 1948’den beri Lübnan’da işlediği cinayetlerin listesini ortaya koydu ve delilleriyle birlikte bu saldırılarda 180 Lübnanlının öldürüldüğünü, bazı güvenlik yetkililerinin kaçırıldığını, daha sonra serbest bırakıldığını, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının o günden bugüne kadar durmadığını belgeledi.
Ben, Abbas Musevi, Ragıb Harb ve İmad Muğniye merhalelerini değerlendirmeye geçmeden önce bu merhaleden başlamak istiyorum. Savaş ve barış kararından bahseden bu zavallılara diyoruz ki bu karar sizin inisiyatifinizde değil, İsrail’in inisiyatifindedir. Biz yalnızca dünyanın ve devletin sorumluluğu omzundan attığı bir dönemde halkımızı ve vatanımızı savunmak şeklindeki doğal, şer’i, İslami ve insani hakkımızı kullanıyoruz. Siz eğer savaş ve barış kararı alma inisiyatifine sahip olmak istiyorsanız, bunu Olmert’ten ve onun Amerika’daki efendilerinden alacak kadar cesur olmanız gerekiyor.
Bugün “açık ve kapsamlı savaş” adlı yeni bir kavramla karşı karşıyayız. Aslında açık ve kapsamlı savaş, hiçbirimizin dünyaya gelmediği dönemlerde yürürlükteydi. Onlar Lübnan’a ve Filistin’e yönelik olarak bu savaşı yıllar önce başlatmıştı. Siz Lübnan’ı tarafsız yapmak istiyorsunuz; ama İsrail, buna karşı çıkıyor.
İmam Şerefuddin, yıllar önce Lübnan hükümetinden adımlar atmasını istemişti, İmam Musa Sadr, Arap ülkelerini Lübnan sınırlarının korunması için asker göndermeye çağırmıştı. Fakat o dönemde ordu, milli bir ordu değildi, güneyin halkının çıkarlarını değil ailevi çıkarlarını korumak için faaliyet gösteriyordu. En sonunda iş öyle bir noktaya vardı ki, güney Lübnan’daki tüm köylerin İsrail saldırılarına karşı koyabilmek için silahlanmasını ve gençlerine askeri eğitim vermesini istedi.
Bugün komik olduğu kadar insanı ağlatacak bir durum da şu ki, bazı hükümet yanlısı siyasi liderler, (ben Şehit Refik Hariri’ye saygıdan dolayı bu grubu artık 14 Mart grubu diye adlandırmıyorum. Çünkü onlar Refik Hariri’nin kanını kendi menfaatleri için kullanmak istiyorlar) bize itiraz ediyor ve İmam Musa Sadr’dan örnek gösteriyorlar. Biz bu itirazları kabul ediyoruz ve onlara diyoruz ki gelin aramızda hüküm verecek bir hakeme başvuralım. Eğer siz Musa Sadr’ın İran ve velayet-i fakih düşüncesine değil, Lübnan düşüncesine sahip olduğuna inanıyorsanız, gelin direniş, Arap İsrail çatışması ve Lübnan iç çekişmelerini Musa Sadr’ın bakış açısıyla ele alalım.
Ben Hizbullah ve Emel hareketinden her fert adına İmam Musa Sadr’ın her konuda söylediği her sözü kabul ettiğimizi söylüyorum. Siz eğer bu bahis üzerinde tartışmak istiyorsanız, biz müşahhas mercilerle bu bahsi ele almayı kabul ediyoruz.
Her halükarda İsrail saldırıları sürdü ve bunun en büyüğü ve en tehlikelisi de 1982’de gerçekleşti. İsrailliler, Lübnan’ın kimliğini, konumunu ve bölgesel dengeleri, uluslar arası destek, Arap sessizliği ve içerideki işbirliği ile değiştirmeye kast etti.
Ümitsizlik, zayıflık ve korku havası hakim oldu. Hatta “biz artık İsrailli olma aşamasına girdik ve bundan kurtuluş yok” denmeye başladı. O döneme Şeyh Ragıb Harb, şehadetiyle ve temiz kanıyla girdi. 1982’den 1985’e kadar olan dönemde halkın uyanışı, korkunun yenilmesi, özgüven kazanılması ve zafer duygusu oluştu. Silahlı direnişin yanında halk hareketi başladı. Şehit Ragıb Harb bu merhalenin sembolüydü ve düşmanla el sıkışmayı ve düşmana gülümsemeyi reddetti. Uzun süren zindan azabına tahammül etmiş ve daha büyük bir azim ve iradeyle dışarı çıkmıştı. O, köy köy, mescit mescit gezmiş, halkı uyandırmış ve halktaki Allah’a iman, güven ve şecaat duygusunu güçlendirmişti. Silahlı mücadele güçlü, halk hareketi uyanmıştı ve Siyonistlere yenilgiyi tattırmayı başardı.
Onun şehadeti, 1985 yılındaki zaferi hızlandırdı. Siyonistler, Cebel’den, Beyrut’tan, Sayda, Sur ve Nebatiye’nin varoşlarından kaçtılar, dağların arkasına, işgal şeridinin ardına gizlendiler. Şeyh Ragıb Harb’ın şehadeti, bu merhalenin ve zaferin başlangıcı oldu.
1985’ten sonra yeni bir merhale başladı. Direniş, askeri, aşamaya, düzenli ordu aşamasına girdi ve sınır bölgelerinde de halk hareketi başladı. Bu merhalede liderimiz Hizbullah Liderliğinin üyesi Seyyid Abbas Musevi’ydi. Henüz genel sekreterliğimiz bulunmuyordu ve o güneye giderek Hizbullah’ın güneydeki sorumluluğunu üstlenmek istiyordu. Seyyid Abbas yıllarca güneyde Direniş’le ilgilendi, operasyon odalarında bulundu, savaşları yönetti, mücahitleri uğurladı, geri dönenleri karşıladı. O, köy köy dolaşıyor, şehitlerin kanını, mücahitlerin alın terini haykırıyordu. Seyyid Abbas Musevi, ömrünün son yıllarını arabada geçirmişti. Biz o yıllarda ona “senin evin arabandır” diye şaka yapardık.
İyiliğiyle, sevinciyle, kederiyle… O Direniş’teydi. O bize düzenli silahlı mücadelenin yollarını öğretti. Hizbullah kültürünü ve programını oluşturdu. Hizbullah genel sekreterliğini kabul ettikten sonra da şehit oldu.
Onun şehadeti, Direniş’te körü körüne intikam alma değil, büyüyüp gelişen Direniş merhalesini başlattı. Direniş’teki bu merhale, 16 Şubat 1992’den, 25 Mayıs 2000’e kadar sürdü. Nihayet zaferi kazandık ve Seyyid Abbas Musevi’nin şehadeti, zaferin kazanılmasını sağladı.
Şimdi büyük bir gurur ve onurla diyoruz ki üçüncü merhalenin sembolü İmad Muğniye oldu. Onunla ilgili olarak insafa riayet edilmelidir.
Yeni merhale, Direniş’in enformasyon, imkanların çoğaltılması, operasyonların arttırılması, gerilla savaşı stratejisinin değiştirilmesi ve harp akademisine dayandırılması alanlarında ilerletilmesi aşamasıdır. Direniş, günlük programlarında ve stratejik çizgisinde duraklama olmayan ve tek bir kişiye dayanmayan bir kuruma dönüştü.
Bu merhale, başarılar, zaferler ve dengeler oluşturan ve düşmanı korkutan aşamadır. İmad Muğniye, diğer mücahit dostlarıyla birlikte bu merhalenin en önemli liderlerinden biriydi.
Dünya ve Hacı İmad’ın değerini az gören kimseler bilmelidir ki, o, 2000 yılındaki kurtuluş operasyonlarının muharebe komutanıydı. Fakat hiçbir şey söylemedi, hiçbir basın toplantısı düzenleyip “zaferi kazanan komutan benim” demedi. Çünkü o, Allah için mücadele eden ve kimseden ödül beklemeyen bir mektebin evladıydı.
Hacı İmad, güney Lübnan’ın kurtarılmasından sonra düzenlenen ilk esir alma operasyonunun ve birçok Lübnanlı ve Arap esirin kurtarılmasıyla sonuçlanan karmaşık “Tenenbaum” operasyonun komutanıydı. İmad, 2000 yılından beri düşman saldırılarına karşı yapılan her savunma operasyonunun planlayıcısıydı.
2000 yılındaki zaferden sonra halk, normal hayatına başladı. Fakat İmad Muğniye gece gündüz çalışıyor ve bir gün için hazırlanıyordu; çünkü o İsrail’in Lübnan’a saldıracağını biliyordu, çünkü o tamahkarların sınır ve ölçü tanımadığını ve 2000 yılının intikamını almak isteyeceklerini biliyordu.
Temmuz savaşı oldu ve savaştan sonra zafer kazanıldı. Hacı İmad, savaşın öncesinin de sonrasının da büyük komutanıydı. Bu savaşta zafer kazandıysak bu programlara, büyük erlere ve komutanlara sahip olduğumuz için kazandık. Bunlardan biri de İmad Muğniye’ydi.
Onu ifrattan ve tefritten uzak bir şekilde tasvir etmek istersek şu hakkı eda etmeli ve demeliyiz ki, şehitlerin kanının varisi olan Hizbullah’ta o iki kesin zaferin komutanıydı. 2000 yılındaki zaferin ve 2006’daki Temmuz savaşı zaferinin…
Temmuz Savaşı’ndan sonra da o, gece gündüz çalıştı; çünkü biz düşmanın bizimle yeni bir savaşa hazırlandığından emindik. Nitekim son savaşın sonuçları dikkatle incelenirse bu İsrail’in nihai olarak yok oluşuna sebep olacak.
Düşman işini bitirmeden önce biz, kendimizin güçlü yönlerimizi, düşmanın güçlü yönlerini; kendimizin zayıf yönlerimizi, düşmanın zayıf yönlerini inceledik; zayıf yönlerimizi ortadan kaldırmak, güçlü yönlerimizi de daha da güçlendirmek için adımlar attık.
İmad şehit oldu ve görevini tamamladı. Onun tamamlamadığı hiçbir şey kalmadı. O, kendine özgü şahsiyeti ve dehası ile görevini tamamladı ve gitti ve bu büyük emaneti bize bıraktı. O Direniş’in sınırsız bir güç haline gelmesini ifade eden bir merhaleye yaklaşmanın sembolü oldu.
Mücehhez bir orduya karşı savaşan bir Direniş’le, saldırılara karşı dimdik duran, Lübnan’ın işgal edilmesine izin vermeyen ve sonra da düşmanı mağlup eden bir Direniş’in çok farkı vardır. Düşmanı yurdundan söküp atan bir direniş merhalesinden caydırıcı ve mağlup edici bir halk direnişine geçiş merhalesinin dünyada ve tarihte emsali bulunmamaktadır. Direnişler genelde kendi yurdunu savunur; ama işgali önleyeni henüz görülmemiştir.
Şehidi andığımız bu günde onun şehadetine ilişkin bazı noktalara da değinmek istiyorum:
1-Muğniye terörü, ABD ve İsrail istihbaratının onu kaçırmak veya öldürmek için yaptığı 25 yıllık işbirliğinin ve çalışmanın sonucunda gerçekleşti. Bununla birlikte Hacı İmad’la onun gibi takip edilen diğer kişiler arasındaki fark nedir? Onlar, onu asla ele geçiremediler; onlar ona terörist bir saldırı düzenlemeyi başarı olarak görüyorlar. Biz ise İmad’ın başarısını onlarla 25 yıl mağaralarda gizlenmeksizin 25 yıl onlarla mücadele etmesinde görüyoruz. Ayrıca o, son on yıl boyunca faaliyetlerini açıkça sürdürüyordu ve her yere gidiyordu. Cephede en ön saflardaydı. Düşman ve onun askerleri, 2000 yılındaki zaferden önce ve sonra tepelerde toplanan ve planlamalar yapan gençlerin arasında Hacı İmad’ın bulunduğunu sanmıyordu. O, 25 yıl sağ kalıp onlarla savaştı; bu Hizbullah okulu için büyük bir başarıdır.
2-İmad’ın terörüyle ilgili Şam’daki araştırmalar sürüyor. Elbette bu Suriye’nin sorumluluğudur; çünkü terör Şam’da gerçekleşmiştir. Medya’nın bu konuyla ilgili olarak İran ve Suriye arasında bir komite kurulduğuna ilişkin haberleri yalandır. Biz doğal olarak Suriye’deki araştırmalara yardımcı oluyoruz. Fakat araştırma sorumluluğu onların uhdesindedir. Ben güncel takiplerim doğrultusunda onların bu konuda son derece ciddi davrandığını ve önemli başarılar da sağlandığını söylüyorum. Medyada çıkan ve soruşturmayı doğru çizgisinden saptırmayı amaçlayan şayiaları bir tarafa bırakarak diyorum ki şu ana kadar elde edilen veriler bu terördeki İsrail müdahalesine olan inancımızı daha da güçlendirdi.
3-İsrail’i bir düşman olarak bu terörden sorumlu görüyoruz. Biz bu konuda son derece açık ve net konuştuk. Bazıları, sorumluluğun seyrini değiştirmeye çalıştılar ki biz buna karşı çıktık. Sayda’daki ve Trablus’taki bazı Batılı kültür merkezlerinin kapatılmasına şaşırmak doğal hakkımız. Bazı Batılıların ve Arapların Lübnan’a seyahat konusunda uyarılarda bulunmasına doğal olarak şaşırıyoruz.
Eğer bundan maksat bize karşı ihtiyat göstermekse, bizim hedefimiz İsrail ve İsrail’den intikam almaktır. Eğer bundan maksat şüpheli bir cereyanın girişinden duyulan korku ise bunu açıkça söyleyip gizlemeseler daha iyi olur. Biz, herkesi Lübnan’da gerginliklerden faydalanacak kişilerin buraya girişi konusunda uyarmalıyız. Bu konuda açıklama yapmak onların sorumluluğundadır. Biz bu ülkelerden eğer başka bir ihtimal söz konusu değilse sorumlu ve doğal davranmalarını istiyoruz. Daha fazla gerginlik çıkarmak, Arap Birliği girişimini etkisiz kılmak, Lübnan sorununu uluslar arası boyutlara taşımaya çalışmak, Lübnan’ın uçurumun kenarına geldiğinden savaştan ve çöküşten bahsederek Güvenlik Konseyi’ne gitmekten söz etmek için bu olayı istismar etmek doğru değil. Umarım bu şekilde olmaz.
4-Lübnan’daki Direniş’in geçmişten bugüne stratejisi, toprakların işgalden kurtarılması, esirlerin geri alınması, Lübnan’ın düşman saldırılarına karşı savunulmasıdır ve bu, bugün de devam etmektedir. Biz, İmad Muğniye’nin şehadetinden dolayı duyduğumuz derin acıya rağmen, hükümetin ve tüm halkın ülke savunmasında sorumluluk alacağı uygun bir ulusal savunma stratejisi belirlenmesi için görüşmeler yapılmasını destekliyoruz.
İsrail’in haritadan silinmesi meselesine gelince… Ey İsrail’in düşmanları ve dostları, bakın size ne söylüyorum: İsrail’in çöküşü ve yıkılışı bir tarih yasasıdır, kaçınılması mümkün olmayan ilahi bir yasadır. Bu, kesin bir şeydir, biz bölge için tarihi bir çizgiden ve yazgıdan hareketle konuşuyoruz. Ben bu tarihi seyrin birkaç yıl gibi kısa bir zamanda sonuca ulaşacağına inanıyorum. Bu kesindir, zati ve vazedilmiş delilleri bulunmaktadır.
A)İsrail, bölgede devam etmesi mümkün olmayan yabancı bir varlıktır.
B)İsrail, kendi zati gücüyle var değildir. Varlığı uluslar arası kararlar dayalıdır ve bu kararlar birkaç yıl gibi kısa bir zamanda değişecektir.
C)Hala katliama, açlığa vs. tahammül eden Filistin halkının 60 yıllık direnişi, teslim olmaması ve Kudüs’ü teslim etmemesi, Filistin’i yurt olarak seçip başka hiçbir yerde yaşamayı kabul etmemesi sebebiyle… Bu basit bir şey değildir. Bir millet 60 yıl boyunca tüm bu zor şartlara karşı direniyorsa İsrail, çökecektir.
D)İsrail’in coğrafi gerçekliği: İsrailliler, burada bulunmaktan korkuyorlar. Filistinliler, direniş stratejisine sahip olmasa, sadece evlilik ve çocuk sahibi olma stratejisine sahip olsa bile…
E)Arapların engellemesi: Bazı Arap ülkeleri, bunların başında da Suriye ve geniş çaplı halk direnişi mevcuttur. Siyonistler, bazı devlet adamlarının kendileriyle birlikte olduğunu görse de; muhlis, vefalı, mümin ve sadık halkların Filistin’i ve Kudüs’ü işgal edenlere el uzatmayacağını çok iyi biliyor.
Bazı siyasetçiler, kendi makamlarını korumak için bunu yapsa da milletler, Deir-Yasin ve Kana canileriyle barış yapmayacaktır. Onlar, İsrail’i tuhaf şekilde muhasara edecektir.
F)İsrail’de tarihi liderlerin olmayışı: Şaron geldiği zaman ben kendi yetkililerimize Şaron İsrail’in son tarihi kralıdır demiştim. Ondan sonra gelenler ufaklıklardan başka bir şey değil. Winograd raporunun yayımlanmasından sonra bu raporun Olmert’i teşvik etmek ve onu başarılı kılmak için olduğunu söylediler. Biz ise tersine çok memnunuz. Eğer onlar ahmak ve aptal bir başbakan yerine karizmatik bir lidere sahip olsalardı bizim başımıza neler gelirdi?! Ben, Sayın Winograd’ı Olmert’i incitmemesinden dolayı tebrik ediyorum!
Siyasi ve askeri liderlerin bulunmaması (İsrail’in çöküşü konusunda) büyük bir sebeptir. Bizzat Netanyahu’nun kendisi bir defasında İsrail’de Yahudilik kültürünün yok olduğunu söyledi. Onların toplumu çöküş içinde. Gençler orduya katılmıyor, ordudaki askerler savaşmıyor.
G)Ordusunun güç heybetinin yıkılması ve subayların askerlerin, ordunun ve halkın birbirine güveninin kalmaması… Ben söylemiyorum, bakın onların kendileri neler söylüyorlar.
Bu, 2000 yılındaki zaferin, Filistin’de intifadanın artmasının, Siyonistlerin intifadayla baş edememesinin ve son Temmuz Savaşı’nın sonuçlarıdır. Ben bu yüzden Ben Gurion’un sözünü örnek olarak gösteriyorum. O, “İsrail, kaybettiği ilk savaştan sonra çökecektir” demişti.
İsrailliler arasında “acaba biz 1948’de yenildik mi yenilmedik mi?” diye bir tartışma vardı. Fakat bugün artık bu tartışma yok.
Lübnan’da bazı kesimler, Lübnan zafer kazandı demekten utanıyor, bunu söylerken acı duyuyor; fakat İsrail’de onların birkaç bin kişilik Hizbullah askeri karşısında yenildiği konusunda görüş birliği mevcuttur.
Dolayısıyla, Ben Gurion’un dediği gibi, İsrail’in çöküşü yakındır.
Son yapılan savaşa ve onun öncesine baktığımızda, İmad Muğniye’nin varlığını görmezden gelemeyiz. Bundan dolayı da diyorum ki İmad Muğniye’nin kanı, İsrail’in yok olmasına sebep olacak.
5-İsrailliler bugün savaş tehditleri savuruyorlar. Onlar İmad Muğniye teröründen önce de sonra da savaş tehditleri savuruyordu. Biz bu terör saldırısını Lübnan’a ve Direniş’e yönelik savaşın mukaddimesi olarak değerlendiriyoruz. Bu, kendilerine yönelik tehdit olarak gördükleri bir kişinin ortadan kaldırılması değildir. Bu, onların gelecekteki planları için bir operasyon mukaddimesiydi. Onlar bugün açıkça Direniş içinde ortadan kaldırılması gereken birkaç kişinin bulunduğunu söylüyorlar. Bunu, Temmuz Savaşı’ndan çıkardıkları sonuçtan hareketle söylüyorlar. Onlar, başta İmad Muğniye olmak üzere bazı komutanları, Hizbullah’ın zaferine sebep olduğu sonucunu çıkarıyorlar. Şimdi onları ortadan kaldırarak Hizbullah’ın zafere götüren gücünü yok edeceklerini düşünüyorlar.
Aziz kardeşlerim, Hacı İmad, açık ve önleyici savaş çerçevesinde terörist saldırıya hedef oldu. İsrail bu çerçevede yeni bir savaşa hazırlanıyor. Ben kimseyi korkutmak istemiyorum. Savaş veya barış kararı almak onların inisiyatifindedir. Maalesef iktidardaki bazı partiler, yeni savaşla Direniş’in ve onun liderlerinin yok edileceğini söylüyorlar. Biz ne kadar geri adım atarsak, onlar da Lübnan’daki siyasi sorunun çözümü konusunda ağırdan alıyorlar.
Onların Amerikalı efendileri, Arap Birliği girişimine karşı çıkıyor ve onlara bir şey söylemiyor. Satterfield’in söyledikleri, onlara (Menuçehr) Mutteki’nin veya (Velid) Muallim’in söylediklerinden daha değerli görünüyor.
Amerikalılar, bu konuda utanmıyorlar son derece açık ve netler. Onlar her türlü çözüme karşılar. 14 Şubat törenlerinden sonra iktidar grupları, 14 Şubat’tan öncesi ile sonrası farklı olacak dedi. Sorun nedir?
Yağmurun altında bir buçuk milyon kişi Şuheda Meydanı’na mı toplandı? Onlar bunun bir halk oylaması olduğunu sanıyorlar. Onlar kendilerini çoğunluk sanıyorlar. Eğer ölçü buysa size iki önerim var:
Onlar bir haftadır “biz gerçek halk çoğunluğuna sahibiz” diyorlar. Her birimiz bir hafta veya on gün mühlet alalım, siz de gösteri talep edin biz de edelim. Şehadet (Refik Hariri’nin öldürülmesi) vs. gibi bahanelere sığınmadan… Sizin taraftarlarınız da toplansın bizim taraftarlarımız da, bakalım hangisi daha fazla… Eğer ölçü buysa biz buna hazırız.
Eğer korkuyorsanız, ben size söyleyeyim. Siz bir ay boyunca propaganda yaptınız ve milyonlarca dolar harcayarak insanları Şuheda Meydanı’na getirdiniz. Kabul ediyoruz.
Biz Emel hareketiyle aşura günü gösteri yaptık. Bağımsız grupları getirin tek tek saysınlar, karşılaştırın. Eğer siz Şuheda Meydanı’nda bizim aşura meydanında olduğumuzdan fazlaysanız ben sizin çoğunluk olduğunuzu itiraf edeceğim.
Eğer 14 Şubat törenlerini tüm müzakereleri ve diyalogu kesmek için bahane olarak ortaya koyup biz kendi yolumuzu seçtik bu yoldan gideriz diyorsanız yargıya boyun eğin. Uzlaşma konusunda anlaşmış olduktan sonra şu ya da bu yabancı ülkelere gitmeye gerek yok. Çözüm mecliste, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ile birlikte sağlanır.
Onlar adamlarını toplamış, tıpkı ABD gibi “birkaç ay daha sabredelim her şey değişecek” diyorlar. Çünkü savaş çıkacak, Hizbullah ve Direniş ortadan kalkacak ve Lübnan bizim olacak…(diyorlar)
Ben onlara diyorum ki bu sadece hazırlanmak, somutlaştırmak ve tutum almak için yapılıyor.
Ey Lübnan halkı ve ey tüm dünyada bizi seven kimseler, size soruyorum: Yenildikleri Temmuz Savaşı’nda bizi yenip Lübnan’ın ve bölgenin haritasını değiştirmekten başka bir çaba mı vardı? O savaşta yenilginin neticesi olarak orduda çatlağın oluştuğu ve geniş çaplı kara harekatının başarısız olduğu yönünde İsrailliler arasında görüş birliği var. Yeni savaşta hava kuvvetlerinin hiçbir faydasının olmadığını onlar da çok iyi biliyor. Onlar her türlü çabayı gösterdiler ve yenildiler. Bu yüzden de onlar güney Lübnan’ı süratle işgal etmeye çalışacaklar.
Buna karşılık biz tüm onurumuzla ve inancımızla diyoruz ki evet biz yeni bir savunma ve zafer için hazırız inşaalah. Ne onlar, ne Siyonistler, ne de onların uşakları İsrail’in içini bizim uzun menzilli füzelerimizden koruyabilir. Kara saldırısı konusunda da tüm sorumluluğumla ve tecrübemle diyorum ki azimleri ve iradeleri güçlenmiş Hac İmad Muğniye’nin kardeşleri ve öğrencileri, girebileceklerini sandıkları güney Lübnan’ın her sokağında ve her yolunda onlarla savaşacaktır.
Yemin ediyorum ki tanklarınızı ve askerlerinizi sırtınıza alıp Şehit İmad Muğniye’nin ayaklarının ucunda ölüp gideceksiniz.
Ey Siyonist caniler, yemin ederim sizinle kara savaşında tarihinizde hatırlamadığınız şekilde savaşacağız. Ordunuz, tanklarınız, güney Lübnan’da sizin tabunuz olacak. İsrail ordusuz kalacak ve ordusuz kaldıktan sonra da artık var olamayacak. Bu yüzden İmad Muğniye’nin kanı İsrail’in yok olmasına sebep olacak diyorum.
6-Direniş ve Lübnan’ın savunma stratejisinden söz ediyorum, fakat bir diğer mesele daha var ki o da meşru hakkımız ve savunma hakkımızdır. Özellikle yurt dışında öldürüldüğümüz zaman buna karşı sessiz kalamayız ve düşmana zaferi ve özgürlüğü kazanan liderlerimizi terörle yok etmesine izin veremeyiz. Bu kimselerin isimleri ancak şehit olduktan sonra aydınlanır.
Bize, uluslar arası bir mahkeme kurulmasını talep edin diyorlar. Hangi uluslar arası mahkeme? Bush’un ve Sarkozy’nin sözünü ettiği mahkeme mi?!
Sözcüsü’nün Muarrab’da (Semir Caca’nın karargahının bulunduğu yer) bulunduğu mahkeme mi? Yargıcının Klimansu’da (Velid Canbolad’ın karargahının bulunduğu yer) bulunduğu mahkeme mi? Bu mahkemeden adalet mi çıkar?
Biz, kime sığınacağız? Direniş’in liderini görmezden gelen Lübnan hükümetine mi? Onlar bugün İmad Muğniye’nin ekmeğinin kırıntıları sayesinde yaşıyorlar.
Uluslar arası topluma mı sığınalım? Esir değişimi olsun diye iki esir alındığı için Lübnan’ın yok edilmesini İsrail’in hakkı olarak görenlere mi? Kendimizi savunduğumuz zaman terörizmle suçlanıyoruz.
Biz asla onlara sığınmayacağız. Onların yanına gidip onlara sığınmamızı, ülkemizin geleceğini onların eline vermemizi siz kabul eder misiniz?
Biz başından beri böyleydik ve bundan sonra da böyle kalacağız. Bizim uluslar arası toplumla ve Güvenlik Konseyi’yle işimiz yok.
Başından bugüne kadar ve sonuna kadar bizim Allah’ımız var ve o bize yeter. Ona inandık ve tüm Direniş ve savaş yıllarında onun katında sınandık.
Allah’tan sonra mücahitlerimizin ve kahramanlarımızın bileklerine sahibiz. Tüm Lübnan’da bizi sevenlere taraftarlara sahibiz. Her gün tehlikelere tahammül eden, en onurlu, en temiz ve en yüce kişilerden oluşan kendi ailelerimizin sevgisine sahibiz.
Bu yüzden de Allah bizimledir ve biz ona inanıyoruz. On binlerce İmad Muğniye’miz var o derecede şerefli ve sadakatli ailelerimiz var. Teslim olmayacak, baş eğmeyeceğiz.
Biz “Zillet bizden uzaktır” mektebindeniz.
Bu yüzden biz kendi yöntemimizi savunuyoruz. Zamanını ve mekanını biz seçeceğiz. Ulusal kararlarımızı, milli irademizi kendi kanımızla savunacağız.
Şehadetinin 7. Gününde Ey İmad Muğniye, sana yalnızca bir cümle söyleyeceğim:
Ey Hacı İmad, Allah’a yemin ederim ki kanın yerde kalmayacak!
ydh