Abdurrahman Dilipak
Ne biçim seçim bu!
Derin Gerçekler
Siyasetin tadı kaçalı nice zaman olmuştu, bitmek bilmeyen seçim sürecinde iyiden iyiye işin tadı kaçtı. Dün, Bahçeli Apo için kürsüden ip atıyordu, bugün Kılıçdaroğlu ''Erdoğan’ı kastediyor olsa gerek'' afişlerde ''ilmekli ip'' fotoğrafı ile mesaj veriyor. Ülkemin geldiği nokta bu. Ha, Bahçeli ip attı da sonra ne oldu? Uluslararası sistem zaten Apo’yu teslim ederken “asmayacaksınız” dedi ve uluslararası sistemin dediği oldu.
Seçim meydanlarında olur böyle vakalar. Bakmayın bunların birbirine girdiklerine, uluslararası sisteme sadakat konusunda “Yok aslında birbirlerinden bir farkları, tek farkları adları.” Onların kim olduklarını görmek istiyorsanız, ağızlarının söylediklerine değil, ayaklarının gittiği yöne bakın. Onlar size duymak istediklerinizi söylerler... İstanbul sözleşmesi, Lanzarote, Karbon ayak izi CoVID, 5G, TransHumanizm, Toplumsal cinsiyet dayatması, sentetik et, geniyle oynanmış gıdalar, İklim safsatası, konusunda birbirlerine karşı tek çıt çıkıyor mu ağızlarından? Bizim gibi ülkelerde siyaset, global ağaların kahyalığı yarışıdır. Hatırlayın İstanbul sözleşmesi nasıl çıkmıştı? AK Parti, CHP, MHP, HDP aynı safta buluştular. Sonra bunlara İYİ Parti’de katıldı. Küresel dayatmalara karşı GELECEK, DEVA, MEMLEKET, ZAFER partisinden bir itiraz var mı?
4 Cumhurbaşkanı adayı var, seçime gidiyoruz, 3’ünün ne yardımcısı belli, ne bakanlar kurulu.. Yani, Cumhurbaşkanı seçilenin başına bir şey gelse, yerine seçilen değil, atanan biri gelecek. Mevcut rejimde başbakanlık yok, Akşener ''ben başbakan olacağım'' diyor? Nasıl olacak derseniz, pazarlık, seçilmedik parlamentonun üyelerinin iradesi ipotek altında.. Bir diğerinin 6 Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı var. Bakanları da belli. Bize başkanlık sisteminde koalisyon olmayacak diyorlardı, seçimden önce koalisyonlar kuruluyor ve bir de HDP örneğinde olduğu gibi görünmeyen bir koalisyon ortağı çıkıyor.
Böyle bir seçim mi olur, Allah’ınızı severseniz. 11 ilin ne seçmen sayısı belli, ne nasıl oy kullanacakları belli. Yüzbinlerce can kaybı oldu depremde, resmi rakam 50.000lerde. O illerin kaç milletvekili kalmıştı o da belli değil. “Ben yaptım oldu” gidiyor işte. Seçim sonucu katılım yüzde kaç olacak göreceğiz. Oradan seçilecek milletvekillerinin bir kısmının göç sebebi ile aslında başka illere kaydırılması gerekiyordu ama kimin umurunda. Zaten bu kadar dar zamanında bütün adayları Ankara’nın adayı değil mi? Gazi de öyle yapıyordu. Edirneliyi Hakkari’den, Rizeliyi Muğla’dan aday göstersen de olur. Seçmen zaten kurşun asker. “Öl de ölürler, vur de vururlar”. (Din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini İlah ve Rab edinmek) işte böyle bir şeydir.! Onlar, onların İdol’ü olur ve Put’una dönüşür. Bizde Demokrasicilik oyunu böyle oynanıyor. Gazi de böyle yapardı.
Sahi o kendilerini CoVID yalanı sürecinde yakından tanıma fırsatı bulduğumuz (!?) Türkiye'yi yeni yüzyıla hazırlama şerefine nail olan (!?) “Ne biliiim, bilim kurulu” üyeleri kendileri mi istemedi, ya da niye aday gösterilmedi? Hani bir de “Polemika (afedersiniz, “Politika” diyecektim) kurulu” vardı, her bakanlığın, onlardan da aday yok. Onlar yeni dönemde de görevlerinde mi kalacaklar? Neden sesleri çıkmaz bunların, dut mu yediler... Neden aday gösterilmediler. Ne iş yapar bunlar?
Partilerin çoğunun stratejik eylem planları 2 bölümden oluşuyor: NATO ve AB’nin stratejik eylem planlarının tercüme edilerek yön-eylem mevzuatına dönüştürülmesi, yani yerli ve milli hale getirilmesi ve siyasi “çerezler”, “promasyonlar”... Bilgisayar kullanıcıları o “çerez”leri bilirler. Emekliler de maaşlarını alacakları banka tercihleri sebebi ile bankaların promasyonlarından bilirler. Siyasi promasyonların helal-haram olması konusunda kimsenin sesi çıkmıyor. Eskiden “Meze” deyince, rakının yanında tuzlu leblebi, fındık fıstık anlaşılırdı, şimdi her sofranın “Meze”si olduğu gibi, bir de Bir bakan gelince, onun yanında meze olarak makama gelen bir takım müteahhitler, zurnikler, işbitirici tipler, tabanla hiç bağı olmayan tipler de gelirler. Yani anlayacağınız Şeytan bütün avanesini toplar gelir, hep elegant, janti, ince, parfüm kokan, pahalı, lüks arabaları ve moda elbiseleri ile. Kiminin yanında hoca, kiminin yanında dedesi, ya da bir sanatçı, kanaat önderi birileri de olacaktır icabında. Mesele her kalıba uyma meselesi.
İlk kez oy kullanacak 6,5 milyon genç varmış. Böyle bir başlangıç hayra alamet değil. Sizden ben kendi adıma özür dilerim. Biliyorum böyle olmamalıydı bu iş ama oldu. Bu ülkede herkes bu sonuçtan sorumlu. Ben Politika ile Poetika arasında, güzel söz ve hikmet içeren, hayırda yarışan insanların yarışı olsun isterdim. Olmadı, başaramadık. Seçim çok kimseler için “geçim” meselesi oldu. Poetika’nın yerini “Polemika” aldı. Demokrasi zaten bir illizyondu, o da Demagojiye dönüştü. Anlayacağınız, “kandillere katran döktü geceler!”
Şimdi “vicdan azabına eş” bir seçim süreci yaşıyoruz. Siyaset esasen sulhetme sanatıdır ama bizdekine gelince, haltetmeye dönüştü bu iş. Göreceksiniz 14 Mayıs'ta bitmeyecek, kavga gürültü bu seçim bitse de tartışılmaya devam edecek. Dahası var bu bıçak sırtı sonuçlar kimseye huzur vermeyecek. Korkarım 2024 Martındaki yerel seçimlerinde biz yine sandığa gitmek zorunda kalırız. Seçim milletin kalbine bir tefrika hançeri sapladı. Deprem bile uyandırmadı Ankara’yı derin uykusundan. Hemen herkes bu yarışta kaçtığını sandığı şeye doğru koşuyor, yokuş aşağı koşar gibi.
14 Mayıs’ta seçim olduğuna göre, bir düzine gün kaldı seçime. Tik tak, tik tak.. Kader ağlarını örüyor.. Sayılı nefesler tükeniyor. Bir seçim sürecini bile yönetemeyenler, ülkeyi nasıl yönetecekler bilmiyorum. Ve bu süreçte tarafların halka ve Part’ların birbirine karşı uslubları benim açımdan ve gelecek için son derece kaygı verici.
O dış güçler var ya, 3 mum yakıp seyrinize bakıyorlar. Tam da istedikleri bu. Kim kazanırsa kazansın, sonunca zayıflatılmış, bölünmüş bir ülke olarak onların önüne düşülmesi. Oltayı yutan balık yem istemez. “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez” denmedi mi bize.. Bu tefrika nedir böyle?
Sahi, Cahit Sıtkı ne diyordu “Otuz Beş Yaş” şiirinde: “Zamanla nasıl değişiyor insan!” değil mi, sadece alnınızdaki kırışıklar değil değişen. “Nerde o günler, o şevk, o heyecan?”.. Ne hayallerimiz vardı değil mi?: “Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan.”
Farkında mısınız; eski “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; / Gittikçe artıyor yalnızlığımız”. Bundan sonra işler daha da zor olacağa benziyor: siyasette “Her doğan günün bir dert olduğunu, / İnsan bu yaşa gelince anlarmış”.
Hey! Politikacı GENDER BİREY’ler ve sizin peşinizden koşanlar size söylüyorum.. Ölüm var ölüm... Unutmayın bu dünyada yaptıklarınızın ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızın hesabının sorulacağı bir gün var.. Aklınızdan, kalbinizden geçenlerin, kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuştuklarınızın, kuryeler, şifreli telefonlar ve mesajlarla haberleştiklerinizin ifşa olacağı ve hepsinin hesabının sorulacağı bir gün var...
“Kul hakkı”nın affedilmeyeceği ve o konuda şefaatçı da kabul edilmeyeceği bir gün var.. Efendilerden kulların hesabının sorulduğu bir gün!
Evet “Neylersin ölüm herkesin başında. / Uyudun uyanamadın olacak. / Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? / Bir namazlık saltanatın olacak, / Taht misali o musalla taşında.”
O gün meddahlığa soyunmuş, kiralanmış kalemlerin övgüleri, rakiplerinize söven trollerinizin o sözleri kabusunuz olacak. Bunu unutmayın. O zaman yakın olanı bekleyin.
Eğer halka hizmeti, Hakk'a hizmet vesilesi yapmışsanız, Ömer misali, düşmanınızın hakkı için babanızdan hesap sormaya adanmış bir ömür yaşadıysanız adaletle, rüşvet almadı, torpil yapmadı, yalan söylemedi, iftira etmedi, çalmadı, fuhşiyattan uzak durdu, kibirlenmedi, Hılful fuhul ahlakı ile ahlaklandı, adaletten, barıştan, hürriyetten taviz vermedi, adil şahidlerden oldu iseniz, insanların malları, canları, namuslar, akıl-inan ve nesli ve fıtratı koruma konusunda üzerine düşeni yaptı iseniz, bir topluluğa olan düşmanlığınız bile sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmedi ise, kul hakkına girmedinizse, ne mutlu size.
Selam ve dua ile.