Abdurrahman Dilipak
Ne yalanlar uydurduk ne..
Ah insan! Belhum adal ile ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat arasında giden akıl sahibi, bir emanet olarak ruh sahibi olan canlı. Rahman’a yaklaştığında Meleklerin koruduğu, uzaklaşınca Şeytanlaşan, Şeytanın kıskandığı mahluk!
Tarih, hakikat müjdecisi peygamberler ve nefsini Şeytana satan kırallar ve onları başa geçiren, onların tetikçiliğini yapanların savaşı ile doludur.
Din, tarih, siyaset ve ideoloji adına öyle yalanlar uydurduk ki! Hepsi de “kutsadığımız” yalanlardı. Kutsala karşı kutsal! “Aydınlanma” bir “karartma” operasyonu idi aslında. Kapitalizm, komünizm, faşizm, siyonizm, liberalizm hepsi bir aldanma ve aldatma operasyonu idi. Hep kaçtığını sandığı şeye doğru koştu insanlar. Demokrasi adına kaç darbe yapıldı. Birileri aynı ülkelerin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet ürettiler.
İnsan hakları belgesi dedikleri Magna Carta aslında kıralla derebeylerinin toplumu güdülemek için yaptıkları bir anlaşmaydı. Vergileri nasıl paylaşacaklarının pazarlığı idi. Ulus devletlerin ve uluslararası düzenin kuruluşuna açılan kapı olan Westefelya anlaşması ise Papa ile derebeylerinin kanlı sömürü mirasının paylaşım pazarlığı idi. Kendi aralarında bu mirası paylaşamadıkları için 100 yıl savaşan yağmacıların mütarekesi, bundan sonrası için paylaşım ve işbirliğine giden süreci başlatan anlaşmaydı. Laiklik bu anlamda kilise adına ruhani otorite ile devlet adına dünyevi otoritenin, İncil’deki “Tanrının hakkını Tanrıya, kıralın / Sezarın hakkını Sezar’a verme” kuralını hayata geçirmek için uydurulmuştu. Aldatıldık ey halkım.
“Lale devri” bir rezaletti. “Lale devri çocukları” yeryüzünde bir cennet hayali ile ahiretten yüz çevirdiler. Zengindik, Güçlüydük ama, artık “Cihad” yerine “Kam almayı seçmiştik” dünyadan. Babür, Endülüs, Horasan beylikleri kimin umurundaydı. Zaten onlar da kendi lale devirlerini yaşıyorlardı. Ya da cihadı bırakmış kendi aralarında iktidar savaşına tutuşmuşlardı.
Dört halifenin 4’üncüsü döneminde yaşanan Kerbela’yı hatırlayın. Hz. Ömer döneminde Kadisiye’den dönenlerin zafer sarhoşluğu karşısında Şam’a giden Hz. Ömer’in hayıflanmasını hatırlayın. Kisra’yı yendiler ama, nefislerine yenilenler de dünyadan kam almaya başlamışlardı. Onlar adil Ömer’lerle değil, zaman içinde “ısırıcı melikler”le yollarını devam edeceklerdi. Tıpkı, mazlumiyetleri sebebiyle Allah’ın yardımıyla denizi yarıp Sina’ya geçen Beni İsrail’in Sina’dan Kudüs’e doğru yola çıktıkları, başlarında Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Yuşa olduğu halde, yoldan çıktıkları için 10 günlük yolu 40 yılda zor aşmaları gibi. O günkü insanların torunları bugün nerelere savruldular görüyorsunuz!
Başınızda güçlü liderler, şeyhler olsa ne yazar! Peygamberlerin de yoldan çıkmış bir kavmi kurtaracak gücü yokken, hangi ölümlüye sığınacaksınız!
Tanzimat! Kendi özüne yabancılaşma. Kıyafet devrimi.. Batı tipi eğitim, batı tipi ordu, batı tipi bürokrasi. Siyasetin besleme ulemasının elinde “şamaroğlanı”na döndürülen Şeyhül İslamlık makamı. “Ya kelleni, ya fetvayı gönder” diyen, halkına “kullarım” diye hitap eden iktidar sarhoşu olmuş bir saltanat! Ve İttihat Terakki! İnkar. “Müslümanların halifesi”ni Selanik’e Yahudi, Kabbalist Sabatay Alatini efendinin evine sürgün eden bir akılsızlık. O Alatini efendi, Mustafa Kemal’in okuduğu Şemsi efendi mektebinin sahibi idi. Şemsi efendi de sabatayistti. Bir diğer Osmanlı sultanını olan Vahdeddin’i İngiliz gemisi ile Fransa’ya gönderen bir başka akılsızlık.
İttihat Terakkinin siyasi ayağının 2. Meclis döneminde Meclise el koyması ile başlayan Cumhuriyet dönemi. Seçim dediğin “açık oy gizli tasnif”. Muhalefete karşı kanuna göre yargılama yapmayan, kararı kanun sayılan, icabında savcısı, savunması, temyizi olmayan İstiklal Mahkemeleri. Valiler belediye başkanı, Tek parti, Tek adamın iradesi ile yönetiliyor. Oh ne ala memleket!
Laiklik adına baskılanan din! İrtica tartışmaları. Din irtica, dindar mürtecidir. Bakınız Cumhuriyetin 10. ve 15. Yıl albümleri. Sonra, darbeler, darbeler, darbeler. Ve bugün.
Müslümanlar 40 parça. Aslında daha fazla parçaya bölünmüşler. Selefi, Şii, Sünni, Sufi toplulukların her biri kendi içinde, dini, siyasi, mezhebi fikir ayrılıkları sebebi ile her biri 40 parçaya bölünmüş. Oysa aynı Allah’a, resule, kitaba iman ettiklerini söylüyorlar. Aynı yöne dönüyorlar yüzlerini. Kitap onların ihvan/ kardeş olduğunu, işlerinin istişare ve şûra ile olduğunu söylüyor. İman ve muhkem nas konusu dışında ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görmemizi söylüyor. Zira “bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bir gün bize gösterileceğini” söylüyor kitap. O kitap “size hayır gibi gelen şey de şer, şer gibi gelen şeylerde Allah’ın hayır murat etmiş olabileceğini” söylüyor.
Allah’ın emrine uymazsak haram, resulün sünnetine uymazsak mekruh, ama din ve devlet büyükleri, güç ve iktidar sahibi birilerinin sözlerine uymazsak dinden çıkacağımızı söylüyor birileri! Birileri din ve devlet büyüklerini peygamberlere nisbet ediyor, onlardan medet umuyor, onların kaderlerini ve rızıklarını değiştirmesini bekliyor. Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmememiz konusunda uyarılmadık mı biz! Göklerin hazinelerinin anahtarı ya da ordularının komutası peygamberlere bile verilmemişken, kim hangi iddianın peşinde. Sakın bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin ve aklınızı kiraya vermeyin. Halimize bakın! Allah’ın indirdiği din yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar, bizim yaşadığımız din Müslüman olduğunu söyleyen iki kişi arasındaki ihtilafı bile çözmüyor.
Ben Selefiyim. 4 Halife döneminin Selefisiyim ben. Ama bugün Selefi geçinenlerin çoğunun benimle, benim onlarla bir bağım yok. Ben Şii’yim. Muavi’ye ve Yezid ile ihtilaf konusunda ben Hz. Ali’nin tarafındayım. Hz. Hasan-Hüseyin’den yana tarafım. Ben Ali Şiasıyım, Hz. Aişe’ye iftira eden, 4 halifenin 3’üne hakaret eden Safevi Şiası’ndan yana değil. Ben Sufiyim, ehli Suffe’deki vahip katipleri, peygamber dostları, veresetül enbiya’dan olanlarla beraberim. Cihad edenler, hicret edenler, tebliğ edenlerle beraberim ama, mü’minlerin çoğunluğunu bırakıp sadece kendi tarikat arkadaşlarını “ihvan” kabul edenler, din büyüklerini İlah ve Rab edinenler, “Yunan sofistikesi” ya da “Hind mistisizmi” dedikleri türlerden Allah’a sığınırım. Ben Sünniyim. Hanefiyim. İmamı Caferi Sadık’ın talebesi olup, Hilafeti savunan, iki talebesi kendine itiraz edince kendine soranları, karşı görüş sahibi talebeleri ile görüşmeye yönlendiren ve onları azarlamayan, savunduğu hilafeti işgal eden Halife’nin biat talebini, usule uymadığı için reddeden İmam-ı Azam’ın mezhebindenim. Ama kendini Sünni ya da sufi sayan herkesle beraber değilim. Ben her radikalle de beraber değil, hukuk içinde kalan, ilim sahibi insanların radikal çıkışlarını da desteklerim. Ben Müslümanım. Ben insanım! Ama “Müslümancı” da değilim, “insancı” da! Ben Müslümanlarla kardeş, onlarla “vahdet” üzere olmaya özen gösteren “beynel Müslimin bir ferd”im. “Ben Müslümanlardanım” elhamdülillah. Yeryüzündeki tüm mazlumlar ve erdemli insanlarla “Hılful Fudul” anlayışına sadakatle İttifak üzere, “Müttefik”im. Değer üreten ve başkalarının temel haklarına karşı açık ve yakın bir tehdit oluşturmayan herkesle nimet ve külfet dengesine dayalı İtilaflar kurmayı, “Müellefetül Gulub” sayarım. Hepsinin ötesinde haksızlık kimden gelirse gelsin ve kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağım. İşi ehline vereceğim. Ehliyet ve liyakat önceliğim olacak. İstişare ve şûra ile karar vereceğim. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacağım inşallah.
Selâm ve dua ile.