Abdurrahman Dilipak
Siz sanıyorsunuz ki!
İnsanlar zannediyorlar ki, asıl tehlike Deizm, Ateizm, Satanizm. Onlar bir şey söylüyorlar, bir iddiaları var. Sonunda bir “kim”likleri var. Daha da büyük bir tehlike var: Agnostizm. Onlar hiçbir şeye inanmıyorlar ya da red de etmiyorlar. “Bilemem” diyorlar. Ve bunu bir “norm” olarak kabul ediyorlar. Bunlar Pozitivist de değiller, yani “bilimin isbatı dışında bir şeye inanmam” da demiyorlar. Bilimle de bir işleri yok. Ayrıca Pozitivistler de var, “deneylenmiş, isbatlanmış şeylerin dışında her şey şüphelidir” diyen ve dini konularda Agnostizme yakın olan ama Agnostik de olmayan, çünkü “araştırmak gerek” diyorlar. “Bilinemez” demiyor, ama “bu konuda ulaşılmış bir sonuç yok” diyor. Bunu bir süreç olarak görüyor. Agnostik dediğimiz “Bilinemezci”. Madem bilinemez, o zaman araştırmaya da gerek yok. Bu yolun sonunda din ortadan kalkacak, konu “BİREYsel” ve “vijdani” bir konu olarak, geleneksel, kültürel bir fenomen (Duruma göre kişinin duygusal algısı) haline gelecek. Bunun sonunda kişinin kendi kanaatlerine, hayat tecrübesi, dünya görüşü, dünyadan beklentileri ve gelecek umut, kaygı ve korkusuna göre anlam ve şekil kazanacak. Kimileri kültürel bir aidiyet olarak görecek, kimi bir gelenek ve ritüel olarak insanların bilinmeze karşı merakı, ilgisi, sezgisi, psikolojik talepleri, içgüdüsel davranışları ya da biokimyasal, genetik yapısı ile ilgili davranışsal bir olgu olarak görecek.
Kızım sosyolojide yüksek lisans tezi hazırlıyor da, konu olarak “Dijital Aktivizm”i seçmiş. Aktivizm diyoruz da, ortada “eylemli” bir “aktivist” değil, sanal ortamda, gelişen olaylar karşısında risk alarak bir iddiada bulunan değil, oturduğu yerden ve sanal ortamda önüne gelen gerçekliklerden yola çıkarak, Trol ya da profesyonel aktörlerin iddialarından vijdanen ve duygusal olarak, hiçbir sabitesi olmadan, kendi anlık değişken psikolojinin örtüştüğü gerçeklik düzleminde RT ederek tepki veren, ancak tepkisi TT olma sürecinde etkili olan ve aynı şekilde benzer toplulukları etkileyerek domino etkisi ile mesajın yayılma hız, derinlik ve bulaşı şeklinde viral olarak yayılmasını sağlayan bir durumdan söz ediyoruz.
Sahi “eylemsiz aktivist” nasıl olur? Olur işte, “Halksız Demokrasi”, “Cumhuriyetçi Azınlık Partisi”, “Seküler Kutsal”, “Şeriatsız din”, “Şeriata karşı Müslüman”, “Şarapçı, Domuzsever Müslüman”, nasıl oluyorsa öyle olur. Sanal dünyada her şey mümkün. Bu gidilen sanal Hac, sanal umre, sanal kurban her şey mümkün. Bu sürecin sonunda siz de kendi yalanınıza inanabilirsiniz. Sanal gerçeklik artırılmış gerçekliğe dönüşebilir, oradan Deep Fake ile “tanıklı” hale de getirilebilir.
“Z kuşağı” filan diyoruz da, dünü ile bugünüyle gençliğin hali yaman. Gençliğiniz çok farklı bir dünya bekliyor. Din, ahlak, hayat tarzı ile yepyeni bir dünya. Hiçbir hazırlığımız yok. Önümüze konulan mönüden seçim yapan lokanta müşterisi gibiyiz. Hele yarınki gençliği düşünmekten bile korkuyorum. “Yarınki Türkiye”den de bu anlamda söz etmek kolay değil. Dilerim Bill’in adamları başarılı olmazlar, yoksa bırakın Türkiye’yi, İslam dünyasını, dünyanın hali nice olacak. Ne bildiğimiz insan bırakacaklar arkalarında ve ne de bildiğiniz devletleri. Bu cehenneme sırtlarında odun taşıdıkları bu sentetik cennetle aldatılan yığınlar, sentetik bir cehennemde yakılacaklar.
“Hamza Kürşad” isimli bir genç üzerinden yaşanan olayları okumak istiyorum. HAMZA ve KÜRŞAD Atsız’ın romanı Bozkurtların ölümü Chieh-she shuaiden esinlenilmiş yiğit Alp Göktürk Mitolojik bir kahraman hayali ile çıkılan yolun sonunda varılan yer belli. Herhangi bir aile çocuğuna Hamza ya da Kürşad adını koymaz. Bu bir kimlik beyanıdır. O zaman bu “öteki” biri değil, “Bizden” biri. Bu bizim hikayemizdir. Hamza’yı “günah keçisi” yapıp, onu linç etmek bize bir şey kazandırmaz. Ve tabii onu koruyup, himaye etmek, olayın üstünü örtmek de. Hepimiz suçluyuz.
Bakın, kol kırılır yen içinde kalırsa, o kol ya çolak kalır, ya kangren olur kesilir. Kendinizi kandırırsınız. Bir anlık şecaatiniz, belki düşmana zaafınızı göstermemek için taktiğiniz, genel bir tavra dönerse ömür boyu o yanlışın kefaretini ödersiniz. Olması gereken, kolu açıp, yarayı tedavi etmektir.
Kol kırılmıştır. Ama Kürşad bugün unutuldu gitti. Onun yanındaki Kürşadlar ona bakıp kendi başlarına gelenleri düşünüp korkuyorlar. Aileleri de öyle. Ve bu perdenin arkasında yeni Kürşadların ayak seslerini duyar gibi oluyorum. Onların çoğu sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış ve bu ateş kendilerine dokunmayacak gibi fütursuz bir şekilde, tıpkı onları kullanan, yöneten ağababaları gibi çıktıkları yolda yürümeye devam ediyorlar. Düşen düştüğü yerde kalıyor. Çünkü bu alemde vefa, merhamet yok. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir! Bakın o çocuğun cezalandırılması ile bu iş unutulup gitmemeli idi. Başka Hamzaların, Kürşatların yarın aynı bataklığa sürüklenmesinin önü alınmalıydı.
Biliyorum, işin içinde siyaset var, işin içinde işadamları var, işin içinde bürokrasi var. İşin içinde uyuşturucu var, kadın var. Kumar ve mafyöz ilişkiler vardır. Bu alemde işin içinde mutlaka tehdit vardır, şantaj vardır, rüşvet vardır, torpil vardır. Peki bu memlekette polis ne iş yapar, istihbarat ne iş yapar. Herkesin bildiği bir “sır” nasıl böyle gizli kalabilir. Bu tek örnek değil. Bunlar her yerdeler ve sayılar hızla artıyor. Her partide varlar. Artık bu tip insanlar cemaat yapıları içinde de varlar. “Zurnik” tipler hemen bu “kifayetsiz muhteris”lerin etrafını sarıyorlar. Ve kendilerini gizlemek için dini, ideolojik, politik ortamlarda en görünür yerlerde ve en saygın kişilerin etrafında konumlanıyorlar. Adnan Oktar’ın çocukları da böyle yapardı ve şimdi artık bir tane Oktar yok. Oktar’ı yargılayarak yakanızı bunlardan kurtaramazsınız.
Bakın bu gençler evlenmiyorlar. İzleyin, mutlaka bir hacker dostları vardır. Böylece bir yerlere sızabiliyorlar. Şantaj için onlardan yararlanıyorlar. Bu hackerler üzerinden sanal ortamlarda kumar da oynuyorlar, paralarını kripto paraya dönüştürüp saklamaya çalışıyorlar ve bu sanal para borsasında oynuyorlar. Ortamdan kazandıklarını yine sanal kumarda harcıyorlar. Bunlar tam bir BİREY. Din, ahlak ve gelenekten bağımsızlar. Gırtlaklarına kadar fuhuş bataklığındalar. Ahlaken LGBT’lilerden daha temiz değiller, ama bir de “münafık”lık yapıp “namuslu” gözüküyorlar.
Bu kişileri görmezden gelmeyin. Artık tekrarlamaktan bıkmadığınız edinim, kazanımları tekrarlayıp durmayın. Bunların gerçekliği, başka gerçekleri örtmeye yetmez. Kaldı ki, aynı hayvan sayısından daha fazla et, daha fazla süt alıyorsanız, o sütün ya da etin kalitesi ne. Hormon mu kullanıyorsunuz, hayvanları kümes hayvanları gibi hareketsiz bırakıp obez mi yapıyorsunuz. Çok para kazanıyor olabilirsiniz, kazancınız helal mi, haram mı!
Dini hassasiyetleri düşük topluluklarda alkol meşru kabul edildiği için, onlar daha çabuk kontrolden çıkıyorlar. Kadın-erkek ilişkilerinde daha dezavantajlı konumdalar. Ama bizimkiler arkadan gelmelerine rağmen, onlardan daha hızlı hareket ederek, “az zamanda daha fazla iş başarıyor, kazanım-edinim sahibi” oluyorlar(!). İktidar ve servet bazan alkolden daha fazla sarhoş eder. Sarhoş aklın yoldaşı Şeytandır. Aman dikkat! Böyle giderse, bilin ki gelen intihar neslidir! Selâm ve dua ile.