Nehru'l Barid'e "Sinyora" Komplosu (2)
ABD ve Batı güdümlü Lübnan hükümetinin, adi bir soygunu bahane ederek Filistinlilerin yaşadığı Nehru'l-Bârid mülteci kampına saldırması
Düzmece senaryo ile gelen baskın
ABD ve Batı güdümlü Lübnan hükümetinin, adi bir soygunu bahane ederek Filistinlilerin yaşadığı Nehru'l-Bârid mülteci kampına saldırması önceden hazırlanmış senaryonun bir paçasıydı. Senaryonun ilk merhalesinin başarıyla uygulamaya geçirilmesi durumunda ikinci ve üçüncü merhaleleri gelecekti. Bu yöndeki planlar ise Lübnan hükümetine ABD tarafından verildi.”
Nehru’l Bârid’e “Sinyora” komplosu (2)
AHMET VAROL
Bizim “Kara Mayıs Harekâtı” olarak nitelendirdiğimiz operasyonun başlatılmasının gerekçesi olarak ise bir banka soygunu olayı kullanıldı. Trablus’un Amyon semtinde bir banka soygunu gerçekleştirildi ve soyguncular sadece 1500 dolar alarak kaçtılar. Böyle sembolik miktarda bir para çalınması düşündürücüydü. Olaya şahit olanlar soyguncuların bindikleri araçla Nehru’l-Bârid mülteci kampının içine doğru kaçtıklarını söylediler. Yapılan araştırmalar neticesinde soygunda kullanılan aracın Fethu’l-İslâm direnişçileri tarafından kullanılan araç olduğunun tespit edildiği açıklandı. Dolayısıyla artık soygunun suçlusu bulunmuştu ve geniş çaplı bir askerî operasyonun başlatılması için gerekçe oluşmuştu. Oysa kullanılan aracın çalıntı olması ihtimali de vardı. Hatta böyle bir ihtimal daha kuvvetliydi. Çünkü banka soyguncularının kendilerini kamufle etmek için çalıntı araç kullanmaları ihtimali çok daha kuvvetlidir. Ama senaryo, sorgucu mantıkla değil de düzden bakmayı gerektirince öyle yapılıyor.
ÜÇYÜZ DİRENİŞÇİYE KARŞI ON BIN ASKER
Görüştüğümüz kişiler içinde Fethu’l-İslâm mensuplarının sayısını en fazla çıkaranın tahmin ettiği sayı üç yüz civarındaydı. Bazıları 250’yi geçmeyeceklerini söylüyordu. Bazılarının tahmini ise toplam sayılarının bu kadarı da bulmayacağı yönündeydi. Kaldı ki mensuplarının tümü Nehru’l-Bârid’de toplanmış da değildi. Böyle olmasına rağmen Sinyora hükümeti, söz konusu banka soygunu olayıyla birlikte bir yandan Fethu’l-İslâm mensuplarına “artık kırmızı çizgiyi aştınız” mesajı verirken diğer yandan tüm Lübnan’ı ayağa kaldırarak tam on bin askeri seferber etti. Yapılan ilk kuşatmada kampın dışarıyla irtibatını tamamen keserek içeride oturan mülteciler için hayatı iyice çekilmez hale getirdi.
İlk günlerdeki insanlık dışı uygulamayı, Kampta oturan mültecilerden Cemâl Leylâ, Reuters Haber Ajansı'na telefonla ağlama sesleri arasında yaptığı açıklamada şöyle dile getirmişti: "Biz çok savaş gördük, ama bu tarzda bir saldırıya şahit olmadık. Mahalleler yerle bir ediliyor. Cesetleri kediler yiyor. Bunu aklın alması mümkün değil! Çocuklar sütsüz, susuz ve ekmeksiz kaldı. On kişiye, yirmi kişiye, otuz kişiye karşı mı bütün bunlar? Ne biri ne ikisi, bütün bir kamp doğranıyor!"
Neden bütün bir kamp doğranıyor? Çünkü tüm kampın boşaltılması, içerideki bütün mültecilerin orayı terk etmesi isteniyor. Operasyonun asıl ve öncelikli amacı bu. Fethu’l-İslâm’ın dağıtılması işin kılıfı, banka soygunu da bahanesi.
İşin ilginç bir yanı da en fazla üç yüz mensubu olduğu, hedeflenen mülteci kampına yerleşen elemanlarının sayısının ise yüzü geçmediği tahmin edilen bir örgütün dağıtılması için seferber edilen bu on bin askerin Ağustos 2006’da işgalci Siyonistlerin Güney Lübnan’ı ateş yağmuruna tuttuğu sırada ortalıkta görünmemesiydi. Cephede yer alan bazı komutanların ise direnmek yerine teslim olup işgalci Siyonistlerle çay sefası sürmeyi tercih ettikleri belki hatırlanacaktır.
AMAÇ MÜLTECI KAMPLARININ KONTROLÜ
Dediğimiz gibi hazırlanan senaryonun ve gerçekleştirilen operasyonun öncelikli amacı Lübnan’daki mülteci kamplarını kontrol ve yakın takip altına almaktır. Senaryonun ilk merhalesinin başarıyla uygulamaya geçirilmesi durumunda ikinci ve üçüncü merhaleleri gelecektir ki onlardan da ileride söz edeceğiz. Bu yöndeki planlar ise Lübnan hükümetine ABD tarafından verilmiştir. ABD ve işgalci Siyonist devlet açısından Lübnan’daki statü ve bu ülkedeki mülteci kamplarının durumu büyük önem arz etmektedir. Bu yüzden uzun süreden beridir ülkenin siyasi yapılanmasına doğrudan müdahale etmekte, kendi istedikleri yöne itebilmek için gerek teşvik gerek tehdit yoluyla önemli stratejik oyunlar oynamaktadırlar.
Daha önce de söz ettiğimiz üzere 1989 Taif Anlaşması gereği Lübnan güvenlik güçleri bu ülkedeki mülteci kamplarının içine girmemekte ve bu kamplardaki Filistin direniş örgütlerinin askeri ya da siyasî eğitim faaliyetlerine müdahale etmemektedir. Fakat ABD ve işgalci Siyonist devlet bu uygulamanın sona ermesini, ilk etapta mülteci kamplarının tümünün Lübnan güvenlik organlarının kontrolü altına girmesini ve Filistinli grupların silahlı eğitim vermesinin engellenmesini istemektedir.
Sinyora hükümetinin kendinden istenen amacı gerçekleştirmek için bu kamplarda Filistin davası yararına yürütülen çalışmaları gerekçe göstermesi onun her bakımdan aleyhine olacaktır. Bundan dolayı daha önce de söz ettiğimiz üzere her yerde devlet terörüne gerekçe olarak kullanılan el-Kaide örgütlenmesini ve ona mal edilen şiddet eylemlerini kullanmayı yeğlemiştir. Ya da bu strateji ona senaryoları ve planları hazırlayanlar tarafından verilmiştir.
MÜLTECI KAMPLARIYLA İLGILI PLANLAR
Mülteci kamplarıyla ilgili senaryo ve planların birinci amacı 1989 Taif Anlaşması’nın buralarla ilgili hükmünü uygulamadan kaldırarak tümünü Lübnan ordusunun ve güvenlik teşkilatının kontrolü altına sokmaktır. Bununla da amaçlanan söz konusu kamplarda askerî ve siyasî faaliyetlerin önüne geçilmesi ya da sıkı denetim altına alınmasıdır. Normalde Filistin direniş örgütlerinin bu kamplardaki askerî ve siyasi faaliyetlerinin Lübnan yönetimini rahatsız edecek bir yanı bulunmuyor. Çünkü bu faaliyetler hiçbir şekilde kampların dışına taşmıyor ve tamamen Filistinlilerin yurda dönüş mücadeleleriyle bağlantılı bir mahiyet arz ediyor. Ama bu ideal işgalci Siyonist devleti ve onun arkasında duran ABD’yi rahatsız etmektedir. Dolayısıyla söz konusu kamplardaki bu faaliyetlerin başlangıçta sıkı denetim altına alınmasını belli bir zaman süreci içinde de sonlandırılmasını isteyen işgal devleti ve arkasında duran ABD’dir.
İşgalci Siyonist devleti ve onu himaye eden ABD’yi rahatsız eden sadece Filistinli gençlere askerî eğitim verilmesi değildir. Gençliğin sürekli yurda dönüş idealiyle yetiştirilmesini ve bu amaçla özgürlük mücadelesinin canlı tutulmasını amaçlayan bilinç eğitimi de ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Lübnan’daki Filistinlilerin “mülteci kampları” adı verilen belli merkezlerde toplanması direniş örgütlerine işte böyle bir bilinç eğitimi imkânı veriyor. Dolayısıyla Siyonist devlet ve ABD artık buraların tedrici bir şekilde boşaltılarak, ahalisinin Lübnan içine dağıtılmasını da istemektedir. Böyle bir ilhak faaliyetinin mültecilerdeki yurda dönüş idealini öldüreceğine kanaat edilmektedir. Mülteci kamplarının boşaltılması ve sakinlerinin Lübnan’ın değişik bölgelerine dağıtılması planının uygulamaya geçirilmesi önce eski başbakan Refik Hariri’den istendi. Ama o buna şiddetle karşı çıktı. Ne kadar ilginçtir ki bu planı uygulamaya geçirmeyen Hariri önce birtakım siyasi komplolar neticesinde istifaya zorlandı, sonra da karanlık bir cinayetle ortadan kaldırıldı. Şimdi onun tasfiyesi için gerçekleştirilen cinayetten Lübnan’la ilgili ABD planlarının hayata geçirilmesi için istifade ediliyor.
Hariri’ye kabul ettirilemeyen planların bugün ABD ile sıkı işbirliği içinde olduğu bilinen Fuad Sinyora’nın eliyle hayata geçirilmesine çalışılıyor.
BIR AMAÇ DA SILAHLARIN TOPLANMASI
Yürütülen komplonun en önemli amaçlarından biri de silahların toplanmasıdır. Silahların toplanması uzun süreden buyana işgalci Siyonist devlet ve ABD tarafından gündemde tutulan bir konudur.
Bu ikisi hem Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarında hem de Hizbullah mücahitlerinin elinde bulunan silahların toplanması için dayatma yapmaktadır. Refik Hariri’ye bu yöndeki dayatmalarını da kabul ettirememişlerdi. Çünkü bu silahlar Lübnan’ın iç güvenliği açısından herhangi bir tehdit oluşturmadığı gibi tam tersine Siyonist işgal devletinden kaynaklanan tehditlere karşı güvencedir.
Ne var ki ABD ile işbirliği içindeki Fuad Sinyora hükümeti söz konusu silahların toplatılması planına sıcak yaklaşmakta ve zeminini oluşturma çalışmalarını da üstü kapalı bir şekilde yürütmektedir. Fakat silahların toplatılması planının uygulamaya konabilmesi için devletin silahlı güçlerinin mülteci kamplarına girebilmesi ve buraları kontrol edebilmesi gerekmektedir.
Siyonist devletin ve onun arkasındaki ABD’nin sadece mülteci kamplarındaki silahların toplatılmasını yeterli bulmayacağı, aynı zamanda Hizbullah mücahitlerinin elindeki silahların da toplatılması için dayatmaları sürdüreceği çok açık bir şekilde ortadadır.
Dolayısıyla senaryo sadece Filistinlilerin mülteci kamplarıyla değil Lübnan’ın güvenliğiyle ve geleceğiyle doğrudan ilgilidir. Hizbullah mücahitlerinin silahlarının toplatılması ve bu hareketin askeri kanadının dağıtılması durumunda işgalci Siyonist devletten kaynaklanan askerî tehdit Lübnan’ın güvenliği karşısında oldukça ciddi bir tehdit halini alacaktır. Ayrıca planın sadece bir Fethu’l-İslâm örgütüyle alakalı olmadığı, Hizbullah direnişine doğru yaklaştığı ve onun yapılanması karşısında da ciddi risk oluşturduğu fark edilmelidir.
Vakit