Nehru’l Bârid’e “Sinyora” komplosu (3)
Lübnan ordusunun, Nehru’l-Bârid mülteci kampına kuşatmasının geri planında ABD var.
Baskının amacı; Siyonist devleti rahatlatmak...
“Lübnan ordusunun, Nehru’l-Bârid mülteci kampına kuşatmasının geri planında ABD var
Nehru’l Bârid’e “Sinyora” komplosu (3)
- AHMET VAROL
Hükümetin Uzlaşmaya Yanaşmaması
Nehru’l-Bârid kuşatması sonrası ortaya çıkan sorunun siyasi formüllerle ve uzlaşma yoluyla çözüme kavuşturulması için değişik zamanlarda ve muhtelif oluşumlar tarafından girişimde bulunuldu. Bu konuda en çok gayret sarf edenler de Filistin direniş örgütleri oldu. Ama ne yazık ki hükümet bu uzlaşma tekliflerinin tümünü geri çevirdi ve askerî operasyonu sürdürme konusundaki ısrarından vazgeçmedi. Çünkü Sinyora hükümetinin istediği, ortaya çıkan krizin çözüme kavuşturulması değil bu krizin belli bir amaç doğrultusunda değerlendirilmesiydi. Krizin çözüme kavuşturulmasını kabul etmesi durumunda o amacından vazgeçmiş olacaktı. Oysa kendisine perde arkasından akıl veren ve onu yönlendiren güçler belirlenen amaca doğru ilerlemesini istiyorlardı.
Eğer ki hükümet uzlaşma formülleri ve görüşmeler yoluyla krizin sonlandırılmasını kabul etseydi kuvvetli ihtimalle silahlı çatışmaların sürdürülmesine ihtiyaç duyulmayacak, en azından Fethu’l-İslâm mensuplarının Nehru’l-Bârid mülteci kampını terke ikna edilmeleri mümkün olacaktı. Ama hükümetin istediği krizin burada sürmesiydi. Daha önce de dile getirdiğimiz üzere kriz merkezi olarak burayı kullanabilmek için önce şartları oluşturan hükümet değil miydi? Sinyora hükümetinin uzlaşmaya yanaşmaması da asıl amacın Fethu’l-İslâm’ın dağıtılması değil dış güçlerin mülteci kamplarıyla ilgili planlarının uygulamaya geçirilmesi için zemini oluşturmak olduğu hakkında fikir veriyordu.
Şiî – Sünnî Fitnesinin Ateşlenmesi Çabaları
Olaylarla bağlantılı olarak gündeme getirilen iddialar da planın medyatik ve toplumsal yönlendirmeyle bağlantılı cihetini oluşturuyordu. Bu yöndeki iddialarda, Fethu’l-İslâm’ın aslında Lübnan’daki Sünnî potansiyeli Şiî oluşuma karşı harekete geçirmek ve özellikle Hizbullah’ı yıpratmak amacıyla devreye sokulduğu ve silahlandırıldığı dile getiriliyordu. Bu yöndeki iddiaları İslâmî kesimden de birçok kişinin gündeme getirip, ciddiye aldığını müşahede ettik. Bu iddiaların Lübnan’da da birçoklarının kafalarını karıştırdığına şahit olmuştuk. Mesele bir “Şiî – Sünnî meselesi” haline getirilince işin içine Suudi Arabistan da dâhil ediliyor ve Fethu’l-İslâm örgütünü ABD’nin, Suudi Arabistan’ın eski Washington büyükelçisi Bender ibnu Sultan vasıtasıyla silahlandırdığı ifade ediliyordu.
Her şeyden önce bu yöndeki iddialar ispat edilmiş değildir. İspat edilmesi pek mümkün de görünmemektedir ve biraz sonra dile getireceğimiz üzere çeşitli çelişkiler içermektedir. İspat edilse bile konunun bir Şiî–Sünnî mecrasına çekilerek hadisenin asıl arka planının görülmemesi ve özellikle Siyonist işgal devletinin ve ABD’nin Lübnan’daki mülteci kamplarına yönelik hesaplarının, Siyonist devleti rahatlatma amacına yönelik silah toplatma planlarının fark edilememesi senaryoyu hazırlayanların işlerini kolaylaştırır.
Bu tür iddiaların en tehlikeli boyutunu ise mezhep fitnesinin Lübnan’a da sokulması ve orada Müslümanların işgalci saldırganlık karşısındaki gönül birliğinin bozulması oluşturmaktadır. İddiaların hem Sünnîlerde, hem de Şiîlerde bu gönül birliğine zarar verecek kırgınlıklara yol açtığını Lübnan’da fark ettiğimi büyük bir teessüfle ifade etmeyi zorunlu görüyorum. Burada öncelikle şunu ifade edeyim ki Lübnan’da Şiî Müslümanlar her zaman Filistinli mültecilerin yardımcısı ve destekçisi olmuşlardır. 1975’te Falanjist militanlar Filistinli mültecilere saldırılar düzenlediklerinde onları korumak ve haklarını savunmak amacıyla harekete geçenlerin içinde Şiî Müslümanlar önemli yer kaplıyorlardı. Lübnan’daki Şiî Müslümanlar diğer Müslümanlar gibi Filistinli muhacirler için ensar görevi görme gayreti içinde olmuşlardır. Ayetullah Hüseyin Muhammed Fadlullah’ın Cuma hutbelerinde Filistin davasını ve direnişini ihmal ettiğine, bu kutsal mücadeleden söz etmeksizin hutbesini bitirdiğine pek rastlanmaz. Dolayısıyla Filistinli mülteciler, Lübnan’daki Sünnî İslâmî harekete olduğu gibi Şiî İslâmî harekete de sadece minnet ve şükran duygularıyla yaklaşırlar. Mezhep fitnesini bu insanları birbirine bağlayan bağı koparmak için çalışanlar sadece işgalci Siyonistlerin ve Amerikan emperyalizminin çıkarlarına hizmet etmiş olurlar. Bir yandan Fethu’l-İslâm’ın, Sünnî potansiyelin Şiî harekete karşı devreye sokulması amacıyla Suudi Arabistan’ın eski ABD büyükelçisi kanalıyla silahlandırıldığı iddiasının ortaya atılması diğer yandan o örgütün bir Filistin mülteci kampıyla irtibatlandırılması Lübnan’daki Filistinli mültecileri yalnızlaştırma amacına yönelik bir psikolojik yönlendirme olabilir.
İddialar Arasındaki Çelişkiler
Fethu’l-İslâm’ın Şiî hareketin yıpratılması için Sünnî potansiyelden yararlanılması amacıyla oluşturulduğu ve silahlandırıldığı söyleniyor. Ama söz konusu hareketten bu amaç doğrultusunda bir kere bile yararlanılmadan hükümet kuvvetleri üzerine gidiyor ve onu dağıtmaya çalışıyor.
Bu bir çelişki değil midir? Oysa hükümetle Şiî siyasi hareket arasındaki anlaşmazlık devam etmektedir. Eğer söz konusu örgütten belirtilen amaç doğrultusunda yararlanılması isteniyor olsaydı en çok bu dönemde güçlendirilmesine ve elindeki imkânların artırılmasına ihtiyaç duyulurdu. Örgüt mensuplarının önce bir mülteci kampına kapatılması sonra da bu kampın bir orduyla kuşatmaya alınması senaryonun asıl hedefinin mülteci kamplarıyla ilgili zikrettiğimiz planların uygulamaya geçirilmesi olduğunu gözler önüne sermektedir. ABD’nin ve Bender ibnu Sultan’ın sadece Fethu’l-İslâm’ı değil genelde Sünnî grupları silahlandırdığına dair iddialar da gündeme geldi. Her şeyden önce bu iddiaya delil teşkil edecek herhangi bir maddi unsura rastlayan birinden söz edilmiyor. Yani iddia sadece rivayet âleminde dolaşıyor. İkinci olarak hiç kimse “Sünnî gruplar”ın adını koymuyor. “Hangi gruplar?” dediğinizde kimse “şu gruplar” diye önünüze bir liste koyamıyor. Liste koysalar adları geçenler çıkıp net bir açıklama yapacaklar. Ama adı zikredilmeyen bir grup da sisli havadan nem kapıyormuş gibi görünmek istemediğinden tartışmaya girmekten kaçınıyor.
Aslında burada “Sünnî gruplar” nitelemesinin amacı bulutlu bir hava oluşturarak zihinleri bulandırmak suretiyle mezhep fitnesinin psikolojik zeminini hazırlamaktır. Böyle bir fitneden yararlanacak olanlar ise Lübnan üzerinde tehlikeli oyunlar oynayan sömürgeci güçler ve onların himayesi altında varlığını sürdüren işgalci Siyonist devlettir.
Fethu’l-İslâm adlı örgüt ise daha önce de dile getirdiğimiz üzere mensuplarının sayısı 300’ü bulmayan marjinal bir örgüttür. Onun “Sünnî” kimliğinin Sünnî grupların silahlandırıldığı iddiasına malzeme yapılması ve Şiî–Sünnî fitnesinin tahriki amacıyla değerlendirilmesi senaryonun ve komplonun bir başka boyutunu oluşturmaktadır. İşin gerçeğinde, üzerindeki Siyonist tehdidin devam ettiği Lübnan’da birlikte hareket etme stratejisinin zayıflatılması amacıyla mezhebî çerçevenin öne çıkarılması Mısırlıların meşhur sarı öküz-kırmızı öküz hikâyesine benziyor. Siyonist tehdit sadece belli bir mezhebin mensupları için değil tüm Lübnanlılar için tehlike arz etmektedir.
Planların Merkezinde
İsrail’in Güvenliği Var
Gerek mülteci kamplarının kontrol altına alınması, gerek silahların toplatılması ve gerekse Şiî–Sünnî fitnesinin devreye sokulması suretiyle Müslümanlar arasındaki güç birliğinin zayıflatılması planlarının merkezinde işgalci Siyonist devletin güvenliği yer almaktadır. İşgal devleti her şeyden önce mültecilerin yurda dönüş davalarını sonlandırmak ve bu dosyayı artık tamamen kapatmak istiyor. İkinci olarak Filistin dışında yaşayan Filistinlilerin içerideki direnişe güç katacak bir potansiyel unsur olmasının önüne geçilmesini istiyor. Üçüncü olarak ihtiyaç duyduğunda Lübnan içindeki direniş yanlısı örgütlenmelere darbe vurmak için önünün açık olmasını, karşısına silahlı milislerin çıkmamasını istiyor. Yani 2006 yazında yaşadığının bir benzeriyle tekrar karşılaşmamak için tüm silahlı direniş gruplarının dağıtılmasını ve silahlarının toplatılmasını istiyor. Dördüncü olarak da Filistinli mültecilerle diğer Müslümanlar arasında bir muhacirun–ensâr dayanışmasının olmaması, Filistinlilerin gittikleri yerlerde horlanması, yalnızlaştırılması için aralarına fitne sokmak istiyor. Bugün Irak’ta ortaya çıkan durum yani Filistinli mültecilere baskı yapılması, tehdit edilmeleri ve Irak’ı terke zorlanmaları böyle bir fitnenin eseridir.
Gazze’de Yaşananlarla
Benzerliği Var mı?
Haziran ayında Gazze’de yaşanan olayların Lübnan’da yaşananlara benzetilmesi hiç yakışıklı değildi. Biz değerli okuyucularımızı Gazze’de yaşanan olaylar hakkında da ayrıntılı bir şekilde bilgilendiren muhtelif dosyalar hazırladık. Okuyanlara, Lübnan’da yaşananlarla kıyaslamalarını okumayanlara da mutlaka okumalarını tavsiye ediyoruz. (Gazze’de yaşanan olaylar hakkında tafsilatlı bilgiler içeren dosyalarımızı Web sitemizde yani www.vahdet.com.tr adresinde bulmanız mümkündür.)
Gazze’de yaşanan olaylar, uluslar arası emperyalizmin ve onun himayesi altındaki işgalci Siyonist devletin hesabına o bölgede karışıklık çıkarmaya çalışan, tüm ateşkes çabalarının başarısız kalmasına sebep olan bir çetenin tasfiye edilmesinden ibaretti. Söz konusu çetenin ortalığı karıştırmasının ve Gazze’deki İslâmî hareket liderlerini tasfiye etmeyi amaçlayan cinayetlerinin yahut cinayet girişimlerinin Amerikalı General Keith Dayton’un yönettiği planın uygulanmasından ibaret olduğunu istihbarat merkezinde ortaya çıkarılan belgeler ispat etti. Lübnan’daki olaylar ise bölgedeki mülteci kamplarının sıkı denetim altına alınması, Filistinli direniş gruplarının silahlarının toplanması ve Hizbullah’ın askeri kanadının dağıtılması amacıyla hazırlanan bir senaryonun uygulamaya geçirilmesi çabasıdır.
Tek benzer yan her ikisinde de bir komplo olması ve bu komploların çağdaş emperyalizm tarafından yönlendirilmesidir. Fakat Gazze’deki komplo tutmamıştır ki bunun sebebi komployu uygulamaya geçirmekle görevlendirilen çetenin dağıtılmasıdır. Lübnan’da hükümet komploda fiilen yer aldığından ve askeri mekanizma da bu işte kullanıldığından ilk merhalesinde hedeflenen amaç büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. İşte bu yönleriyle de ayrışmakta, farklılık arz etmektedirler.
Asıl Benzerlik
Pakistan’daki Olaylarla
Lübnan’da yaşananları son dönemde vuku bulan başka olaylarla benzeştirmek istersek en büyük benzerliğinin Pakistan’daki cami baskını olaylarıyla olduğunu müşahede ederiz. Bu iki olay arasındaki benzerlik o dereceye varıyor ki her ikisinin senaryosunun da aynı merkezden hazırlanmış olabileceği kanaatine varıyorsunuz. Fakat aradaki benzerliklerin iyi teşhis edilebilmesi için Pakistan’da yaşanan olayların da geçmişiyle ve arka planıyla anlatılmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Biz, Allah’ın izniyle Pakistan’daki olaylar hakkında da okuyucularımızı bilgilendirmek amacıyla bir dosya hazırlıyoruz.
O dosyanın son bölümünde Lübnan’da yaşananlarla benzer cihetlerine de dikkat çekeceğiz. Pakistan’da yaşanan söz konusu olayların medya organları tarafından kamuoyuna yeterince ve doğru biçimde yansıtıldığını sanmıyoruz. Bazı makalelerde ve yorumlarda olayların arka planı hakkında özet bilgiler verildiğini gördük. Ancak olaylar hakkında daha ayrıntılı ve derli toplu bilgi sahibi olmak için bizim yayınlayacağımız dosyayı da okumanızı tavsiye ediyoruz.
Kampta kalanlara zorbalık
Hükümet kuvvetlerinin önce Nehru’l-Bârid mülteci kampındaki sakinlere oldukça zor saatler yaşatmaları, sonra çekilen sıkıntıları içerdekileri kampı terk etmeye zorlamak için kullanmaları, daha sonra kampta kalmakta ısrar edenleri zorla çıkarmaları ve son merhalede de geri dönmek isteyenlere engel olmaları operasyonun arkasında duran niyet hakkında kısmen fikir vermektedir. Yaklaşık yüz milise karşı on bin askerle kuşatma yapılmasına ve kamptaki sivillerin tamamen boşaltılmasına rağmen hareketliliğin durdurulmaması, zaman zaman hükümet kuvvetlerinin artık duruma hâkim olduklarına dair açıklama yapılmasına rağmen yeniden saldırıların başlatılması da bu konuda düşündürücüdür. Bu stratejinin amacı görüldüğü kadarıyla kampta sükûnetin hâkim olmasına fırsat verilmemesi ve belli bir süreçten sonra artık oranın yasaklanmış bölge haline getirilmesidir. Son merhalede Fethu’l-İslâm milislerinin tamamen etkisiz hale getirildiği
açıklansa ve silahlı operasyon durdurulsa bile iki ihtimal söz konusu olacaktır: Birincisi: Daha önce orada ikamet eden mültecilerin dönmelerine hiçbir şekilde izin verilmeyecek ve kamp tamamen ikamete kapatılacak, belki bir süre sonra da arsa kullanıma açılıp tahmin edildiği şekilde havaalanı inşaatı başlatılacaktır. O durumda burada oturan mülteciler ya diğer kamplara veya Lübnan içinde muhtelif yerleşim bölgelerine dağıtılacaktır. İkincisi: Mültecilerin bir kısmının dönmelerine imkân verilecek ama yeni bir Fethu’l-İslâm örgütlenmesine karşı tedbir gerekçesiyle hükümet güçleri içeriye yerleştirilecek, böylece Filistin direniş gruplarının örgütsel faaliyetleri engellenecektir. Her iki ihtimal de İsrail ve ABD’nin Lübnan’daki mülteci kamplarıyla ilgili hesaplarına paralel bir mahiyet arz etmektedir. Nehru’l-Bârid mülteci kampı ise bu planın birinci merhalesi için özellikle seçilmiştir; hesabın düz gitmesi durumunda hedefte diğer mülteci kampları vardır.
-bitti-
Vakit