Nekbe (Büyük Felaket)
15 Mayıs tarihi İsrail'in kuruluş yıldönümüdür. Filistinliler bu olayı Nekbe (Büyük Felaket) olarak adlandırıyor ve yıldönümünü...
15 Mayıs tarihi İsrail'in kuruluş yıldönümüdür. Filistinliler bu olayı Nekbe (Büyük Felaket) olarak adlandırıyor ve yıldönümünü anarak işgal gerçeğini dünyaya tanıtmaya çalışıyorlar. İşgal devleti ise kuruluş yıldönümünü dünya çapında lobi faaliyetlerini artırmak için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışıyor. Biz de bu konuda ayrıntılı bilgiler içeren bir dosyayı ilginize sunarak işgal gerçeği hakkında insanlarımızın bilgilendirilmesi çabalarına bir katkıda bulunmak istedik.
İsrail Siyonizmin Bir Ürünüdür
İsrail, dünya kamuoyuna genel olarak bir "Yahudi devleti" olarak yansıtılmaktadır. Gerçekte "Yahudi ırkının üstünlüğü" anlayışı üzerine kurulmuş bir devlet olmakla birlikte ideolojik kimliği dini kimliğinden önce gelir. Hatta bu özelliğinden dolayı Ortodoks Yahudiler İsrail'i Tevrat'ta vaad edilen Yahudi otoritesi olarak görmezler.
İsrail'in ideolojik kimliğini doğal olarak Siyonizm biçimlendirmiştir. Çünkü bu devlet ilk adımı 1897 Basel kongresiyle atılmış olan Siyonist hareketin bir ürünüdür. Bu itibarla İsrail'in tarihini Siyonist örgütlenmenin ortaya çıkmasından itibaren başlatmak daha uygun olur. Dolayısıyla 29 Ağustos 1897 - 14 Mayıs 1948 arasındaki elli küsur yıllık dönem Siyonizmin kendine bir devlet hazırlama sürecini, ondan sonrası bu devletin fiilen ortaya çıkma ve ayakta kalma sürecini oluşturmaktadır.
"Vaadedilmiş Topraklar" İnancı İstismar Edildi
Siyonist ideolojinin ortaya çıkmasında sürükleyici unsur, Avrupa'daki Yahudilerin gettolara sıkıştırılmış ve toplumdan tecrit edilmiş bir hayat yaşamaları ve Avrupa toplumlarında anti-semitizm denen Yahudi düşmanlığının rahatsız edici derecede yaygınlık kazanmış olmasıydı. Siyonizmin fikir babaları bu durum karşısında bütün dünya Yahudilerinin belli bir toprak parçası üzerinde bir araya getirilerek bağımsız bir Yahudi devleti ve bu devleti ayakta tutacak bir Yahudi toplum oluşturmak istediler. Ancak Yahudilerin seçilecek toprak parçasına göç etmelerinin sağlanabilmesi için teşvik edici birtakım unsurların yakalanması gerekiyordu. İşte bunun için Yahudilerin dini kaynaklarında "vaadedilmiş topraklar" olarak anılan bölgenin merkezi ve Tevrat'ta adları geçen peygamberlerin ve kralların çoğunun hayatlarını geçirdiği Filistin toprakları seçildi.
Ancak burada bir inceliğe dikkat çekmekte yarar görüyoruz: Yahudilerin dini kaynaklarında her ne kadar "vaadedilmiş topraklar"dan söz ediliyorsa da bu topraklara dönüşün Mehdi'nin gelişinden sonra gerçekleşeceği vurgulanmaktadır. Siyonizm Yahudilikteki "vaadedilmiş topraklar" inancını istismar edebilmek için "Mehdi" inancını sumen altı etmiştir. Bundan dolayı da Ortodoks Yahudiler İsrail'in kuruluşunu Tevrat'ta vaadedilen "geriye dönüş" olarak görmemişlerdir hiçbir zaman.
İsrail'in Kurulması İçin Osmanlı Devleti Yıkıldı
Siyonistler, Yahudilerin diaspora denilen dünyanın değişik yörelerine dağılmış haldeki yaşantılarına son verip belli bir bölgede bir araya gelmelerini sağlamak için en uygun toprak parçasının Filistin olduğu görüşü üzerinde ittifak ettikleri zaman bu toprakların bir hâkimi vardı. O da, 1492'de İspanya'dan kaçan Yahudilerin bir kurt gibi içinden yiyerek kendiliğinden yıkılmasını sağlamaya çalıştıkları ama her şeye rağmen o zaman hâlâ bir dünya devleti kimliğini koruyan Osmanlı devletiydi. Siyonistler Filistin topraklarına demir atabilmek için önce bu devletten çok cazip karşılıklarla bir miktar toprak satın almak istediler. Ama yüz bulamayınca şunu düşündüler: "Bu toprakların şimdilik önemli bir sahibi var. Biz ne kadar cazip teklifler götürsek de bu sahip'ten bir şey koparamayacağız. Öyleyse onu tarihe gömerek o toprakları sahipsiz hale getirmek zorundayız." İşte bu düşünce doğrultusunda bir yandan, 1492 göçüyle Osmanlı ağacının gövdesine soktukları kurtların ürettiği yeni kurtlardan daha hızlı çalışmalarını ve bu ağacı iyice çürütmek için gereken her şeyi yapmalarını istediler. Bir yandan da Osmanlı'yla rekabet halindeki dünya devletleriyle işbirliği yaparak bu devletlerin saldırılarını ve işgallerini artırmalarını sağladılar. Osmanlıyla rekabet halindeki devletler de bir yandan dışarıdan saldırmak suretiyle bir yandan da Osmanlı'nın hâkim olduğu bölgelerdeki halklar arasına kavmiyetçilik fitnesi sokmak, bazı kişilere liderlik ve devlet başkanlığı vaad ederek Osmanlı'ya karşı ayaklanmalarını sağlamak suretiyle yoğun bir şekilde bu devleti tarihe gömme çabası içine girdiler. Sonuçta Osmanlı devleti zayıflatılarak Filistin topraklarına sahip çıkması zorlaştırılınca bu topraklar İngilizler tarafından işgal edildi ve Yahudi göçüne açıldı.
Bu tarihi gerçekleri görmek için Sykes - Picot anlaşmasını, Belfur deklarasyonunu, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni oluşturanların kimlikleri ve faaliyetlerini, Şerif Hüseyin'le İngilizler arasındaki gizli anlaşmaları vs. incelememiz yeterlidir.
Avrupalının Acısını Filistinliden Çıkarmak
Siyonizm ideolojisinin ortaya çıkmasında en önemli etkenlerin Yahudilerin Avrupa'da gettolara sıkıştırılmaları, diaspora ve anti-semitizm olduğunu yukarıda zikrettik. Ancak şunu belirtelim ki İslam âlemindeki Yahudiler hiçbir zaman getto hayatına mahkûm edilmedikleri gibi Müslümanlar arasında da bir anti-semitizm hareketi asla görülmemiştir. Zaten bu kelimenin Batı kaynaklı olduğu, karşılığı olan "Yahudi düşmanlığı"nın bir kavram olarak Müslüman toplumların dillerinde görülmediği ve akım olarak da hiçbir zaman ortaya çıkmadığı tarihi bir gerçektir.
Ancak Siyonistler Yahudilerin birtakım dini değerlerini istismar etmek amacıyla seçtikleri Filistin topraklarına yerleşebilmek için Avrupalının acısını Filistinliden çıkarmışlardır. Siyonizmin insafsızlığı ve vahşiliği de ilk etapta burada kendini göstermektedir.
Batı, Siyonistlere Neden Yardım Etti?
Anti-semitizm ve Yahudilerin kendilerinin üstün ırk oldukları inancı Batı'daki siyasi sistemlerin başını ağrıtan iki zıt akımdı. Bu iki akım arasındaki aktif ve pasif mücadele kendi toplumlarında siyasi ve sosyal bir istikrar sağlamak isteyen Batı devletlerini ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Bu açıdan Yahudilerin Avrupa'dan göç etmelerinin anti-semitizm ve Yahudi ırkçılığının yol açtığı sorunları ortadan kaldıracağı düşünülüyordu. Bundan dolayı onların göç etmelerini sağlamak için bir toprak parçası hazırlama düşüncesi ve Siyonistlerin de bu konuda kendilerine sundukları teklifler Batı devletlerine cazip geldi. Ayrıca o zaman Batı'nın İslam âlemindeki sömürgeci politikalarının önünde en önemli engel olan Osmanlı devletinin ortadan kaldırılması için de Siyonizmle işbirliğinin yararlı olacağı düşünüldü. Çünkü Siyonistlerin yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi 1492 İspanya sürgünü sonrasında Osmanlı devletinin içine soktukları kurtları vardı ve bu kurtlar Osmanlı ağacının içten kemirilmesinde önemli rol oynuyordu.
Gasp Şiddet ve Terörle Olur
Osmanlı devletinin yıkılmasıyla her ne kadar Filistin devlet statüsündeki sahibinden mahrum bırakıldıysa da oralardaki mülklerin fert olarak sahipleri vardı. Siyonistler bu mülkleri sahiplerinden alabilmek için iki yola başvuruyordu: Çok cazip karşılıklarla satın almak ve gasp. Bazılarının sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları Filistinlilerin kendi mülklerini Yahudilerin cazip teklifleri karşılığında onlara sattıkları iddiası doğru değildir. Çünkü Yahudilerin "satın alma" yoluyla mülk edinmede pek başarılı olamadıkları tarihi bir gerçektir. Zaten Filistinli ilim adamları da bunun önüne geçebilmek için yayınladıkları fetvalarla yoğun bir ilmi ve dini mücadele veriyordu.
Siyonistler "satın alma" metotlarında başarılı olamayınca daha çok gasp yoluyla toprak edinmek istediler. Gasp ise şiddet ve terörü gerektiren bir metottur. Çünkü kimse gönüllü olarak canının yongası ve yüreğinin bir parçası olan malını vermek istemez. Hatta kutsal olduğuna inanılan Filistin topraklarında gasp daha da zorlaşmaktadır. İnançlarına bağlı insanlar bu topraklara ihanet etmemek için hayatlarını feda etmekten çekinmezler ve çekinmemişlerdir de. Kitlesel dayanışma içindeki bir halk karşısında ferdi terör eylemlerinin de istenen sonucu veremeyeceği düşünüldüğünden örgütlü teröre başvuruldu. Bu yüzden Siyonistler Filistin topraklarını oradaki halkın elinden zorla çekebilmek ve o toprakların asıl sahiplerini göçe zorlamak için çeşitli terör örgütleri oluşturdular. Bütün insani değerlerden soyutlanmış ve tam anlamıyla saldırganlık ruhuyla yetiştirilmiş militanların oluşturduğu bu terör örgütleri son derece vahşi katliamlar gerçekleştirmekten çekinmemişlerdir.
İşte bu terör örgütlerinin gerçekleştirdiği terör eylemlerinden ve katliamlardan bazıları:
Hayfa Pazarı Patlaması
6 Temmuz 1937'de Hayfa'da Müslümanların devam ettiği bir sebze pazarında Siyonist teröristler tarafından konulan bir saatli bombanın patlaması sonucu 23 Müslüman hayatını kaybetti, 79'u da yaralandı. Bu patlama üzerine bütün Filistin şehirlerinde bir hafta süren genel greve gidildi ve çeşitli protesto gösterileri düzenlendi.
Kral Davud Oteli'nin Havaya Uçurulması
Bu eylem Irgun terör örgütünün militanları tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu olayda 96 kişi öldü, 45 kişi de yaralandı. Ölenlerin 17'si de Yahudiydi. Irgun militanları bu oteli örgütlerine ait bazı eylem planlarının oraya götürülmesi sebebiyle vesikaları yok etmek amacıyla havaya uçurmuşlardı.
Deir Yasin Katliamı
9 Nisan 1948 tarihinde yine Irgun terör örgütüne bağlı militanlar sabaha doğru Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyüne baskın düzenlediler. Bu baskında yaralı olarak kurtulabilen birkaç kişi dışında bütün köy halkı öldürüldü. Öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Yahudi teröristler hamile bir kadının karnını yararak karnındaki bebeğini hançerlemişlerdi. Teröre şahit olanların anlattıklarına göre Yahudi teröristler bu baskında kadınların kulaklarını kesiyor, kulaklarındaki küpeleri alıyor sonra öldürüyorlardı.
Deir Yasin katliamının gerçekleştirildiği sırada Irgun terör örgütünün lideri olan Menahem Begin olay hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Bu önemli bir stratejik eylemdi. Bu eylemi gerçekleştirme şerefi sadece Irgun örgütüne ait değildir. Bu eylem Şatiron'un ve Balamah örgütündeki topçu birliğin katkılarıyla gerçekleştirilmiştir."
Ayrıca:
· 12 Haziran 1939'da bugün Tel Hannan olarak adlandırılan Beledu'ş-Şeyh köyüne bir saldırı düzenlenerek bütün savunma imkânlarından mahrum 6 kişi öldürüldü.
· 1 Ocak 1947'de bir Filistin köyüne düzenlenen saldırıda 111 kişi öldürüldü.
· 31 Aralık 1947'de yukarıda adı geçen Beledu'ş-Şeyh köyüne gerçekleştirilen ikinci saldırıda köy halkından 600 kişi öldürüldü.
· 5 Ocak 1948'de Haganah terör örgütü Batı Kudüs'te Müslümanlara ait Semiramis Oteli'ni kundaklayıp 26 kişinin yanarak ölmesine sebep oldu.
· 14 Şubat 1948'de Haganah'a bağlı Gizli Palmach Ordusu'na mensup teröristler tarafından el-Celil'e bağlı Sa'sa' köyüne düzenlenen saldırıda 20 ev sahiplerinin başlarına yıkılmış ve yirmi kişi hayatını kaybetmiştir.
· 13 Mart 1948'de Haganah terör örgütüne mensup teröristler Kefer Huseyniye köyüne bir saldırı düzenleyerek köydeki evlerin çoğunu yıktı ve 30 kişiyi öldürdüler.
· 31 Mart 1948'de yine Haganah terör örgütünün militanları Hayfa - Yafa trenini havaya uçurarak 40 Filistinlinin ölümüne sebep oldular.
· 11 Nisan 1948'de Haganah terör örgütüne mensup teröristler el-Kastel yakınındaki Kaloniye köyüne baskın düzenleyerek birçok kişiyi öldürdü, birçoklarını da yaraladılar.
· 28 Ekim 1948'de Devayime katliamı gerçekleştirildi. Bu olayda Siyonist teröristler 3000 kişiden oluşan köy ahalisini köyün camisine doldurarak kurşun yağmuruna tuttular ve çoğunu öldürdüler.
Bunlar Siyonist terör örgütlerinin İsrail'in kuruluşu için zemin ve şartları hazırlama sürecinde gerçekleştirdikleri terör eylemlerinin ve katliamların başlıcaları. Ancak bunların dışında da pek çok terör eylemi gerçekleştirilmiştir.
İsrail'in Kuruluşunu Sağlayan Dört Ana Etken
İsrail'in kuruluşu tabii ki değişik çalışmalar sonucunda gerçekleştirilmiştir. Ancak buna imkan sağlayan dört ana etkeni özellikle zikretmek gerekir:
Birincisi: İslam hilafetinin ortadan kaldırılması suretiyle İslam âleminin küçük parçalara bölünmesi
İkincisi: Başta İngiltere olmak üzere Batı'nın Siyonizme destek vermesi
Üçüncüsü: Siyonist terör
Dördüncüsü: Nazi fırtınası
Şimdi bu ana etkenler hakkında biraz daha tafsilatlı bilgiler vererek İsrail'in kuruluşunda ne gibi rollerinin olduğunu izah etmeye çalışalım:
İslam Âleminin Parçalanması
Tarih boyunca İslam âleminin birliğini genellikle hilafet müessesesi temsil etmiştir. Bu müessese resmi bir otorite sıfatı taşıyordu. Müslümanlardaki ümmet bilinci, bütün Müslümanların kardeş olduğu anlayışı da bu otoritenin etrafında birlik ve dayanışmayı sağlıyordu. Ancak Müslümanların arasına kavmiyetçilik fitnesinin girmesi, bunun sonucunda hilafet devletinin ortadan kaldırılması ve İslam coğrafyasının küçük parçalara ayrılması İslam toprakları üzerinde planlar yapanların işlerini kolaylaştırdı. Bundan dolayıdır ki Filistin halkı İngiliz işgali sonrasında başlayan Yahudi akınına, Siyonist terör örgütlerinin gerçekleştirdiği gasp işlemlerine karşı mücadelelerinde yalnız kaldı, arkalarında kimseyi bulamadılar.
Batı'nın Siyonizme Desteği
Aslında Siyonist terör örgütleri herhangi bir dış destek almadan Filistin halkının karşısına çıkmış olsalardı, bu halkın bütün yalnızlığına rağmen yine de başarısız kalacak ve kutsal Filistin toprakları üzerindeki planlarını uygulamaya geçirme amaçlarını gerçekleştiremeyeceklerdi. Ama başta o zamanın en güçlü sömürge devleti olan Büyük Britanya (İngiltere) olmak üzere bütün Batı'nın daha önce zikrettiğimiz sebeplerden dolayı Siyonist terör örgütlerine destek vermeleri onların işlerini kolaylaştırmıştır. Çünkü saldırgan Siyonistler ileri gelen sömürgeci güçlerden destek alırken karşılarındaki Filistinliler dünyadan tecrit edilmiş, sahipsiz ve desteksiz bir şekilde vatan savunması yapmak zorunda bırakılmışlardı.
Siyonist Terör
Daha önce zikrettiğimiz katliamlardan ve terör eylemlerinden de anlaşılacağı üzere Siyonist terör vahşette sınır tanımıyordu. Bundan dolayı savunmasız halkın psikolojik yönden yıpratılmasında ve onların yurtlarını terk ederek başka yerlere iltica etmeye zorlanmasında Siyonist terörün önemli etkisi oluyordu. Tabii ki bu şekilde göçe zorlanan halkın geriye bıraktığı mülklere de Siyonist terör örgütleri el koyuyor ve buraları dünyanın değişik yörelerinden yani diasporadan getirtilen Yahudi göçmenlere peşkeş çekiyordu.
Nazi Fırtınası
Hitler görünüşte aşırı derecede Yahudi düşmanı biriydi. Ele geçirdiği yerlerdeki Yahudileri toplu katliamlara maruz bırakıyordu. Ancak ilginçtir ki, Nazi tehdidi Yahudilerin Filistin'e göçlerini hızlandırmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır.
Daha sonra Yahudi Ajansı adını alan Dünya Siyonist Örgütü, Yahudileri Filistin'e göçe teşvik etmek için çeşitli yollara başvuruyordu. Bu amaçla özellikle Yahudi dini unsurlarını sonuna kadar değerlendiriyordu. İdeolojisinin adını Yahudilerce kutsal sayılan ve Kudüs'te yer alan Siyon dağının adından türetmesi de bu amaç içindi. Ancak şu bir gerçek ki, Filistin'e Yahudi göçünü hiçbir şey Nazi tehdidi kadar hızlandıramamıştır. Ayrıca özellikle son dönemlerde yapılan araştırmalar ve ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy'nin yazdığı "İsrail Devletini Kuran Efsaneler" adlı eserinde de ortaya konan gerçekler Nazilerin iddia edildiği şekilde büyük çapta Yahudi katliamları gerçekleştirmediklerini, bu konudaki iddiaların çoğunun asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Ancak Nazi hareketinin başlamasıyla birlikte koparılan fırtına Hitler'in yönetimine geçen veya onun başlattığı Nazi hareketinin tehdidi altındaki Almanya, Polonya, Romanya vs. gibi ülkelerdeki Yahudilerin çekirge sürüleri gibi Filistin'e akın etmelerini sağlamıştır. Bu yüzdendir ki, 1933'e kadar göç edenlerle birlikte Filistin topraklarındaki Yahudi sayısı yaklaşık olarak 185 bini bulmuşken, sadece 1933 - 36 arasındaki üç yıllık süre içerisinde toplam 165 bin Yahudi bu topraklara göç etmiştir.
1933 öncesinde Filistin topraklarına yerleşen Yahudilerin yaklaşık 60 binini Osmanlı döneminde yani 1918'e kadar yerleşmiş olanlar oluşturuyordu. Buna göre İngilizlerin her türlü kolaylığı göstermelerine ve Dünya Siyonist Örgütü'nün bütün teşviklerine rağmen 1918-33 arasındaki 15 yıl içinde toplam 125 bin Yahudinin Filistin'e göç etmesine rağmen 1933 - 36 arasındaki üç yılda 165 bin Yahudi göç etmiştir. Böylece üç yıllık süre içinde Filistin topraklarındaki Yahudi sayısı neredeyse ikiye katlanmıştır. Nazi fırtınasının zorlamasıyla göç edenlerle, 1945'e kadar da Filistin topraklarındaki Yahudi nüfus 800 bine ulaştı ve İsrail devleti işte bu nüfusla kuruldu. Bu itibarla İsrail'in asıl kurucusu Hitler'dir dense yanlış olmaz. Çünkü bu nüfus potansiyeli oluşmasaydı İsrail'in kurulması belki yüzyıllar alabilirdi.
İşin bir ilginç yönü daha var: Nazi fırtınasının kopmasıyla birlikte Yahudiler üzerinde yoğun bir tehdit oluşmasına rağmen Nazi gençler, Almanya'nın büyük şehirlerinin sokaklarında dolaşarak Yahudilere: "Nach Palestina (Filistin'e kaçın)!" diye bağırıyorlardı. Yani onlara ölümden kurtulmalarının yolunun Filistin'e kaçmaları olduğunu bildiriyorlardı. Böylece Dünya Siyonist Örgütü'nün dil dökerek Filistin'e çekemediği Yahudileri Naziler tehdit yoluyla göçe zorlayabiliyorlardı. Bu olay da Nazilerin asıl amaçlarının Yahudileri yok etmek değil Filistin'e göçe zorlamak olduğunu gösteriyordu. Bu gelişmeler Nazi hareketinin arkasında uluslararası Siyonizmin bir parmağının olabileceği kanaatlerini teyit etmektedir.
Siyonistlerin Nazi hareketinin gerçek kimliğiyle ilgili tarihi ve belgesel araştırmalardan son derece rahatsız olmaları da bu yüzdendir. Nazi hareketi aynı zamanda, uluslararası Siyonizme, Yahudi halkını mağdur ve mazlum göstermek, dolayısıyla Filistin'e akın etmelerinin dünya kamuoyu nezdinde makul karşılanmasını sağlamak için iyi bir fırsat vermiştir. Dünya Siyonist Örgütü bu fırsatı çok iyi bir şekilde değerlendirerek 1933'te Prag'da gerçekleştirdiği toplantıda en kısa sürede "Yahudi ulusal yurdu"nun kurulması için bütün gayretlerin ortaya konmasına karar vermiştir.
İsrail: Teröristlerin Kurduğu ve Yönettiği Bir Terör Mekanizması
İsrail'in bir tür terör mekanizması olarak algılanması gerekir. Çünkü teröristler tarafından kurulmuştur, kuruluşundan itibaren sürekli teröristler tarafından yönetilmiştir, hâlen de teröristler tarafından yönetilmektedir. Gerek işgal altında tuttuğu topraklar üzerinde gerekse dünyanın değişik ülkelerinde sürekli terör eylemleri gerçekleştirmektedir. www.tevhidhaber.com
BM Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan Yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. Bu silahlı militanların mevcut Yahudi terör örgütlerine göre dağılımı şöyleydi: Haganah: 60 bin, Balamah: 5 bin, Irgun: 5 bin, Şatiron: Bin. Diğer dört bin terörist de bunların dışındaki küçük terör örgütlerine mensuptu. İşte İsrail bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.
Adı geçen terör örgütleri Siyonist İsrail'in kurulmasından önce birbirinden ayrı gruplar halinde hareket etmelerine ve zaman zaman birbirlerine karşı tavır alıyormuş gibi görünmelerine rağmen İsrail'in kuruluşu aşamasında tam bir işbirliği içine girdiler. Kuruluşun gerçekleşmesinden sonra da tamamen birleştiler. Bu durum onların başlangıçtaki ayrılığının bir taktik olduğunu, bazı çevreleri yanıltmak, birinin işlediği eylemden diğerinin sorumlu tutulmasına fırsat vermemek ve benzeri sebepler dolayısıyla böyle hareket ettiklerini ortaya çıkardı.
İsrail'in kuruluşundan sonra bu devletin en üst kademelerinde görev alan yöneticilerin çoğu söz konusu terör örgütlerinde yetişmişti. Bunlardan bazılarının terör örgütlerinde ne gibi görevler üstlendiklerinden özetle söz edelim:
İsrail'in ilk başbakanı Ben Gurion 1945 yılında Yahudi terör örgütleri arasında ortak koordinasyon kurulmasını sağlayan kişidir. Bu ortak koordinasyonun kurulmasından sonra Ben Gurion 1 Ekim 1945'te bütün Yahudi terör örgütlerine hareket emri verdi ve bu emir doğrultusunda çeşitli eylemler gerçekleştirdi. Daha sonra Ben Gurion hakkında İngiliz manda yönetimi tarafından tutuklama kararı çıkarıldı ama o Filistin'den kaçmış olduğundan tutuklanamadı.
Camp David anlaşmasının imzalandığı sırada İsrail başbakanı olan ve İsrail tarafından bu anlaşmaya imza koyan Menahem Begin 1943'ten itibaren Irgun terör örgütünün liderliğini yapmıştır. Deir Yasin katliamı ve Kral Davud Oteli'nin havaya uçurulması eylemleri onun militanları tarafından gerçekleştirildi. Irgun terör örgütü bunların dışında da pek çok terör eylemi gerçekleştirmiştir. Aynı Menahem Begin 1978 yılında Mısır devlet başkanı Enver Sâdât'la birlikte Nobel barış ödülüne lâyık görüldü. www.habereditor.com
İsrail'in Menahem Begin'den önceki başbakanı Bayan Golda Meir 16 yaşından itibaren Siyonist terör örgütleri içinde faaliyet göstermiş biridir. Ben Gurion'un terör örgütlerinde faaliyette bulundu. Filistin'de İsrail'in kuruluşundan önce oluşturulan Yahudi Konseyi'nin ileri gelenlerindendi.
Beyrut kasabı lakabıyla ünlü olan İsrail'in eski başbakanı uzun süreden beri komada olan Ariel Şaron, Kibya katliamı ile Sabra ve Şatilla katliamının sorumlusudur. Ariel Şaron da terör örgütlerinden yetişmiş biridir.
Siyonist devlete bağlı olarak 28 yıl Kudüs belediye başkanlığı yapan Teddy Kollek, İsrail'in kuruluşundan önce pek çok kanlı terör eyleminin sorumlusu olan Haganah örgütünün ileri gelen elemanlarındandı. Kollek aynı zamanda bir silah kaçakçısıydı.
Oslo ve Kahire anlaşmalarından sonra Nobel barış ödülüne lâyık görülen ve bir dindaşı tarafından öldürülmesinden sonra da bütün dünya liderlerinin arkasından ağıt yaktığı eski İsrail başbakanı İzak Rabin, 18 yaşında, Yahudilerin önemli terör örgütlerinden olan Irgun'un askeri kanadı durumundaki Gizli Palmach Ordusu'na katıldı. Aradan çok zaman geçmeden bu örgütün bazı birimlerinin komutanlığını yapmaya başladı. 1948 Savaşı'nda Kudüs çevresindeki önemli çatışmaların komutanlığını yaptı.
Bunlar birkaç örnek. Hepsi bu kadar değil elbette. İsrail üst kademe yöneticilerinin büyük çoğunluğunun hatta tamamının terör örgütlerinden yetişme olduklarını söylersek yanlış olmaz.
Şiddet ve Terörle Ayakta Duran Bir Devlet
İsrail şiddet ve terörle kurulduğu gibi aynı zamanda sürekli şiddet ve terörle ayakta durmuştur. Bunun sebebi İsrail'in iğreti bir devlet olmasıdır. Haksızlık ve gasp üzere kurulduğundan, gasp ettiği hakların her an elinden alınabileceği korkusuyla yaşamaktadır. Tıpkı bir araba hırsızının altındaki arabanın sahibinin bir gün kendisine ulaşıp onu elinden alacağını düşündüğünden sürekli korku ve endişe içinde seyahat etmesi gibi. Bundan dolayı hırçın ve saldırgan bir politika izlemektedir. Zaten hırçınlık ve saldırganlık Siyonizm ideolojisinin özünde de vardır.
İsrail devletinin resmen kuruluşu ilan edildiğinde Filistin topraklarındaki Yahudi sayısı 800 bine çıkmıştı. Bu ilanın ve onu takip eden 1948 savaşının hemen ardından bir milyon Filistinli mülteci durumuna düştü. Bugün Filistin topraklarında yaşayan Yahudi sayısı 4 milyonu buluyor. Bir ara bu sayı 5 milyona kadar ulaştı, ancak tersine göç sebebiyle azaldı. Dünyanın değişik ülkelerine dağılmış durumdaki Filistinli mülteci sayısının da 6 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Dikkat edilirse göçe teşvik edilmek suretiyle veya Nazilerin yaptığı gibi zorlama usulüyle Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi sayısından fazla sayıda Filistinli mülteci var. Bunun sebebi Filistin topraklarında oluşturulan "İsrailli nüfus"un birilerinin oradan zorla çıkarılması suretiyle oluşturulmuş olmasıdır. Bu "İsrailli nüfus" dini bir gerekçesi bile olmayan ideolojik hedeflerle oluşturulmuş, karşılığında binlerce yıldır sabit ve istikrarlı hayata sahip olan bir toplum sefalete mahkûm edilmiştir. Bu durum doğal olarak işgalcilerde kesintisiz bir endişeye ve telaşa, bu endişe ve telaş da hırçınlık ve saldırganlığa sebep olmuştur.
Altmış Yılda Yedi Büyük Savaş
Son yüzyılda dünya devletleri içinde belki de en çok savaşa girmiş olanı İsrail'dir. Bundan dolayıdır ki altmış yıllık süreye yedi büyük savaşı sığdırabilmiştir.
İsrail'in kuruluşunun ilanından birkaç saat sonra 14 - 15 Mayıs 1948 gecesi birinci Arap - İsrail savaşı başladı. Savaşın üçüncü gününde, 18 Mayıs 1948'de Akka, İsrail kuvvetlerinin eline geçti. Savaşın üçüncü haftasında dış güçlerin sağladıkları askeri destek sayesinde İsrail hava üstünlüğü sağlayarak önemli başarılar gerçekleştirdi. Kaynaklarda İsrail'e hava desteğinin Sovyetler tarafından sağlandığı ifade edilmektedir. İsrail dış güçlerin temin ettiği uçaklarla Suriye ve Ürdün'deki sivil hedefleri de bombaladı.
İsrail, 1956 Ekim'inde İngiltere ve Fransa'yla anlaşarak Mısır'a saldırdı. Bu iki ülkenin İsrail'i böyle bir saldırıya yöneltmelerinin sebebi daha önce istedikleri gibi kullandıkları Süveyş kanalının Mısır tarafından millileştirilmesiydi. İngiltere ve Fransa'yla ortak hareket eden İsrail bu saldırıda Gazze bölgesiyle Sina yarımadasını işgal etti. Ancak işgal ettiği bu topraklardan 7 Mart 1957'de birtakım diplomatik sebeplerden dolayı çekildi.
Arap - İsrail savaşlarının en geniş çaplısı Altı Gün Savaşı diye de anılan 1967 Haziran savaşıdır. Bu savaş İsrail'in 5 Haziran 1967 sabahı Mısır'a saldırmasıyla başladı. İsrail uçakları önce Akdeniz üzerinden Mısır'ın batı tarafındaki askeri havaalanlarını bombalayarak üç saate yakın bir süre içinde 300 kadar Mısır askeri uçağını yerde imha ettiler. İsrail uçaklarının bu saldırı esnasında Akdeniz'deki Amerikan filosundan ikmal yaptıkları ileri sürülmüştür.
Mısır'ın bütün askeri uçaklarını üç saatlik bir süre içinde daha yerdeyken imha eden İsrail hemen ardından Gazze bölgesine ve Sina yarımadasına doğru karadan ve havadan saldırıya geçti. Mısır askerleri bu saldırı karşısında ciddi bir direniş göstermeden Gazze'yi ve Sina'yı İsrail'e teslim ettiler. Bu olayda zamanın Mısır devlet başkanı Cemal Abdünnasır'ın bir ihanetinin de söz konusu olduğu ileri sürülmektedir.
İsrail Mısır'ı etkisiz duruma getirdikten ve Süveyş kanalına kadar olan bütün toprakları ele geçirdikten sonra Ürdün ve Suriye tarafına yöneldi. Bu ülkeler tarafından da ciddi bir direnişle karşılaşmayan İsrail kuvvetleri Ürdün'den Doğu Kudüs ve Batı Yaka'yı Suriye'den de Golan tepelerini işgal ettiler. O zaman Suriye hava kuvvetleri komutanı ve genelkurmay başkanı olan Hafız Esed'in devlet başkanı olma emelini gerçekleştirmek için ABD ile anlaşarak Golan tepelerini bile bile teslim ettiği ileri sürülmüştür. Golan tepelerinin coğrafi konumu ve stratejik durumu göz önüne getirildiğinde bu iddiaya hak vermemek mümkün değildir.
1968 yılında Ürdün Nehri vadisinde ve Doğu Yaka denilen bölgede bulunan ve halkının çoğunluğunu Filistinlilerin oluşturduğu el-Kerame kasabasına İsrail ordusu tarafından büyük bir saldırı düzenlendi. O zaman el-Kerâme'nin yönetimi Ürdün'ün elinde olmasına rağmen Ürdün ordusu bu kasabayı savunmak için hiçbir direniş göstermedi. Ancak Filistinliler kahramanca savunmada bulunarak İsrail askerlerini geri çekilmeye zorladılar. Tarihe Kerame Savaşı diye geçen bu çarpışmada İsrail kuvvetleri önemli kayıplar verdi. Bu savaşta Ürdün ordusunun ve hükümetinin hiçbir etkinliğinin olmamasına rağmen Ürdün yönetimi kazanılan zaferi dünyaya kendi zaferi gibi göstermekten geri kalmadı.
İşgal devletinin bir diğer büyük savaşı 1973 Ekim Savaşı'dır. İşgal devleti bu savaşta başarılı olamamıştır.
İsrail 1982 yılında Lübnan'a yerleşmiş bulunan Filistin direniş güçlerini oradan çıkarmak için kara, hava ve deniz kuvvetleriyle bir saldırı düzenledi. Lübnan'a yönelik saldırılar 21 Nisan'da Damur çevresine yapılan büyük bombardımanla başladı. 3 Haziran'da İsrail'in Londra büyükelçisinin bir saldırı sonucu yaralanması İsrail'in Lübnan'ı işgal planını devreye sokması için fırsat oldu. Aslında söz konusu saldırı olayını izleyen gelişmeler bu olayın bir provokasyon olduğu intibaı uyandırmaktadır. Nitekim İsrail bazı planlarını gerçekleştirebilmek için bu tür provokasyonlara başvurmaktan ve kendi adamlarını siyasi emelleri uğruna feda etmekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Londra büyükelçisine yönelik saldırıdan Filistinlileri sorumlu tutan İsrail, 3 Haziran'da Batı Beyrut'un dış mahallelerinde bulunan ve Filistinliler tarafından kullanılan bir stadyuma ve Güney Lübnan'daki Filistin mevzilerine şiddetli hava saldırısı düzenledi. Bu saldırıda 80 kişi öldü, 100'den fazla insan da yaralandı. İsrail kuvvetleri, bu olaydan üç gün sonra da Lübnan sınırlarını geçerek bu ülkeyi işgal hareketini başlattılar. 80 bin askerden oluşan İsrail kuvvetleri Haziran sonuna kadar Beyrut havaalanına ulaştılar. Filistinliler sayıları az olmasına rağmen Siyonist güçlere karşı güçlü bir savunmada bulundular. Ancak arkalarında devlet desteği olmayan ve sayıları 7 - 8 bin kadar olan Filistinli gerillalar geriye doğru çekilmek zorunda kaldılar ve Batı Beyrut'ta kuşatma altına alındılar. İsrail kuvvetleri Lübnan'daki Hıristiyan Falanjist güçlerden destek ve yardım alıyorlardı. Bunun yanı sıra yine bir Hıristiyan olan Lübnan cumhurbaşkanı İlyas Sarkis de İsrail kuvvetlerine yardımcı oluyordu. Bu işgal sonrasında bütün dünyanın yalnız bıraktığı Filistinli gerillalar Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldılar. İsrail, Lübnan'daki kuvvetlerini ancak 1985 Şubat'ından itibaren kademeli olarak geriye çekmeye başlamıştır. Hizbullah mücahitlerinin direnişi karşısında 2000 yılında Güney Lübnan'ı tamamen terk etmek zorunda kaldı.
Yedinci büyük savaş da 2006 yazında Hizbullah mücahitlerine karşı gerçekleştirildi. İşgal devleti 33 gün süren bu savaşta sürekli sivil hedefleri vurarak can kaybının ve maddi zayiatın yüksek olmasına sebep olmaya çalıştı. Ancak savaş sonunda ağır bir yenilgi alarak girdiği bölgelerden çekilmek zorunda kaldı.
İsrail'in Katliamları
Siyonist terör örgütlerinin İsrail devletini kurma süreci içinde gerçekleştirdikleri bazı katliamlardan ve cinayetlerden daha önce söz etmiştik. Bu katliamlar ve cinayetler İsrail'in kurulmasından sonra da kesilmeden devam etti. Şimdi bunların bazılarını zikredelim:
· 14 Ekim 1953 gecesi: Ariel Sharon komutasındaki "Birlik 101" adını taşıyan 500 kişilik Yahudi komando birliğinin Batı Yaka'daki Kibya adlı Filistin köyüne baskın düzenleyerek 67 kişiyi öldürmesi, 75 kişiyi de yaralaması.
· 28 Şubat 1955: İşgal kuvvetlerinin Gazze'ye baskın düzenleyerek 38 kişiyi öldürmeleri
· 31 Ağustos 1955: İsrail'in Gazze'nin Han Yunus bölgesine saldırması. 40 Mısır askerinin öldürülmesi, 40'ının da yaralanması.
· 28 Ekim 1956 akşamı: Siyonist askerlerin Sina'daki Kefer Kâsım köyünde büyük bir katliam gerçekleştirmeleri.
· 8 Nisan 1970: İsrail uçaklarının Mısır'daki Bahru'l-Bakar Okulu'na saldırı düzenlemeleri. Bu saldırıda otuz çocuk hayatını kaybetmiştir.
· 25 Nisan 1970: Kutlu Doğum bayramında Kudüs'teki Kıpti kilisesine ve kilisede görevli rahiplere saldırıda bulunulması.
· 21 Şubat 1973: İsrail füzelerinin Libya Havayolları'na ait bir uçağı düşürerek Libya Dışişleri Bakanının ölümüne sebep olmaları.
· 10 Nisan 1973: İsrail işgal güçlerinin Beyrut'a saldırı düzenlemeleri ve Filistinli liderlerden Ebu Yusuf en-Neccar, Kemal Advan ve Kemal Nasır'ı öldürmeleri.
· 16 Eylül 1982 gecesi: Sabra ve Şatilla katliamı. Ariel Şaron'un gözetiminde gerçekleştirilen bu katliamda çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 991 Filistinli mülteci öldürüldü.
· 1 Ekim 1985: İsrail uçaklarının Tunus'taki FKÖ karargahını bombalamaları. Bu olayda 70 kişi öldürülmüş, yüzlerce insan da yaralanmıştır.
· 7 Aralık 1987: Filistinli işçileri taşıyan arabaya bir Yahudinin kamyonetiyle çarparak dört Filistinlinin ölümüne dokuz Filistinlinin de yaralanmasına sebep olması. Bu saldırı intifadanın fitilini çeken olay olmuştur.
· 16 Aralık 1988: Siyonist işgal güçlerinin Nablus'un Re'su'l-Ayn kentinde Filistinli gençlere karşı katliam gerçekleştirmeleri
· 24 Eylül 1990: Siyonistlerin el-Beric mülteci kampına baskın düzenleyerek 33 ev ve dükkanı yıkmaları
· 8 Ekim 1990: Kudüs katliamı. 30 Müslümanın şehit edildiği, 800 Müslümanın yaralandığı bu saldırı, Siyonist İsrail yönetiminin bazı fanatik Yahudi gruplarını kışkırtması sonucu gerçekleştirildi.
· 13 Mayıs 1993: İşgalciler tarafından şehit edilen Hasan Muhammed Hamude'nin cenaze merasimine katılan üç binden fazla Filistinlinin üzerine Siyonist askerlerin ateş açmaları sonucu beş kişinin şehit olması, altmış kişinin de yaralanması.
· 3 Ocak 1994: İsrail askerlerinin Beyti Hanun bölgesinde Filistin polisinin üzerine ateş açmaları sonucu dört polisin öldürülmesi, üçünün de yaralanması
· 25 Şubat 1994 (15 Ramazan 1414): el-Halil'de Hz. İbrahim Camisi katliamı. Müslümanların sabah namazını kıldıkları sırada gerçekleştirilen bu katliamda İsrail askerleri tarafından korunan Barush Goldstien adlı bir Yahudi terörist tetikçi görevi üstlenmişti. Katliamda toplam 67 kişi hayatını kaybetmiş, pek çok kişi de yaralanmıştır.
· 18 Nisan 1996: Lübnan'da Kana katliamı. Bu katliamda çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan 108 kişi hayatını kaybetmiştir.
· Nisan 2002: Cenin katliamı. Günlerce süren bu saldırıda en az bin kişinin şehit edildiği tahmin edilmektedir. BM'nin olayla ilgili bir soruşturma ekibi oluşturmasına rağmen gerçek bilgiler tam olarak gün yüzüne çıkarılmamıştır.
Bunlar İsrail'in devlet sıfatıyla gerçekleştirdiği katliam ve cinayetlerin bir kısmı. Tümünü sıralayabilmek için listeyi bir hayli uzatmak gerekiyor. Ancak bu katliamlar ve cinayetler "Siyonizm"in bir devlet kimliği kazanmasından sonra da anlayış ve çizgisini değiştirmediğini belgelemeye yetiyor.
MOSSAD'ın Terör Eylemleri
Yukarıda İsrail'in devlet sıfatıyla girdiği savaşlardan, katliamlardan ve bizzat askerlerce işlenen kasıtlı cinayetlerin bazılarından özetle söz ettik. İsrail'in sicilinde ayrıca çok sayıda münferit terör eylemi bulunmaktadır.
İsrail kurulmadan önce Siyonistler terör eylemlerini daha önce adlarını andığımız birtakım terör örgütleri vasıtasıyla gerçekleştiriyorlardı. Ancak İsrail'in kurulmasından sonra bu tür terör eylemlerinin sürdürülmesi amacıyla özel bir devlet kurumu oluşturuldu: MOSSAD
MOSSAD görünüşte İsrail'in dış istihbarat örgütüdür. Gerçekte ise bir cinayet şebekesi ve terör örgütüdür. Şimdi MOSSAD'ın gerçekleştirdiği terör eylemlerinin ve cinayetlerin başlıcalarını sayalım:
· 10 Ocak 1971: Filistinli mücahit Ziyad el-Huseyni'nin Gazze'de şehit edilmesi
· 9 Ekim 1972: FKÖ'nün Roma temsilcisi Vail Zuaytir'in bir suikastla öldürülmesi
· 22 Ocak 1979: 1936 direnişinin liderlerinden Hasan Selame'nin oğlu Ali Hasan Selame'nin Beyrut'ta arabasına bomba konması suretiyle öldürülmesi.
· 29 Eylül 1980: Filistinli lider Sa'd Sayil'in Lübnan'ın el-Beka'a vadisinde öldürülmesi
· 9 Ekim 1981: Mücahit Ebu Şerar'ın Beyrut'ta bir suikast sonucu şehit edilmesi.
· 14 Şubat 1988: FKÖ'nün ileri gelenlerinden Hamdi et-Temimi, Mervan el-Kiyali ve Muhammed el-Cis'in Kıbrıs'ın Limasol kentinde arabalarına bomba konması suretiyle öldürülmeleri
· 16 Nisan 1988: FKÖ liderlerinden Halil el-Vezir'in (Ebu Cihad'ın) öldürülmesi. Bu cinayette İsrail Deniz kuvvetlerinden de yararlanılmıştır.
· 15 Ocak 1991: Tunus'ta FKÖ'nün ileri gelenlerinden Ebu İyad, Ebu'l-Hevl ve Fahri el-Umeri'nin öldürülmesi
· 12 Mayıs 1993: Hasan Muhammed Hamude'nin şehit edilmesi
· 27 Haziran 1993: İzzettin Kassam birliklerine mensup Cemil İbrahim Ahmed el-Vadi adlı gencin şehit edilmesi
· 22 Haziran 1994: HAMAS'ın Gazze'deki mensuplarından Nasır Saluha'nın evinden kaçırılarak şehit edilmesi.
· 2 Kasım 1994: İslâmi Cihad Örgütü'nün Gazze'deki liderlerinden Hâni el-Abid'in şehit edilmesi.
· 26 Kasım 1994: İzzettin Kassam birliklerinin komutanlarından Imad Akal'ın şehit edilmesi.
· 2 Nisan 1995: Şeyh Rıdvan Mahallesi katliamı. Bu olayda MOSSAD ajanları sokaktaki bir çocuğu kandırarak eline bir bomba paketi vermiş ve o paketi; HAMAS mücahitlerinin kaldığı tespit edilen bir evi tarif ederek o eve götürmesini istemişlerdir. Çocuğun paketi binanın içine götürmesinden sonra patlayan bomba binada büyük tahribata ve paketi götüren çocukla beş HAMAS mücahidinin ölümüne yol açtı.
· 22 Haziran 1995: İslâmi Cihad'ın ileri gelenlerinden Mahmud Arafat Havaca'nın bir suikast sonucu şehit edilmesi.
· 26 Ekim 1995: Filistin İslâmi Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikâki'nin Malta'da şehit edilmesi.
· 5 Ocak 1996: Yahya Ayyaş'ın bir ajan vasıtasıyla sokulan ve içine bomba yerleştirilmiş cep telefonunun uzaktan kumandalı olarak patlatılması suretiyle şehit edilmesi
· 4 Şubat 1996: İslami Cihad mensubu Eymen Rezâyine ve Ömer el-A'rec adlı gençlerin Gazze'de şehit edilmesi
· 16 Şubat 1996: Limasol'dan yola çıkan ve Filistinlilerin bindiği "dönüş gemisi"nde bomba patlatılması
· 25 Eylül 1997: Amman'da HAMAS Siyasi Birimi başkanı Halid Meşal'e karşı suikast girişimi
· 29 Mart 1998: Ramallah'ta HAMAS'ın İzzettin Kassam Birlikleri'nin ileri gelenlerinden Muhyiddin eş-Şerif'in şehit edilmesi.
Sonuç
Siyonizmin ve İsrail'in tarihi incelediğinde hep kan ve şiddet koktuğu görülür. Şimdi İsrail kuruluşunun altmışıncı yılını kutluyor. Bugün Siyonistlerin ve onların devleti niteliğindeki İsrail'in hâlâ elinin kanlı olduğu görülmektedir. İsrail gasp, işgal ve şiddet üzere kurulduğundan kan içmenin kendisine hayat verdiğini düşünüyor. Ama bir gün içtiği kanların kendini zehirlediğini ve daha fazla kan içmeye mecalinin kalmadığını da görecek.