Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Öcalan devreye girdi, peki sonra?

Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM’lilerin elini sıkarak başlattığı, sonra Öcalan’ın Meclis’e gelip DEM kürsüsünden terörün sona erdiğine dair çağrıda bulunması isteğiyle devam ettirdiği, ancak tepkiler üzerine “DEM’liler İmralı’ya gitsin çağrı oradan yapılsın” diye revize ettiği, bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Silâhlar gömülsün önleri açılsın” diye sorumlu ağız olarak farklı boyut kazandırdığı süreç, iki tanınmış DEM milletvekilinin Öcalan ziyaretiyle başlama vuruşu noktasına geldi.

Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan daha önce de İmralı’ya gidip Öcalan ile uzun görüşmeler yapan ve İmralı Notları diye bir metnin ortaya çıkmasına vesile olan insanlardı.

Gittiler döndüler.

Öcalan daha önce yeğeni Ömer Öcalan’la da “görüşmeye – müzakereye hazır ve birikimli olduğunu” ifade etmişti.

Şimdi de "Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim" dedi. Ardından "Gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım" ifadelerini kullandı.

Suriye’den SDG (PYD) lideri Mazlum Abdi’den de, sanki biraz Türkiye’ye de yönelik “silâhları bırakma” çağrısı geldiğine göre demek ki Öcalan’ın “Silâh devri bitti” çağrısının bir karşılığı olacak. Kandil’in tavrı henüz net değil. Ama Kandil için de alanın daraldığı açık. “Sıkışıyorlar, daha ne yapacaklar?” denebilecek bir durum söz konusu.

Diyelim ki Öcalan çağrısını yaptı, Kandil ve YPG de buna olumlu karşılık verdi, sonra ne olacak?

Öcalan’ın rolü burada bitecek mi?

Galiba asıl soru bu.

Bir kere Öcalan, görüşme istiyor, müzakere istiyor. Kendisi bir şeylere katkıda bulunmak istiyor.

Denebilir ki, “Öcalan Türkiye’ye getirilirken daha uçakta iken “Hizmete hazırım” demişti. İşte hizmet alanı. Terörün bitirilmesine katkıda bulunsun yeter. Böyle bir rol bile onun için lütuftur.”

Galiba Öcalan da DEM çevresi de süreci böyle okumuyorlar.

Pervin Buldan açıkladı, parti gruplarını ziyaret ederek İmralı bilgilerini paylaşacaklar. Devletle de paylaşacakları belli.

DEM adına yapılan açıklamalarda da “Sorunun Meclis’te ele alınması” talebi dile getiriliyor.

Yani onlara göre bir “Sorun” var ve “Sorun” Öcalan’ın “Silâhlar sussun – gömülsün” çağrısı ile sona erecek değil.

Hoş, “silâhların susması” bile bir süreci ifade ediyor ve onun nasıl olacağı, eli silâhlı adamların ne olacağı sorusu, önceden de çözülmesi gerekli bir mesele olarak görülmüştü.

Ancak “Sorunu Meclis’te halletmek” ifadesi “daha geniş ve kapsamlı bir sorun” un masaya yatırılması anlamına kullanılıyor.

“Kürt sorunu” denen şey o. Orada “Kürt sorunu diye bir şey yok” diyen çizgi ile “siyaseti Kürt sorununun varlığı üzerine kuran” görüş arasında derin bir yarılma var.

Aslında “Silâhların gömülmesi” konuşulduğunda da “sorun” a teğet geçilmeyecek. Doğru, sorun eskiden daha çetindi, anaların evlâtlarıyla Kürtçe konuşamadığı kadar çetindi, epey yol alındı, “Devlet” kendisini sınırladı, başka toplum kesimleri gibi Kürtler de nefes almaya başladılar.

Ama “Kürt siyaseti” sorunu başka boyutlarda da görüyor.

Her ne kadar “Danışman” hüviyeti ile Mehmet Uçum , Beştepe’den peş peşe açıklamalarla ve çok keskin dil ile “Statü yok” diyorsa da “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürtlerin de milli devletidir; Türkiye yüzyılı, Türk ve Kürt yüzyılıdır. Türkiye Halkı çeşitliliğimizin, Türk Milleti birliğimizin güvencesidir" gibi ifadeler ile, bir anlamda “Devlet adına” sınır tayini yapıyorsa da Meclis zemininde bu sınırların bile nasıl anlaşılması gerektiği “müzakere” edilecektir. Ya da DEM cenahının Meclis’ten beklentisi bu olacak veya müzakereyi bu yönde geliştirmek isteyeceklerdir.

Acaba Devlet’te bir kesimin yaklaşımı “Müzakere falan hikâye, örgüt de yenildi, ona bağlı siyaset yapanlar da yenildi, onun için Devlet’in çizdiği çerçeveye razı olacaklar” şeklinde mi? Yoksa Öcalan’ın 2013’te de ifade ettiği “İslâm bayrağı altında gelişen bin yıllık Türk – Kürt kardeşliği” nin “Rıza zemini” nde oluşan bir buluşma noktası oluşacak mı?

“Devlet” adına yapılan değerlendirmelerde örgüte yönelik bir “Zafer dili” nin hakim olduğu söylenebilir. DEM ya da “Kürt siyaseti” de bundan nasibini alıyor. Kayyım politikaları da bu “hükmetme dili” ni yansıtıyor.

Ama sonuçta, bazı şeyleri çözmek için de diyelim Öcalan gibi, DEM gibi iletişim kanallarına ihtiyaç duyuluyor.

Her ne ise, 2013 – 2015 çözüm süreci bir arayıştı. O zaman olmadı. Şimdi Suriye’de, bölgede, Kürt sorunu da dahil taşların yeniden döşendiği bir zaman diliminde, bölge halkları, tabii ki Müslüman halklar da, birbirine karşı zafer çığlıkları atmadan yaralarını sarmanın yolunu bulmak zorundalar. Kanayan her yara, “Dışardan” müdahaleye açık demektir. “Kürt sorunu” bunun tipik örneğidir. Yara kapandı görünür, sonra yeniden kaşınır ve yeniden ve daha netameli sorun olur. Höt - zöt dili sorun çözmez sorun büyütür.

Bu yazı toplam 231 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar