Selâhaddin Çakırgil
"Oligarşik dikta"nın entrikalarına teslim olunacak mı?
C. sistemi, özellikle de İttihad - Terakkî"den beri 100 yılı aşan bir geçmişe sahib.. Ondan öncesi ise, zâten sultaya dayalı bir yönetim.. İttihadçı gelenek, başka terimlerle ifade edilmeye çalışılsa da geçmiş asırların saltanat geleneğinin, sultacı anlayışın devamıdır.
Üstelik, M. Kemal de, İttihad-Terakkî"nin B Takımı"ndan olduğu için, kemalist rejimin hemen bütün yöntemleri de, aynı çizgiyi takib etmiştir, etmektedir..
İttihadçı ve kemalist geleneğin toplum mühendisliği için nasıl bir zorbalık metodunu benimsediğinin en belirgin işareti, ardı-arkası kesilmeyen askerî darbeler ve o darbelerle, dârağaçları, sürgünler, zindanlar ve süngüucuyla, zorla kabul ettirilen anayasa ve diğer kanunî düzenlemelerdir..
Hele de, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde Genelkurmay"ca yargı mensublarına verilen brifinglerde dikte olunan hukuk anlayışı, bugünlerde karşılaşılan sıkıntıların daha bir hukukî altyapısını oluşturuyordu.. Çünkü, o Genelkurmay brifinglerinde yargının beynine şırınga olunan anlayışa göre hukukun aslî vazifesi ve fonksiyonu, yani kemalist-laik rejimin korunması ve savunulması idi.. Adâlet de, bu dayatmalara uygun hükümler sâdır etmekti.
Hele de o zamandan beri, yargı kurumlarının daha bir fren tutmaz şekilde, hukuk adına ne zorbalıklara imza attığı, milletin yükselen gizli-açık feryadlarından da anlaşılabilir.. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargı ve nihayet kendi yetki ve fonksiyon alanında en yüksek mahkeme durumunda ve kararları kesin olan ve de Yargıtay ve Danıştay yargıçları arasından yine o kurumlarca seçilip belirlenen Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararları, onyıllardır milletimize ne acılar çektirdi, ne büyük sosyal kaoslar oluşturdu..
Bunlar tekrara kalkışılsa, yüzlerce -binlerce dosyayı buraya aktarmak gerekir..
*
Bu bozuklukların giderilmesi için, adım atılmadı değil..
Unutulmasın ki, AK Parti, yeni bir Anayasa için harekete geçip, Prof. Ergun Özbudun başkanlığındaki bir hey"ete hazırlatmış olduğu Anayasa tasarısını gündeme getirdiğinde, hemen, AK Parti"nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi"nde dâva açılmış ve ülkenin ödediği ağır sosyo-ekonomik bedeller bir yana, iktidar partisi, kapatılmaktan kılpayı (sadece 1 oy farkıyla) kurtulabilmiş ve o değişiklik çabaları bir kenara bırakılmak zorunda kalınmıştı.
O manipulasyonla bir "yeni anayasa" ihtimali böylece bertaraf olunca.. Başbakan Erdoğan, 2010 Baharı"nda, hiç değilse bazı Anayasa maddelerini değiştirmeye kalkıştığında, Meclis"te ne çetin bir direnişle karşılaşmıştı, hatırlayalım.. İktidar partisi, Meclis"teki bütün partilere, "Geliniz, bağımsız kurumlar adına oluşturulmuş sorumsuzlukları, yargıçlar diktatöryasına dönüşen yapıyı biraz değiştirelim.." dediğinde, CHP ve MHP"nin mevcud oligarşik sistemi korumak adına, hiç destek vermeyişi tabiî idi.. Ama, mevcud sistemin her türlü darbelerinden daha bir acılar çekmiş olan kürd halkı adına hareket ettikleri iddiasıyla Meclis"te bulunan BDP"lilerin bile bu değişiklik çabalarına destek vermemeleri ve hattâ partilerin kapatılmasına engel olacak bir maddenin kaldırılmasına bile destek vermeyip değişiklik tasarısından düşmesine vesile olmaları ve 12 Eylûl 2010 tarihinde yapılan Anayasa Değişikliği Referandumu"nda da o değişiklikleri var gücüyle engellemeye çalışmaları ilginçti.. Ve insana, bu buhranların sürüp gitmesini özellikle istedikleri ve kendi siyasî varoluşlarını bu buhranların sürmesinden imbikledikleri gibi bir mesajı veriyordu..
Halbuki, Anayasa"da değiştirilen 26 maddeden, hele de 2-3 maddenin ne büyük sosyal değişiklikleri beraberinde getirdiği, bugün görülüyor.. Anayasa Mahkemesi"nin yapısı ve yetkileri değişti, Hâkimler- Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)"nun Yargıtay ve Danıştay"ı istediği gibi şekillendiren gücü kırıldı, yapısı temelden değişti. Ayrıca, asker kişiler hakkında yapılacak kanunî takibatın sınırları yeniden düzenlenince, bu zamana kadar görülmemiş şekilde, asker kişilerin neredeyse kitleler halinde yargıya çekilebildikleri görülmeye başlandı.. Ki, son durum itibariyle, TSK"nın 301 generalinden, aralarında orgenerallerin de bulunduğu 33 generalin, yani onda birden fazlasının ve kezâ, daha alt rütbelerden yüzlerce subayın, halkımıza karşı suç işledikleri ithamıyla tutuklanıp yargıya çekilebilmiş olması ortada iken, BDP"nin bütün bu değişiklik çabalarına sed oluşturmaya kalkışması, bu siyasî organizasyonun buhranlardan hayat dilenmek üzerine bina olunduğu kanaatini daha bir perçinliyor, zihinlerde..
Elbette, daha düzeltilmesi gereken yığınla hukukî bozukluklar vardır. Dahası, baştan ayağa bütün bir sistem hile ve entrika üzerine kurulmuşsa, neresini düzelteceksiniz? Bir tarafını düzeltecek olsanız, bir başka yerinden patlak veriyor..
Doğrusu, ülkenin yeni bir Anayasa"ya kavuşturulmasıdır..
Ama, bu yeni Anayasa"yı CHP ve MHP, yine engelleyeceklerinin işaretlerini veriyorlar; "Bize gelecekseniz mevcud Anayasa"nın Başlangıç kısmıyla, değiştirilmesinin teklif bile edilemiyeceği yine bu Anayasa"da belirlenmiş olan ilk 4 maddeye dokunulmayacağı taahhüdüyle geliniz.." demektedirler.
Bu durumda, BDP Gen. Başkanı Selahattin Demirtaş, haklı olarak, "Bunlar değiştirilmiyecekse, mevcud Anayasa kalsın, değiştirmeye ne gerek var.." demektedir..
Tayyîb Erdoğan ise, halkın kendisine ve partisine verdiği yüksek dereceli temsil yetkisini çok daha sağlıklı bir hukukî zemin oluşturmak yönünde kullanmak istiyor..
Ama, oligarşik dikta sistemi, -derin devletiyle, görünmez güçleriyle, yargısıyla ve diğer birçok güçleriyle- direnmesini sürdürmeye ve "Bizim gerçek ve fiilî iktidarımız tamamiyle kırılacaksa, ülke isterse yangın yerine dönsün.." havası verecek bir tavır takınmakta..
Ve 12 Haziran seçimleri öncesinde, Yüksek Seçim Kurulu (YSK)"nun ne gibi tehlikeli kararlar aldığı ve zor karşısında ise, hemen çarkedip, kararlarını değiştirdiği görüldü..
Çünkü, BDP, yüzde 10 barajını aşamıyacağını bildiğinden, bağımsız adaylar halinde seçime girmek zorundaydı, ama, YSK, aralarında Leyla Zana, Ahmet Türk, Hatib Dicle gibi ünlü kürdçü siyasetçilerin de bulunduğu "bağımsız" 12 adayın seçimlere katılamıyacağını açıklayınca, kürd halkının yoğunluklu olduğu yerlerde, yaygın protesto gösterileri dalga dalga yayılmaya başladı ve aynı YSK, iki gün sonra, kararlarından geri adım zorunda kaldı..
*
Buhranı, Cumhurbaşkanı Gül"ün fiilî müdahalesi giderebilir.
Ama, Hatib Dicle"nin seçimlere katılacağına karar veren YSK, seçimlere üç gün kala, Dicle"nin kesinleşmiş ve m.vekili olmasına engel teşkil eden bir suçtan mahkûmiyeti kendisine bildirilince, yine hemen karar vermemiş ve Dicle"den savunma isteyip zaman kazanmak yolunu seçmişti. Dicle"nin Diyarbekir"den 78 bin oy alarak seçilmesinden günlerce sonra ise, YSK, Dicle"nin m.vekili olamıyacağına karar verip, m.vekilliğini düşürüverdi.. Halbuki, eğer kanunî yol kapalı idiyse, seçimlerden önce yapabilirdi bunu..
Ama, anlaşılıyor ki, bir takım "el"ler, bir takım entrikaları tezgahlamak istiyordu..
Ki, YSK"nın, kararlarına itiraz mercii olmayan en yüksek mahkeme statüsünde olmanın verdiği bir "dediğim dedik.." sorumsuzluğuyla geçmişte ne saçmalıklara tevessül ettiğini; Erbakan ve Erdoğan başta olmak üzere, nice konularda, ne gibi haksız uygulamalara imza attığını tekrara gerek yok..
Ama, şimdi.. Hatib Dicle"nin m.vekilliğinin düşürülmesini fırsat bilen 35 kişilik Bağımsızlar Grubu, âdetâ, selden kütük kapmak istercesine bir tehlikeli işe kalkışıp, Meclis"e gelmemek, gerilimi tırmandırmak, ülkeyi daha bir kaotik ortama sürüklemek ve seçim öncesinde olduğu gibi, YSK"ya bir geri adım daha attırmak gibi bir yolu denemek istiyorlar..
Mevcud durumda da, YSK"nın kararını yeniden gözden geçirip, Dicle"nin m.vekilliğini kabul etmekten başka bir yol gözükmemekte.. Çünkü, yapılacak diğer hertürlü kanunî değişiklik çabaları, bilinen hukuk kuralları ve kanun yapma tekniği usûlleri açısından "maqable şâmil" / geri doğru işletilemiyeceğinden, imkansız gözükmektedir.. Ve Hükûmet"in de bu merhalede hukukî açıdan yapabileceği fazla bir şey yoktur..
Ancaak, Cumhurbaşkanı Gül, hukuken yetkisi yok sayılsa bile, duruma müdahale edip, YSK"yı, ülkenin geleceğini tehlikeye atmaması, kaotik bir geleceğe sürüklememesi için yapacağı fiilî ikazlar, sanırım, etkili olacaktır..
Sosyal hadiselerin, çığırından çıkınca, nerede durdurulacağı ve nereye varacağı önceden kestirilemiyecek sonuçlar verdiği unutulmamalıdır.. Son zamanlarda Ortadoğu ülkelerinde ortaya çıkman ve başlangıçta küçümsenen sosyal patlamaların, sonunda herşeyi yakıp yıkan bir bir merhaleye ulaştığı unutulmamalıdır..
Keza, Müslüman coğrafyalarında, halkların ve ülkelerin zenginliklerini yerle bir etmeyi kendi tahakkümleri için bir çıkış yolu olarak gören emperyalist- şeytanî odakların manipulasyonlarını ve müslüman halkları, etnik boğuşmalar baştka olmak yığınla bâdirelere sürüklemek için ellerinden geleni yapmak isteyeceklerini unutmamak gerek..
Ve bu konuda, hele de, oligarşik dikta"larını, tahakkümlerini sürdürmek isteyen kemalist-laiklerden, ülkenin geleceğini düşünmelerini, mâkul ve mantıklı davranmalarını beklemek, abes bir durumdur..
haksöz