Ordu İçindeki İttihatçı Damar!
Ordudaki İttihatçı damar... Genelkurmay ile AKP arsındaki gizli mutabakat... Genelkurmay'ın AKP'den istedikleri... Kürt sorununu çözmek istemeyenler...
Son dönemde artan türban tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında türban 25 yıldan fazla bir zamandır gündemden düşmedi, fakat zaman zaman tartışmaların alevlendiği dönemler oluyor. Sanıyorum bu son dönem bunlardan bir tanesi…
AKP Ve Genelkurmay'ın Türban Mutabakatı
Son dönemde türban tartışmaları neden alevlendi?
Son dönemde alevlendi çünkü AKP hükümeti, başlarda bunu sorun olmaktan çıkaracağını ilan ederek iktidara gelmişti fakat iktidarda kaldığı 5 yıl, birinci 5 yılda bu sorunu çözmeye yanaşmadı. El atmaya cesaret edemedi; fakat ikinci defa hükümet kurduğunda hem oy oranındaki artış hem de başka bazı nedenler işte Genelkurmay Başkanı'yla görüşme ve 'uzlaşma' sonucu cesaretlendiler…
MHP'nin desteği…
Tabii onun da desteği var ama esas itibariyle MHP'den ziyade Orduyla, Genelkurmay'la hükümet arasında türban konusunda adı konmamış bir uzlaşma ortaya çıktığı anlaşılıyor ki, bu da sanıyorum bu 27 Nisan Muhtıra'sının arkasından Dolmabahçe'de yapılan görüşmede gerçekleşmiş olabilir...
Nasıl bir mutabakat?
Mutabakat şöyle aşağı yukarı: Genelkurmay siz Avrupa ve Kürt sorunu konusunda fazla istekli olmayın, o tarafı savsaklayıp-sulandırın ama türban konusunda istediğinizi yapın. Bu yönde bir 'mutabakat' sağlanmış olduğunu tahmin ediyorum şahsen.
Avrupa Birliği…
Avrupa Birliği şu: Yani Avrupa Birliği'ne uyum yasalarını filan onları askıya al, fazla asılma. Kürt konusunda da bir dahlin olmasın ama sen de o zaman işte buna karşılık türban meselesinde bir çıkış yapabilirsin. Böyle bir anlaşma olmuş gibi görünüyor. Sanıyorum MHP'nin de oy kaygısıyla böyle bir sürece dahil olmasıyla, süreç hızlandı.
Başını Aç Demekle Kapat Demek Aynı Şey
AKP MHP'ye misilleme mi yaptı?
Yok öyle değil, biliyorsun bu siyasal İslam, iktidar olmanın, ranta kavuşmanın bir aracı. Politik tercihi meşrulaştıran bir şey. İslam'a gönderme yaptıklarına aldanma, onların dinle falan ilgisi beşinci, altıncı sıradadır. Asla öyle bir kaygıları yok. Dini duyarlılığı kullanarak iktidar oluyorlar ama iktidar olmak demek ranta el koymak, bütçeyi ve hazineyi yağmalama imkânına kavuşmak demek. Nasıl bir kesim [MHP] milliyetçiliği kullanarak iktidar olmak, ranta el koymak istiyorsa; bunlar da dini kullanarak, dinî duyarlılıklar üzerinden siyaset yaparak iktidara gelip ranta el koymak istiyorlar. Bir kere siyasal İslam'ı çok iyi tahlil yapmak gerekiyor. Siyasal İslam dini referans alan bir politik harekettir. Yoksa öyle dini kaygılarla filan ilgili değildir. Nihayet Olmadığını da zaten görüyorsunuz. Bunlar hiçbir dönemde olmadığı kadar IMF'ci, hiçbir dönemde olmadığı kadar Amerikancı, hiçbir dönemde olmadığı kadar özelleştirmeci değil mi?... Dolayısıyla bunların öyle dinin temel metinlerine gönderme yaptıkları filan yok. Bu yüzden sorunu tartışırken, belirleyici geri planı akıldan çıkarmamak gerekir.... Fakat YÖK tarafından böyle bir tepki geleceği tahmin edilmiyordu, bu kadar şiddetli bir tepki gelince tartışmalar alevlendi.
Kızların başlarını örterek üniversiteye girmesi denildiği gibi gerçekten laikliğe aykırı mı? Laiklik elden gider mi?
Hayır giyimin kuşamın laiklikle bir ilgisi olmaz. Burada sorun başörtüsünün laiklikle ilgili olması değil, onun birileri tarafından politik amaçlar için araçlaştırılmasıdır. Yoksa laiklik giyim kuşamı angaje etmez. İstediğiniz şu veya bu kıyafet olunca laik olunur veya olunmaz diye bir şey yok. O ayrı bir şey. İnsanların giyim kuşamına karışılmaması gerekir. Bu ilke olarak insanların vücuduna dokunmayacaksın, dokunmaya hakkın yoktur demektir. Başını aç demekle, kapat demek aynı şeydir.
Birileri derken kimi kastediyorsunuz?
Siyasal İslamcılar tarafından kullanılıyor.
Siyaset Dine Karışırsa Din De Siyasete Karışır
Ama karşı taraftan da tepki geliyor…
Hayır siyasal İslamcılar onu kullanarak iktidar oluyor, olmak istiyor; öbür taraf da iktidarı öbürlerine kaptırmamak için laikliği öne sürüyor. Ne bir tarafın dinle, özgürlükle bir ilgisi var, ne de diğer tarafın laiklik diye bir sorunu var... Laik olunması için ne lazım? Laik olabilmenin koşulu ne? Çok basit: Devlet dinden elini çekecek, din ve siyaset alanları birbirinden ayrılacak. Bu şu demeye gelir: Siyaset hiçbir dini işlev üstlenmeyecek din de hiçbir politik işlev yüklenmeyecek... Eğer bu varsa orada gerçekten laik bir rejimden söz edebilirsin . Değilse laiklik söylemi başta diplomalı taife olmak üzere, kitleleri aldatmaya yarar. Nitekim öyle... Ha şimdi Türkiye'ye baktığın zaman laiklikle hiçbir ilgisi olmayan bir tablo ile karşılaşıyorsun. İşte nedir Diyanet İşleri Başkanlığı diye kocaman bir kurum var. Devletin göbeğine oturmuş. Din İşleri Bakanlığı demek daha doğrudur. Ondan sonra işte Kuran Kursları'nı devlet örgütlüyor. İmam Hatip Liseleri'ni devlet açıyor. Ondan sonra Hac seferlerini devlet organize ediyor. Devletin resmi yayın organından veya diğerlerinden sürekli dini yayınlar yapılıyor. Okullarında zorunlu din dersi var...Böyle bir rejime laik demek rahatsız edici değil mi?
Ama şimdi İmam Hatip Liseleri'ni irtica yuvası olarak hedef gösteriyor…
Orada koskoca bir yalan var... Kuran kurslarını açanlarla sonra da ondan şikayet edenler, onları irtica yuvası gibi gösterip mahkum eden aynı odaktır. Bu durumun teşhir edilmesi gerekir. Şikayet etmeye hakları yok. O halde İmam Hatip okullarını neden açtılar? Sol muhalefetin önünü kesmek için, toplumsal bilinçlenmeyi önlemek için, bir de tabii ABD'nin yeşil kuşak doktrinini desteklemek için... Şimdi siz eğer İmam Hatip okullarını açarsanız, üstelik kızlar için de ayrıca İmam Hatip Liseleri açarsanız, sonra da oradan mezun olanların bir üst eğitim kurumuna, üniversiteye girişini engelleyemezsiniz. Asla engellememek gerekir. Bu kendi koyduğun kuralları kendin ihlâl ediyorsun demektir. Eğer kız öğrenciler İmam Hatip Lisesi'nde başları örtülü derslere giriyorlarsa, üniversite kapısına geldiklerinde başını aç demek saçmadır. Dolayısıyla bir oyun oynanıyor. İktidar için mücadele eden taraflar arasındaki iktidar mücadelesi, pozisyon savaşı densin, kızların- kadınların başında patlıyor... Bir taraf – laikçiler- seksen yıldır pek aşınmaya uğramayan ayrıcalıklarını, güçlerini korumak için laikliği bahane ediyor,. Öbür taraf - siyasal İslamcılar- da dini kullanarak iktidar olmak istiyor dolayısıyla bu tartışmanın tarafı olmamak gerekir. Şahsen ben böyle bir tartışmanın tarafı olmam. O zaman mesele nedir? Ben bir tek şey söylerim: Devlet dinden elini çek... Önce laikliğin gereğinin yapılması gerekir. Eğer siyaset dine karışırsa, din de siyasete karışır. Biliyorsun karışmak için en az şey gereklidir... Bu açıdan bu tartışmalar pozisyon savaşının aracı olarak tezahür ediyor.
Çeteler Yukardan Bağımsız Varolamazlar
Emin Çölaşan'ın eşi Tansel Çölaşan, her darbenin kötü sonuçlar doğurmayacağını iddia ediyor. “27 Mayıs'ı burada ihtilal olarak görmek hata olur. 1960 ihtilali aslında bir devrimdir” diyor. Bir devrim miydi?
Aslında darbeler devrimlerin önünü kesmek için yapılır. Dolayısıyla böyle bir şey söylemek abestir bir. İki darbelerin bazıları iyidir, bazıları kötüdür demek daha abestir. Dolayısıyla bu hiçbir mantıki tutarlılığı olmayan bir tespit ve üzerinde durulması da gerekmiyor. Bu ilgiyi, şaşkınlığı davet eden bir tespit değil. Saçma... Darbenin bir tanımı vardır. Ya darbedir ya değildir. Sert, yumaşak, iyi, kötü, azşekerli , acı darbe olmaz. Şeyleri adıyla çağırmak önemlidir veya adıyla çağırmamak yalan söylemektir denmiştir... Darbelerle igili olarak daha önceki soruya verdiğim cevapta sanıyorum yeteri kadar açıklık vardır... Tekrar edersek: darbeler mevut olanı sürdürmek için yapılır ve amaç aracı yağlamaktan ibarettir...
Son dönemde mevcut rejime bir tehdit var mı? Ordunun müdahale etme gereksinimi duyabileceği bir tehdit?
Yeni bir cunta mı demek istiyorsun?
Yeni bir cunta yani ordunun tekrar müdahale etme gereksinimi duyabileceği bir durum var mı?
Benim bu aşamada öyle bir beklentim yok. Fakat ordu monolitik bir kurum değil. İçinde mutlaka cunta özlemi taşıyanlar vardır ama konjoktür o tür beklentilerle örtüşmüyor. Ergenekon türü çetelerin mutlaka ordu içinde uzantıları var veya Ergenekon ordu içindeki bir odağın uzantısı... bunu bilmek pek kolay değil. Zaten bu tür çeteler 'yukardan' bağımsız varolamazlar. O zaman korumasız kalırlar... Bu günkü durumda ordunun kapsamlı bir müdahaleye gireceğini düşünmüyorum.
İttihatçı Damar En Çok Orduda Etkili
Bu ortaya çıkan çeteler darbe zemini mi oluşturmaya çalışıyorlardı. Faaliyetlerini göz önünde bulundurduğumuzda?
Belli ki ortalığı karıştırıp bir kaos ve terör ortamı yaratarak iktidara gelmek gibi bir hesapları olduğu kesin. Bu konuda tartışma gereksiz. Fakat açığa çıkarılmaları da önemsiz değil. Görünen o ki, her zaman olduğu gibi üstü örtülecektir. Hükümetin sorunun üstüne sonuna kadar gidecek, niyeti, basireti ve cesareti yok. Durumu idare etmeyi yeğleyecektir... Merkez bunlardan kurtulmayı istese bile karşı tarafın inisiyatif almasına izin vermeyecek... Bunu rejimle ilgili bilgilerime dayanarak söylüyorum...
Bunlar harcandı mı?
Öyle bir şey mümkün tabii yani bunlar fazlaca deşifre olup yıprandılar. Böyle bir ihtimal var elbette. Bunların amaca hizmet etmek yerine artık 'zarar verdikleri' düşünülmüş olabilir.
Esas amaç derken, esas amaç ne ki?
Ordu içindeki unsurlar İttihatçı geleneğin devamı, mirascılarıdır. İttihatçı damar en çok orduda etkilidir. Kendilerini vatanın yegane sahibi ve koruyucusu olarak görürler. Halkı da hep kurtarılmaya muhtaç bir 'nesne' olarak görürler. Onlar için vatan her zaman tehlikededir, dolayısıyla 'teyakkuzdadırlar'... Aslında asıl koruduklarıysa kendi statüleri ve ayırcalıklarıdır... Bu yüzden farklı zihinsel dünyaları vardır. Halkın işe karışmasını istemezler, politikacıları sevmezler, vb.
Devletin içindeki odak Kürt sorununu çözmeye karar verdi mi?
Asla... Türkiye'de seçimle gelmiş hükümetle benim 'asıl devlet partisi' dediğim odak arasında bir iş bölümü vardır. Bazı 'önemli işler' 'asıl devlet partisinin' yetki alanındadır. O sorunlara hükümetin dahli ya hiç yoktur ya da söylem düzeyindedir. Kürt sorunu o sorunlardan biri ve şu aşamada o konuda da ciddi bir açılım ufukta görünmüyor. Ama her zamanki gibi oyalama taktikleri söz konusu olacaktır. Sorunun temeline dokunmayan kimi rötuşlar...
Hükümet 12 Milyar dolar yatırımdan bahsediyor…
İsterse 48 milyar desin, hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Eğer sorunu gerçekten çözmek istiyorsan, önce adını koyacaksın, yalan söylemeyeceksin, samimi ve kararlı olacaksın. Kürt sorunu birincisi, parayla çözülecek bir sorun değil; ikincisi, orada harcanacak paranın dönüp dolaşıp kimin cebine gireceğini bilmek için derin uzman olmak gerekmiyor... Oradaki sorun sadece ekonomik veçheyle ilgili değil, Etnik, kültürel, politik bir sorundur. Kürtlerin hükümetten öncelikle beklediği para değil. Önce kendisine yapılan haksızlığın kabul edilmesini ve gereğinin yapılmasını istiyorlar. Bu hükümetin yeni ve köklü açılımlar yapması mümkün değil ve yapmayacaklar, yapamayacaklar ama özellikle Batı'da yaşayanları kandırmak için bir şeyler yapıyormuş gibi görüneceklerdir... Elbette Amerika kendi çıkarları için, işte BOP'un başarısı için, vb. bir şekilde sorunun gündemden düşmesini istiyor ama içerde o kadarını bile yapacak irade yok. Netice itibariyle bugünkü hakim anlayış 1930'daki anlayıştan pek farklı değil. Hâlâ sorun bir zabıta sorunu olarak görülüyor... Ekonomik gerilik olarak görülüyor...Bu kafayla Kürt sorunu çözülür mü?
aktifhaber