Paralel’in işi hep yalan-dolan... Çırpındıkça batıyorlar!

Vay beee... “Nasır”larına basılınca, amma da “demokrat”, amma da“özgürlükçü” kesildiler!..

Gören-duyan da, bunları “demokrasi havarisi” zannedecek!..

Dün, öyle bağırdı Ekrem Dumanlı:

“Demokrasiden dönüş yok!..

Özgürlüklerden dönüş yok!..

Yezid’e boyun eğmek yok!”

Tamam, eyvallah da;

“Gazetecilere” yönelik operasyonu; “Bu mu gazetecilik?” manşeti ile“susturan” siz değil miydiniz?..

O zaman “demokrasi” izne mi ayrılmıştı, “özgürlük” tatile mi çıkmıştı?..

Öyle olmalı ki;

Sizin; “Bu mu gazetecilik?” başlığınızdan dolayı; o gazeteciler, aylarca hapis yattılar!..

ÖZÜR... ZİYARET... HELÂLLİK!

Bugün kalkmış; o gazetecilerden “özür” diliyor, “destekleri için teşekkür”ediyor ve hatta; “Serbest kalır kalmaz onları ziyaret edeceğim” diyorsun!..

Adam, senin isteğini reddedip, “Ben kendisiyle görüşmek istemiyorum”demiş ama, senin “özür, teşekkür ve ziyaret” kelimelerin kayıtlara girdi!..

Kimden “özür” diliyor, kimi “ziyaret” ediyor ve kime “teşekkür”ediyorsun?..

Adamın sözleri ortada: “Benim inanç sistemimde tanrı yok, din yok!.. Dolayısıyla helalleşme de yok!”

Sen, işte bu adamı “ziyaret” edecek, bu adama “teşekkür” edecek ve bu adamdan “özür” dileyeceksin, öyle mi?..

Vah Ekrem, vah!..

Deseydin ki; “22 Ocak 2010’da gözaltına alınıp, 17 ay hapis yatmalarına yol açtığım Mehmet Doğan Hoca’dan, Mustafa Kaplan’dan, Bünyamin Ateş ve diğer Tahşiye’cilerden özür dileyecek, onları ziyaret edip, kendilerinden helâllik isteyeceğim!”

O zaman, “bravo” derdim;

“Müslüman’a yakışan budur!”

Ama sen;

“Dinsiz, imansız, ateist” birine el uzatıyor, onlarla “diyalog” kurmaya çalışıyor, onlara “hoşgörü” gösteriyorsun ama, “Müslüman”lara gelince, bir “helâlleşme”yi bile çok görüyorsun!..

Bu hâllere de mi düşecektin?..

ZAMAN, NAYLON GAZETE Mİ?

Bir de, kalkmış;

“Hiç kimseden talimat almadım!.. Almam da!.. Kimseye de talimat vermem!.. Vermem de” demişsin!..

Yapma be Ekrem!..

Hani, bilmesem, belki inanırım da, bana yutturamazsın bu martavalları!..

İfade verdiğin esnada yanında bulunan avukatın Gazi Tanır’ın söylediğine göre; hakime demişsin ki;

“Biz gazeteyi saat 12.00’de bitiririz... Türkiye’de saat 12.00 iken, Amerika’da saat 05.00’tir. Yani, herkes uykudadır!. 

Saat 05.00’te Fetullah Hocaefendi’yi arayıp da, manşeti mi soracağım ona!?!”

Yapma be Ekrem!..

Hangi çağda yaşıyoruz?.

Siz, “naylon gazete” misiniz ki, “saat 12.00’de” gazeteyi bitiriyorsunuz?..“Ulusal gazeteler”in hangisi saat 12.00’de işi bitiriyor?.. Bugün, ulusal gazeteler; ilk baskılarını “saat 19.00-20.00”de yapmıyorlar mı?..

“Talimat almadığını” ispat(!) edebilmek için, “yalan” söylemek zorunda mısın?..

Bu yalanı, belki “savcı ve hakim”lere yutturabilirsin ama, “meslektaş”ların gülerler sana!.. 

SU BİLE VERMEMİŞLER!

“Yalan” dedim de, aklıma geldi...

Dün, saat 11.30’dan itibaren Bugün TV’yi ve Samanyolu Haber’i izlemeye başladım... İstedim ki, “empati” yapayım da, “haklı” oldukları bir taraf varsa, onu da yazayım!..

Gerek “konuşma”larda, gerek ekrandaki “alt yazılar”da, sürekli şu“ajitasyon” yapılıyordu:

“Avukatların duruşma salonuna girmelerine engel çıkarılıyor!”

Ne demekti bu?..

Demekti ki; “Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın da aralarında bulunduğu zanlılara avukat verilmemiş!.. Zanlılar sorgusuz-sualsiz içeri atılacak!”

Sonra, kendi “yalan”larını, yine kendileri nasıl çürüttüler biliyor musunuz?..

Saat, tam 12.15’ti!..

Aldıkları, bir “son dakika” haberini yayınlayıp dediler ki; “Hidayet Karaca, rahatsız olduğu için ilaç almak zorunda!.. Duruşmada, ilaç almak için su istemiş ama su bile vermemişler!”

Arkasından ne yorumlar, ne yorumlar!..

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bir defasında; “Bunlara su bile vermeyin!” diyesiymiş  de, hakimler “Erdoğan’ın talimatı”nı yerine getirip,Karaca’ya su vermemişler!..

El insaf!..

Bu kadar ajitasyon olmaz!..

“El insaf” da; bunlar o kadar “insafsız”, o kadar “vicdansız” ve “yalancı” ki; sabahtan beri “Avukatların duruşma salonuna girmeleri engelleniyor!”dediklerini anında unutup, Hidayet Karaca’nın “su” meselesi ile “algı operasyonu” yürütmeye başladılar!..

Allah’tan korkun be adamlar!..

Hani avukatlar “duruşma salonu”na alınmıyordu?.. Madem içeri alınmadılar, o  halde “su” haberini “içeriden” nasıl aldınız?.. “İçeride”avukat yoksa, o bilgi “dışarı” nasıl sızdı?.. Herhalde “savcı” veya“hakim”den almadınız o bilgiyi!..

Demek ki, içeride “avukat”lar vardı... Bunun “delili” de, saat 12.15’teAdliye önünde açıklama yapan, Dumanlı’nın avukatı Gazi Tanır’dır!.. 

Bu kadar yeter mi?..

Bırakın bu “yalan”ları!.. Hâlâ bıkmadınız mı, “yalan-dolan”dan?!?..

Hani, biz günlerdir; “Fetullah Gülen Pensilvanya’dan hedef gösterdi, Zaman ve Bugün gazeteleri haber yaptı, Samanyolu Televizyonu Tek Türkiye dizisiyle zemin hazırladı, Paralelci Hakim, Savcı ve Polisler de Tahşiye’cilere operasyon yaptı” dedik ve bütün olan-bitenden “Gülen’in haberdar olduğunu” yazdık ya, bizim bu iddialarımıza dün Samanyolu Haber’de cevap verildi ve mealen denildi ki;

“Tahşiye’cilere operasyonu Fetullah Gülen yaptırdıysa, 14 Aralık Operasyonu’nu yaptıran da Abdurrahman Dilipak’tır!.. Bu operasyon, Dilipak’ın tivitinden sonra yapılmıştır!..”

Yuh artık!..

“Allah, Allah, bizim Abdurrahman’ın, Fuat Avni’liği yoktur ama, acaba nasıl bir tivit attı?” diye düşünüyordum ki; kendileri açıkladı...

Dilipak, tivitinde demiş ki; “Cemaat, Tahşiye hesaplaşmasına hazır mı?”

İşte bu tiviti; “Dilipak’ın çaktığı işaret fişeği” olarak yorumladılar!..

4 AYRI ŞİKÂYET BAŞVURUSU

“Olayın perde arkası”nı araştırmak için sağa-sola telefon açtım...

22 Ocak 2009’da, 122 kişinin gözaltına alındığı “Tahşiye Operasyonu”ndan sonra, “bu dosya ile yakından ilgilenen” Timetürk Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek’le de görüştüm...

 “Tivit” olayını sorunca, “Paralel Medya’nın yalanları”nı sıraladı:

“2010’daki bir olayın şikâyet dilekçelerinin niçin 2014’te verildiğini soruyorlar... Hayır; başvurunun ilki; Tahşiye Yayınevi’nin ortağı Mehmet Nuri Turan tarafından 2011 yılında yapıldı... Mehmet Nuri Turan, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a bir mektup yazıp, kendilerine kurulan kumpası anlattı. Ama, o mektup işleme konulmadı.

Mehmet Nuri Turan, 2014 yılı Mart ayında, bir mail attı Emniyet’e ve mektubunun niye işleme konulmadığını sordu...

Emniyet; ancak o mailden sonradır ki, Mehmet Nuri Turan’ı Emniyet’e çağırıp, 2 defa ifadesini aldı...

Ayrıca, 16 Mayıs 2014, 25 Mayıs 2014 ve 11 Kasım 2014 tarihlerini taşıyan şikâyet dilekçeleri mevcuttur!..”

Demek oluyor ki;

İlk şikâyet 2014’te değil, 2011 yılında yapılmış ama ilgilenilmemiş!..

DİLİPAK’IN MART’TAKİ YAZISI

Nevzat Çiçek’e; “Peki bu tivit olayı nedir?” diye sorunca, başladı anlatmaya...

Nevzat’ın anlattıklarından anladığım o ki; Dilipak, o “tivit”i atmazdan “5 ay önce” yani 20 Mart 2014’te yazdığı yazıda “Tahşiye”den söz etmiş ve demiş ki;

“Samanyolu’nun malum dizisindeki  “Tahşiye örgütü” diye takdim etmeye çalıştığı dini topluluk da esasen Risale-i Nur geleneğini sürdüren, onun yeni bir versiyonu olarak kendini ifade eden bir hareket.. Gülencilerin kendileri gibi düşünmeyen diğer Risale-i Nur mensuplarına karşı öfkesini anlamak için, Mustafa Kaplan’ın başına gelenlere bakmak yeter sanırım.”

Dilipak, 4 Ağustos 2014 tarihli ikinci yazısında da; “Geçenlerde Tahşiye hareketinin önde gelen isimleri ile bir aradaydık” diye başlamış...

Ziyarette, Mustafa Kaplan’ın ve Mehmet Doğan Hoca’nın bulunduğunu açıkça zikretmiş!..

Yani “şeffaf” bir ziyaret.

Gizlisi-saklısı yok!

Sohbet etmişler ve sohbette neler konuşulduğunu da yazısında yazmış!..

30 TEMMUZ’DAKİ TİVİT!

O ziyaretten sonra da, Samanyolu Haber’in bahsettiği o “tivit”i atıp, demiş ki;

“Cemaat, Tahşiye hesaplaşmasına hazır mı... İlmen ve seyfen yeni bir hesaplaşma ilânı 2005’te yazılmış... 2014’e işaret ediyor...

İşaretül ikaz!”

Ne var bu tivitte?..

Mehmet Doğan Hoca bunu 2005’te kitabında yazmış, “300 kişilik gizli Zındıka Komitesi”nden bahsedip; “Sönmeye başlayan Yahudi fitnesinin 2014 yılında biteceğini, Gülen Hareketi’nin de sönmeye başlayacağını”ifade etmiş!..

Evet, taa 2005 yılında!..

Mehmet Hoca’nın, o sohbette “haksızlığa uğradıklarını” söylemesi üzerine de; Dilipak, oturmuş; 4 Ağustos 2014’te o yazıyı yazmış!..

Anladığım kadarıyla, o sohbet 30 Temmuz 2014’te yapılmış...Tahşiye’cilerin maruz kaldığı zulüm üzerine de saat 16.32’de o tiviti atmış!..

Ne var bunda?..

O tivitin, bir “işaret fişeği” olabileceğini iddia edebilmek için, herhalde“Gülensever” olmak lâzım!..

“Beyinleri ipotekli Gülensever’ler!”

Allah’tan korkun ve de olayı çarpıtmaya kalkmayın!..

O ZİYARETİN FOTOĞRAFI

Nevzat, görüşmeyi şu sözlerle noktaladı:

“Tahşiye olayının bilinmeyenlerini anlattığım için, bana da saldırıyorlar, adamlığımı ve gazeteciliğimi sorguluyorlar... Gerçekler ortadayken; hâlâ yalan yazıp, konuşanlara derim ki; ben adamlığımın zekâtını versem, siz adam olursunuz!.. Gazeteciliğimin zekâtını versem, gazeteci olursunuz!”

Nevzat Çiçek, daha sonra da; Dilipak’ın yanısıra, “kendisi”nin de bulunduğu o ziyaretin fotoğrafını gönderdi bana...

İşte bu “gerçek”lere rağmen, “Paralel Medya’nın yalanları” hâlâ devam ediyor.

Merak ediyorum; bu “yalan”larla nereye kadar gidecekler?..

Çırpındıkça batıyorlar!..

Mustafa Sarıgül’ün tehditleri... Şişli’de neler oluyor?

“Paralel”le uğraşmaktan, Şişli’de neler olup-bittiğine bakamadık... Daha doğrusu; baktık ve öğrendik ki, yazmaya fırsat bulamadık...

Efendim, 30 Mart’taki yerel seçimlerden bu yana, Şişli’de bir “koltuk kavgası” sürüyor!.. Mustafa Sarıgül, İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olunca; oğlu Emir Sarıgül’ü de, “Şişli Belediye Meclisi’ne aday” yapmıştı...

Seçimlerde Hayri İnönü başkan seçildi, Emir Sarıgül de meclis üyesi!..

Ne var ki; “Şişli Belediyesi’ni perde gerisinden yönetmek” isteyen Mustafa Sarıgül; Başkan Hayri İnönü’nün altını oymaya, etrafını boşaltmaya, meclis üyelerini kendi yanına çekmeye başladı!..

O kadar ki; Hayri İnönü’nün etrafında adam kalmadı!.. Hatta ve hatta,“belediye binasına girip de, makam koltuğuna bile oturamaz” hale geldi!.. Açık ve net; Şişli Belediyesi’ni Emir Sarıgül, daha doğrusu Mustafa Sarıgülyönetmeye başlamıştı!..

Şimdi öğreniyoruz ki, bu koltuk kavgası; “tehdit”lere, “şantaj”lara ve“mafya tutma”lara kadar varmış!.. Başkan  Hayri İnönü’nün öğretim üyesi eşi Doç. Dr. Nazlı İnönü demiş ki; “Mustafa Sarıgül bizi ölümle tehdit etti... Eşime küfretmiş ve istifa etmesi için baskı yapmış!.. Bizden çok, çocuklarım için korkuyorum!”

Bu “kavga”ya Kemal Kılıçdaroğlu da son veremediğine göre; işin ucu nerelere uzanır acaba?..

Mustafa Sarıgül, “İddialar yalan” demiş ama, ateş olmayan yerden de bu kadar duman çıkmaz!..

“Koltuk kavgası”nı merakla izliyoruz...

yeniakit

Bu yazı toplam 650 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar