Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Pişkinliğin bu kadarına da, ’pess’ artık..

Irak Başbakanı Haydar İbadî, (İran’ın etkili stratejik haber-yorum sitelerinden, tabnak.ir’de, 2 Ağustos günü yayımlanan 521409 kod numaralı habere göre), ’Türkiye, PKK’yla mücadele adına neden bizim şehirlerimizi niye bombardıman ediyor, bu örgütün güçleri kendi ülkesinde.. Kendi şehirlerini bombardıman etse ya..’ demiş, Kuzey Irak’daki Kandil Dağı’na Türkiye tarafından yapılan bombardımanlarla ilgili olarak.. 
Ne kadar dürüst ve müslümanca bir öneri, değil mi?!!!
Müslüman cografyalarında Saddam, (Baba-Oğul) Esed’ler, Şah, ya da Qaddafî veya daha öncelerde de M.K. ve daha nicelerinin zulüm düzenlerinden geçmiş ülkelerin insanlarının aklına hemen bu gibi çözüm yollarının gelmiş olması bile bir ayrı felaketimiz.. 
Bu sözlerde sadece bir musibeti kendi ülkesinden uzaklaştırmak hedefi yok, kendi silahsız, sivil kitlelerinin üzerine bombardıman yapmanın normal olduğu gibi bir zâlim anlayış da var. İbadî, Türkiye’nin Suriye ve Irak’daki askerî faaliyetlerini eleştirmiş, ama, ’Türkiye DAİŞ aleyhine mücadeleye devam ederse, bunu memnuniyetle karşılayacakları’nı da lûtfetmiş..

Bu vesileyle belirtilmeli ki, bu satırların sahibi, 2,5 sene öncelerde bir gün, ’Suriye’deki diktatörlüğıün başdestekçisi olan bir ülkenin bir büyükelçi’siyle, Suriye konusunu görüşürken, o elçiye, onun ülkesinin siyasetinin yanlışlığını ve Suriye’de Baas rejiminin sivil halk kitlelerini ve şehirleri bombardıman etmesine destek verilmesinin kabul edilemezliğini net olarak belirtmişti de, muhatab kişi, ’Yarınlarda T. E. da sivil yerleşim bölgelerini bombardıman etmek durumunda kalsa, ona da karşı çıkar mısın?’ demiş ve hemen, ’Evet, sivil yerleşim birimlerinin ve silahsız ve sivil halk kitlelerinin bombardıman edilmesini, silahlı her kim yaparsa yapsın, asla kabul edilemez olduğu’ cevabı verilmiş ve şu karşı sual sorulmuştu: ’Yoksa, zorda kalırsanız, siz de, tıpkı Beşşar Esed ve Saddam gibi, kendi ülkenizin sivil, silahsız halk kitlerini ve yerleşim birimlerini de bombardıman eder misiniz; ki, böyle bir faraziyeden sözedebiliyorsunuz?..’ Tabiî ki, açık bir cevabı yoktu bu sualin.. 
*
Ama ilginç olan şu ki, İbadî, kendi ülkesindeki durumdan da habersiz galiba.. En azından, başbakanlık makamındaki selefi Mâlikî’ye sorsaydı, Kandil Dağı’nın Irak coğrafyasında olduğu halde, kendilerinin kontrolünde olmadığını Türkiye’li yetkililere defalarca itiraf etmek zorunda kaldığını öğrenebilirdi. Sadece o değil, Mesud Barzanî ve Celâl Talebânî de, Türkiye’ye, aynı yönde ve defalarca açıklamalar yapmamış mıydı, ’Kandil, bizim kontrolümüz dışında..’ diye.. 
İbadî, ülkesinde Amerikalıların nasıl cirit attıklarını ve PKK dağ kadrosunun, Kandil Dağı’na planlı şekilde yerleştirildiğini de bilmezlikten geliyor. İbadî’ye belirtelim ki, eğer bunları bilmiyorsa, Barack H. Obama’nın Amerikan Başkanlığı’ndaki ilk 4 yılında USA Sav. Bakanlığı yapan Robert Gates’in hâtırâtını okusun, Kandil’in ne olduğu ve olmadığını, orayı Amerika’lıların niçin ve nasıl ve de kime karşı bir baskı odağı olarak tuttuklarını öğrensin..
Barzanî de Demirtaş gibi, hem PKK’ya ’çık’ diyor, hem T.C.’ye.. 
Irak-Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzanî adına 1 Ağustos günü yapılan açıklamada, ’PKK, Türkiye savaş uçaklarının operasyonlarından sivillerin zarar görmemesi için Irak Kürdistanı’ndan çekilmelidir. PKK, sivillerin kurban haline gelmemesi için savaşı kürd bölgesinden uzak tutmalıdır. PKK’nın bölgesel askerî unsurları olmasaydı, Türkiye sivil bölgeleri bombalamazdı.’ deniliyor.. Barzanî’nin bu sözlerinden, Türkiye’nin bombardımanlarından bazı sivillerin de zarar görmüş olabileceği ihtimali de gündeme geliyor. Bu hususta ortaya net bir görüntü konulmuş değil, henüz.. Ancak, Türkiye Gen. Kur. Başkanlığı yaptığı açıklamada, bu iddiaların dikkatle izleneceğini belirtiyor. Ama, bu iddianın ve araştırmanın sonucu ne olursa olsun, ama, o gibi harekât bölgelerinde sivillerin bulunmaması gerektiği gibi, hemen bütün PKK unsurlarının da sivil görünümlü olduğu da gözardı edilemez. Barzanî adına yapılan açıklamada, ayrıca, ’Irak ve Türkiye hükümetleri arasında yapılmış, bir saldırı durumunda Türk güçlerinin Irak‘a girmesine izin veren bir anlaşma var. Bu yüzden PKK buradan çıkmalı..’ ibaresi de yer alıyor. 
Sözü edilen anlaşma, 30 yıl önce, Saddam Irakı ile Türkiye arasında imzalanan ve bir takım silahlı unsurların karışıklık çıkarmaları veya terör eylemleri yapmaları halinde, gerektiğinde, her iki tarafa da diğer tarafın 15 km. kadar içinde, ânında, ’sıcak takib’te bulunmak ve karşı saldırı yapmak hakkını veren ve hâlen de yürürlükte olan bir anlaşmadır.. 
*
Bu arada, buhran derinleşirken.. İçerde, hâlâ bazıları, pamuk ellerini taşın altına koymaksızın, akıldânelik edip, ’Bütün silahlar susmalı..’ gibi çağrılar yapıyorlar. Bu çağrı akıl alacak gibi değil.. Eğer, iki taraf da devlet kabul ediliyorsa, bunun mantığı vardır. Ama, bir taraf silahlı bir örgüt, karşı taraf da devlet ise, o zaman, devlet’in silah bırakması, fiilen kendisini o örgütle aynı seviyede görmesi demektir. 
Bu doğru mantığın gereğini, sonunda Türkiye Barolar Birliği Başk. Metin Feyzioğlu’nun bile kabul etmiş olması ilginçtir. Nitekim, o, 1 Ağustos günü medyaya yansıyan sözlerine göre, ”Bizler ’Herkes silah bıraksın’ gibi bir cümleyi asla kabul etmiyoruz. Bir savaş mı var ki taraflar silah bırakacak. Türk Silahlı Kuvvetleri veya emniyet niye silah bırakacak. Silah bırakmak zorunda olan taraf PKK‘dır.’ demiş.. 
*
İlginçtir ki, 2 Ağustos günü, ajanslara düşen bir haber, Selahattin Demirtaş’ın da, ’Devlet silah bırakır mı?’ noktasına geldiğini gösteriyor. ’… Ben devlet silah bıraksın demiyorum, devlet silah bırakır mı? Devlet kendini koruyacak. Elini tetikten çekmek başka bir şeydir. Bu çağrı zamanda, aynı zamanda ve âcil olarak PKK‘yadır.’ demiş, videosunu izledim.. 
Eğer, sözün doğruluğuna ve Demirtaş’ın da dürüstlüğüne inanmak gerekirse, Demirtaş’ı bu mâkul çizgiye geldiği için kutlamak gerek.. Ama, bu itimadı, en çok sarsan, Demirtaş’ın bugüne kadar, iltibasa, ikircikli anlaşılmaya müsaid ve farklı mekanlarda farklı konuşmalar yapması ve âdetâ birilerine, ’Ben böyle söylüyorum, ama, siz benim asıl muradımı anlayınız..’ der gibi bir tutum izlemesidir.

Demirtaş’ın gönül alıcı gibi gözüken sözlerinin, 2 Ağustos sabahı, Doğu Bayezid’de, 2 ton kadar patlayıcı taşıyan bir traktörle, bir askerî karakola intihar saldırısı yapılması ve iki askerin hayatını kaybettiği, 32’sinin yaralandığı haberinden sonra gelmesi de ayrı bir konu..
Hatırlayalım ki, daha iki hafta önce, PKK’nin dağ kadrosu liderlerinin, ’Kürd halkı da silahlanmalı, evlerinin altına tüneller kazmalıdır..’ gibi sözlerine paralel olarak, ’Halkımız kendisini savunacaktır..’ diyen bir insandan sâdır olan bu sözler beni nasıl inandırsın?’ diye, Demirtaş’ı eleştiren Diyarbekir’li bir arkadaşıma söyleyecek söz bulamadım.. Halbuki, Selahattin Bey’in bazı sözleri var ki, onların samimîyetine ne kadar inanmak isterim. Ama o, kendi sözlerini kendisi etkisiz hale getiriyor.. Güzel konuşuyor, ama, inandırıcılık, güzel konuşmaktan çok farklı bir şeydir. Hele, nabza göre şerbet vermeyi güzel konuşmak sanıyorsa, esaslı yanılıyordur.. Demirtaş son konuşmasında, meselâ, ’Kandil ile görüşemedik, Kandil’de sivil insanların bombalandığı yere biz heyetimizi nasıl gönderelim? Ben çağrıyı tek taraflı falan yapmıyorum. Ânında PKK silahları susturmalı, ellerini tetikten çekmeli, Hükümet de operasyonları durdurduğunu ifade etmelidir.’ derken bile, aynı konuşma içindeki önceki sözleriyle çelişkiye düştüğünün farkedilemiyeceğini mi sanıyor?
Çünkü bombalanan yerler Kandil Dağı.. Bombardımanda diyelim ki, siviller de ölüyorsa, orada sivillerin ne işi var? Oradakilerin tamamı, PKK’nın güvenilir elemanları değil mi?

Keza, HDP’nin 2 Ağustos günü yayınlanan Parti Meclisi (PM) bildirgesinde yer alan, ’Havalanan her savaş uçağı sadece Irak Kürdistanı‘na ve oradaki insanlara zarar vermiyor, aynı zamanda Türkiye ekonomisine ve yoksul emekçi halka da ağır yükler bindiriyor’ gibi kurnaz ifadeler, Demirtaş’ın ’Devlet silah bırakır mı?’ sözüyle uyumlu mu? Yoksa, savaş uçakları silah sayılmıyor mu? 
Yani, Demirtaş, bu ikircikli sözlerden kurtarmalıdır, kendisini? Nitekim, Ahmed Davudoğlu da, 2 Ağustos günü yaptığı açıklamada, aynı ikircikli tutumdan rahatsızlığını dile getirip,’15 Temmuz‘da ben Demirtaş ile görüşürken aynı saatlerde, KCK sözde halk savaşını başlatma talimatını verdi. 19 Temmuz, Suruç‘tan bir gün önce Cemil Bayık açıklama yaptı, ‚Silahlanın ve halk savaşına hazır olun‘ diye. Kim adına, hangi savaşı başlatıyorsunuz? Size kim talimat verdi? Nereden talimat aldınız?’ derken, haksız mıydı? Davudoğlu, ’Barıştan bahsedenler Ceylanpınar‘da iki polisimiz şehid edilmişken herhangi bir kınamada bulunmadılar. Bazı çevreler, iki polis için böyle bir operasyon, değer miydi dediler.. Terörün arkasında ortak aklı yok sayan bir zihniyet var.’ derken de haksız mıydı? 
*
Düşündürücü bir açıklama ve bir ’aferin!.’

Geçen gün, Meclis görüşmeleri sırasında başı önüne düşmüş vaziyette, uyurken fotoğrafı medyaya yansıyan AK Parti m.vekili Uğur Işılak’tan ilginç bir açıklama geldi. 
Işılak’ı ’türkücü’ diye hafife almaya çalışanlar olmadı değil, adaylık listesinde ismi açıklandığında.. Ama, Işılak’ın hem müziğinde verdiği mesajlar açısından, hem de müzik dışı, çok derinlikli-hikmetli konuşmalarıyla yıllardır öne çıkan bir tarafının olduğu da unutulmamalı.. Açıklamasında o özelliğini yine sergileyen Işılak, 
’Evet uyuyakalmışım. 
Toplam 10 veya 15 saniye… 
Bazen yolculuklarda, bazen misafirlikte, bazen hastanede beklerken böyle uyuklamalar olur. 
Bu da insanın en doğal ve aynı zamanda en masum hallerinden biridir. 
Masum hallerinden diyorum, çünkü insan uyuduğunda “dedikodu” yapamaz, “gıybet” edemez, “iftira” atamaz. (…) dedikten sonra, son günlerde Bülend Arınç’ın Meclis’de DHP’li bir hanım m.vekiline, ’Sus be kadın!.’ diye hitab etmesi etrafında yapılan, (aynı sözün daha da ağırının aynı gün, HDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan’ın, AK Partili bir hanım m.vekiline söylendiği, Meclis zabıtlarından anlaşıldığı için) samimiyetten uzak tartışmalara da değinmiş.. Işılak’ın bu konudaki sözleri de okkalı cümleler.. Şöyle diyor: ’… Bülent Arınç’ın Meclis‘teki konuşmasından hareketle ’Bir kadın olarak susmayacağım’ meselesine gelince…
Susmasınlar tabiî ki… 
Her türlü kadına dair haklar ihlal edildiğinde, mutlaka konuşsunlar.
Keşke, yıllarca devam eden başörtüsü yasağında da aynı kadınlar çıksaydı da ve kadın olarak susmasaydı…
Keşke “Gezi” olaylarında başbakanımızın rahmetli annesine, eşine ve çocuklarına küfredildiğinde aynı kadınlar yine bu şekilde haykırsaydı…
Bir kadın milletvekilinin, ’Biz sırtımızı YPG, YPJ gibi terör örgütlerine yasladık’ dediğinde, keşke aynı kadınlar, aynı tonla, “bir kadın olarak seni lanetliyoruz” diyebilseydi…(…)’ 
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 984 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar