Atasoy Müftüoğlu : Popülist Aklın Ahlaksızlığı
İslami Analiz .com Yazarı Atasoy Müftüoğlu 'Popülist Aklın Ahlaksızlığı' adlı bir yazı kaleme aldı.
İslam dünyası toplumları ve kültürleri, İslami dünya görüşü ve hayat tarzı, hiçbir ahlaki temeli ve kaygısı bulunmayan Avrupa merkezci dünya görüşü, hayat ve uygarlık tarzının, ideolojik propaganda söylemi aracılığıyla, kültürel sömürgecilik aracılığıyla evrenselleştirildiği, evrenselleştirilebildiği dönemle birlikte, her alanda, maalesef, marjinalleştirildi, ötekileştirildi, etkisizleştirildi ve madunlaştırıldı. İslam toplumları, sömürgeci dünya sisteminin ve kültürünün bir parçası haline getirildiği günden bu yana, bağımsız düşünme, algılama, tanımlama, çözümleme, içerik üretme özgürlüğüne/iradesine/bilincine sahip değildir.
İslam toplumları ve kültürleri, Avrupamerkezci evrensellik dayatmasına maruz kaldığı tarihten bu yana, İslamın zihinsel ve ahlaki imkanlarını kullanmıyor, bu dayatmayla ilgili yüzleşmeler/hesaplaşmalar ve özeleştiri yapmıyor. Bu durum, normal olmayan bir teslimiyetçiliğin yansımasıdır. Halen, sözünü ettiğimiz teslimiyetçiliği aşarak nihai anlamda zihinsel bir özgürleşme mücadelesi için hiçbir strateji üzerinde çalışılmıyor, böyle bir strateji ye ihtiyaç duyulmuyor. Bugün de, içerisinde yaşadığımız toplumlarda, düşünce-kültür-edebiyat ve ilahiyat hayatının hiçbir söylemsel stratejiye sahip olmadığını görebiliyoruz.
Günümüzde, küresel söylemin çerçevesini/içeriğini/sınırlarını büyük teknoloji şirketleri belirliyor. Bu nedenle, özgürleşme ve ifade özgürlüğü gibi kavramların içeriğinin/mahiyetinin/sınırlarının bu şirketler tarafından dayatıldığını görmek gerekiyor. Sosyal ağlar, günümüz toplumlarında sosyal doku üzerinde, her alanda çok derin bir tahribat oluşturuyor. İslam toplumları da her şeyin satılabilir hale getirildiği piyasa toplumlarına dönüşüyor. Piyasa toplumlarında ahlaki sorunlar sorun olarak görülmüyor. Bu toplumlarda maddi refah arayışı temel sorun haline geliyor. Bu nedenle de, hayatın her alanında kötülük kol gezerken, bu gerçeği hiç kimse umursamıyor.
İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, iktidar çıkar ve ihtirasları adına, bütün anlamları, ahlaki değerleri, temel İslami ilkeleri araçsallaştıran, istismar nesnesi haline getiren popülist ve pragmatist zihniyet, Müslümanlara umutlanmaları için hiçbir şey bırakmıyor. Değersiz ve niteliksiz popülizmler/pragmatizmler, değersiz ve niteliksiz umutlar doğuruyor. Popülist-pragmatist propaganda dili-söylemi, çok aziz ve çok mükerrem İslam’ı çok ucuz, çok bayağı, çok kaba, çok saldırgan/dışlayıcı ve katı bir dil ve yöntemle temsil etmeye çalışıyor. Aziz ve mükerrem İslam; bilgi’den, bilinç’ten, akıl ve tefekkürden, düşünce ve bilgelik’ten arındırılarak, politik-popülist bir propaganda aracına dönüştürülen gelenek ve muhafazakarlık olarak yaşatılıyor. Gelenek ve muhafazakarlığın sınırlarını ve çerçevesini İslam/Kur’an tanımlamıyor, İslam’a ve Kur’an’a rağmen, gelenek ve muhafazakarlık, kendi beklentileri/çıkarları doğrultusunda İslam tanımları yapıyor.
Günümüz dünyasında hızlı iletişim tefekküre geçit vermiyor, alan bırakmıyor. Dijital teknolojinin çocuklar/gençler üzerindeki otoritesi, ebeveynlerin kendi çocukları üzerindeki otoritesini bütünüyle yok ediyor. Çocuklar/gençler ebeveynlerin değil, dijital teknolojinin çocukları haline geliyor. Sömürgeci “uygarlaştırma misyonu” söylemi son olarak cinsel çeşitlilik dayatmasıyla toplumsal gündemi işgal etmiş bulunuyor. Cinsel çeşitlilik konusu bir insan hakları sorunu haline getiriliyor. Cinsel çeşitliliğe ilişkin Batılı-seküler yorumun evrenselleştirilmesi için çok yoğun çabalar harcanıyor. İnternet pornografiyi sıradanlaştırırken, pornografi de tecavüz ve cinsel istismarları sıradanlaştırıyor. Taşralı muhafazakarlıklar neyi-nasıl muhafaza edeceklerini bilmedikleri için, sadece alışkanlıklarını muhafaza ediyor, küresel saldırılar karşısında duygusal tepkiler veriyor.
“Yerli-milli” retoriğinin, “ezan-bayrak” retoriğinin dokunulmaz kılınmasıyla birlikte, İslam aracılığıyla, milliyetçiliklere din’i gerekçeler hazırlanabiliyor. Popülist aklın ahlaksızlığı sınır tanımıyor. Siyasal oportünizmi bir hayat-memat meselesi haline getiren, kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kesimler, onurlarını yitirmek pahasına, çıkar ve ihtiraslarını yaşatma mücadelesi veriyor. Popülist ve oportünist aklın bilinçsizliğine, ahlaksızlığına maruz kalan toplumlarımızda Müslüman halklar, kendi kendilerini put haline getirerek tapındıkları milliyetçiliklerin mahiyeti üzerinde düşünme ve tefekkür ihtiyacı duymuyor. Popülizmlerin, milliyetçiliklerin, sağcılıkların, muhafazakarlıkların din algısıyla iç içe geçtiği toplumlarımızda, temel-varoluşsal-hayati meseleler hiçbir şekilde konuşulmuyor, gündeme alınmıyor, kamusal kaygı konusu olmuyor. Her alanda toplumsal aymazlık derinleşiyor. Hamaset dili/söylemi/siyaseti ve kültürünün hakim olduğu toplumlarımızda; kültürsüzlük, lumpenlik, görgüsüzlük, gösterişçilik yeni bir hayat tarzı haline geliyor. Halklar, alışageldikleri tarzla bütünleştikleri için kültürsüz yaşayabiliyor, ancak, asla, hamasetsiz yaşayamıyor. Müslüman halklar geçmişle oyalandıkları-büyülendikleri için, bugün, yirmibirinci yüzyılda ne yapacaklarını, neler yapabileceklerini, ne konuşacaklarını bilmiyor. Kitleler, düşünmedikleri için doğruları yanlış, yanlışları da doğru olarak savunan propaganda/manipülasyon dilini eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutmaksızın kabul edebiliyor. Hayatlarımızdan nostalji çıkardığımızda geriye sadece büyük bir hiçlik kalacak.
Günümüzde, İslam-siyaset ilişkisini yorumlamakta/tanımlamakta özgür olmayan Müslüman aydınlar, kültür adamları, ilahiyatçılar/profesyoneller, politik iktidarlar/politik kadrolar; Yahudilik ve siyaset konusunda bağımsız ve etkili yorumları temsil eden/somutlaştıran Siyonist İsrail’in, ekonomik ve politik vesayetine bağımlı hale gelmişlerdir. Bu durum utanç verici, yüz kızartıcı bir teslimiyetçiliğin adıdır. Hamaset gündemi söz konusu olduğunda “yedi düvelle savaşıyoruz” diyenlerin, Filistin-Gazze-Kudüs’ün maruz kaldığı ırkçı Siyonist barbarlık-vahşet karşısında, kınama açıklamaları dışında etkili hiçbir şey yapamıyor olmaları, günümüzde, hiçbir İslami unsur’un tarihin öznesi olma iradesine-ahlakına-bilincine sahip olmadıklarını gösterir. Toplumlarımızda, Müslüman aydınlar/profesyoneller, siyasal eleştiri yapma cesaretine-yeteneğine ve ahlakına sahip değiller. Toplumlarımızda, düşünce-sanat-kültür-edebiyat etkinlikleri, din’i etkinlikler iktidarların beklentileri doğrultusunda şekilleniyor. Bugün, dünya Müslümanlığının, ulus-devlet ve mezhep sınırlarını, bencilliklerini, narsisizmlerini, patalojilerini aşan, bağımsız ve ortak bir İslami gündemleri yok. İslami bütün ve bütünlük adına konuşma liyakatine ehliyetine sahip, evrensel filozofları/düşünürleri/bilginleri yok. Bugün, ulus ötesi, mezhep ötesi İslami ufuklardan tahayyül ve tasavvurlardan bilinç ve dayanışmadan hiçbir biçimde söz edilemiyor.
İslam toplumları konformist bir kültür tarafından etkisiz hale getirildikleri için, özellikle, Türkiyede etkisini-baskısını halen ciddi bir biçimde hissettiren Aydınlanma değerleri ve ideolojisiyle, ırksal bir uygarlık fikrinin evrenselleştirilmesi karşısında; yapısal bir ayrımcılığın evrenselleştirilmesi karşısında, eleştirel entelektüel bir mevcudiyet ortaya koyamıyor. Konformist kültür, hamaset kültürü, tarihsel gerçekliğin farkında olmadığı için, her zaman, herkese maalesef, vicdani bir rahatlık sağlayabiliyor. Konformist kültürlerde, güç ve kibir gösterileri, iktidar oyunları/ihtirasları, taşralılık ve lumpenlik gösterileri niteliksiz büyük sayılar iftihar konusu olabiliyor.
Hangi toplumda olursa olsun her tür fanatizm, ideolojik-seküler, ya da muhafazakar-dindar fanatizm, ilgili toplumları taşlaştırır, taşralılaştırır. Her fanatizm karşıtlık ve çatışma üretir. Bilgelikler; yakınlıklar, birliktelikler, diğergamlıklar ve bütünlükler oluşturmaya çalışırken, her fanatizm faşizan bir ortam/iklim oluşturur. Bir topluma bir referans sistemini zorla dayatmaya çalışmak, diğer referans sistemini tanımamak anlamı taşır. Nereden gelirse gelsin her dayatma bir fanatizm biçimidir. Yapılması gereken farklı referans biçimlerinin birbirlerini anlayabilmeleri, birbirleriyle konuşabilmeleri için katı doktriner bağnazlıklarından feragat etmeleridir. Hiçbir fanatizmin müsamahası-esnekliği yoktur. Her fanatizm kavga etmek istediği için, hiçbir çözümleme yapma iradesi ortaya koyamaz. Fanatik sayıları çoğaltmaya çalışmak, hiçbir sorunun çözümüne hiçbir şekilde anlamlı bir katkıda bulunamaz. İnsanların, ya da toplumun yalnızca bir kesimine hitap etmek de, bir fanatizm-bağnazlık biçimidir. Ahlaki ve zihinsel özgürlüklerinden vazgeçerek, bir cemaate-partiye katılmak bağnazlığın içselleştirilmesi/tahkim edilmesi anlamı taşır. Gerçek hayat, bilinçli olarak, düşünerek, sorumluluk alarak, etki üreterek, içerik üreterek, iyilik üreterek, kötülüklerle mücadele ederek, kapsayıcı bir ahlak’a sahip olarak, tanıklıklar ve sorgulamalar yaparak yaşadığımız hayattır. Propaganda ve manipülasyon nesnesi olarak, klişe ve sloganları tekrarlayarak yaşamak, yaşamak değildir. Yüzeysel-ucuz inançlar, ucuz kişilikler kolaylıkla manipülasyon nesnesi haline getirilebilirler. Kibirliler kalplerinde hiçbir zaman, hiç kimseye yer vermezler. Ucuz inançlılar ve ucuz kişilikler, asli ilgilere, asli dikkate ve bilince yabancıdır.
Vakit geçirmeden konuşmak, yazmak, tartışmak zorunda olduğumuz halde, konuşmayı, yazmayı ve tartışmayı hep ısrarla ertelediğimiz, hayati önem arzeden meselelelerimiz var. İslam toplumları, aksaksız beşyüzyıldan beri, düşünsel/kültürel/siyasal/ekonomik ve askeri şiddet’e/teröre, ırkçı ve ideolojik tahakküme maruz kalarak yaşıyor. Bugün de İslam toplumları neoliberal emperyalizmin baskısı altında bulunuyor. Bugünün oryantalizmi, İslam’ı, liberalizm yönünde, liberal-Protestan Hıristiyanlığın normlarına göre şekillendirmeye çalışıyor. Müslümanların, modern kavram-kurum ve değerlere muhalefet etmeleri, direnmeleri, patolojik bir durumun tezahürü olarak değerlendiriliyor. Modern/liberal değerleri askeri güç kullanarak dayatan bir barbarlık ve vahşet karşısında bulunuyoruz. Bu barbarlık, zalimlerin zulmüyle, mazlumların direnişini, Filistin’de gördüğümüz üzere hep aynı kefeye koyabiliyor. Bugünün dünyasını emperyalist bencillikler, çıkar rekabetleri-karşıtlıkları belirliyor. Bütün dünyada teknolojik dönüşüm, dijitalleşme, yapay zeka vb. gibi süreçler yoluyla yeni bir yapılanma gerçekleştiriliyor. Emperyalist bencillikler ve ihtiraslar sebebiyle büyük insanlık sorunları, iklim, gıda, enerji krizleri, askeri gerilimler vb. gibi sorunlar çözümlenemiyor. Modern dünya görüşünün sınırsız kibir ve küstahlığı ile, endüstriyel uygarlığın sınırsız ahlaksızlığı, bugün küresel felaketlere dönüşen küresel bir aptallık olarak somutlaşıyor. Batı’lı emperyalizmler kendi değer sistemleri, dünya ve uygarlık görüşlerinin rakipsiz ve üstünlükçü evrenselliğinden emin oldukları için, bugün, Rusya ve Çin’in stratejik vizyonlarına nüfuz edemiyor. Yeni bir dünya sistemi etrafında küresel bir rekabet yaşanıyor. Küresel kamplaşma, küresel bir kaos’a dönüşüyor. Yeni dünya sistemi ile ilgili olarak sürdürülen tartışmalara, İslami bünye paramparça olduğu için, üzerinde durulmaya değer hiçbir küresel-entelektüel katkıda bulunulamıyor. Yerli-milli yaklaşımlar temelinde, dar görüşlü pragmatizmlere mahkum olan ulus-devletler, varoluşsal meselelerle değil, sıradan, politik-popülist sorunlar üzerinde yoğunlaşıyor. Küresel bir siyasal bilince, ufka, yoğunluğa, derinliğe, siyaset ve tarih felsefesi perspektifine, stratejik bir gelecek tasavvuruna sahip olmayan bireyler ve toplumlar, edilgenlik ve hiçlik uçurumuna yuvarlanmaktan kurtulamıyor.
İslam toplumları, bu toplumlarda düşünsel-kültürel hayat, edebiyat ve ilahiyat hayatı, çoğu zaman modern-liberal emperyalizmin, kimi zaman konformist geleneğin ve her zaman ulus-devlet ve mezhep bencilliklerinin ağır baskıları sebebiyle, İslami kavram ve kurumların gerçek anlamlarına, gerçek yorumlarına bütünüyle yabancılaştılar. Modernliğin dayattığı katı çerçevelerle, geleneğin dayattığı katı çerçeveler İslam’a bağımsız bir evrensel alan bırakmıyor. Toplumlarımızda politik ihtiraslar, popülizmler ve hamaset kültürünün tayin edici etkisi, bu toplumların entelektüel toplumlar haline gelmesini imkansız hale getiriyor. Toplumlarımız, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, yerli-milli çerçeveleri, mezhepçi çerçeveleri aşamadıkları için, evrensel zihinler yetiştiremiyor. Türkiyede konformizm virüsünün bulaşmadığı aydınlar olmadığı için, evrensel zihinler yetiştirebilecek kapsamlı projeler üzerinde çalışılmıyor. Konformist aydınlar, konformist bir düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, hiçbir zaman riskli sayılabilecek alanlara girmiyor. Geçmişin ve geleneğin ve geleneksel otoritelerin baskısı altında bulunan toplumlar, eleştirel düşünme yeteneği kazanamıyor. Yalnızca yerli-milli alana, yalnızca yerli-milli bir mezhebe hitap eden bir dil düşünce ve kültür’le, kıyamete kadar bir medeniyet kurulamaz, bir gelecek inşa edilemez. Gelenekten eleştirel-seçici bir dikkat ve bilinçle ve vukufla yararlanmadığımız taktirde, günümüze hitap edebilecek etkili bir düşünce hareketi oluşturamayız. Günümüzde, İslami kavram ve kurumlar politik sloganlara dönüşüyor, İslami yorumlar, koşullar ve çıkarlar doğrultusunda istismar ediliyor, bu nedenle de özgün anlamlar aşınıyor. Politik iktidarların da anlam ve yorumları iktidar ihtirasları doğrultusunda belirlemeye çalıştıklarını kaydetmek gerekiyor. Ahlaki bütünlük, düşünsel yoğunluk bilgi ve bilgelik zenginliği, derin sorumluluk ve adalet duygusu temelinde bir anlam ve yorum bağımsızlığına sahip olmamız gerekir. Bu bağımsızlığa sahip olmadığımız taktirde, bağımsız/özgün tanımlamalar yapamayız. Günümüz dünyasının derinleşen sorunlarına çözüm sunamayan bir din’i zihniyet-yaklaşım, yirmibirinci yüzyıl için anlamlı hiçbir şey üretemez.
Ekonomik ve teknolojik sömürgeciliğin hakim olduğu bir dünya bütün anlamları ve anlam kaynaklarını yok ediyor. Kendi kendini yıkıma uğratan modern uygarlık ve modern aşırılıklar yeryüzünü çölleştiriyor. Her toplumda dijital kirlilik yozlaşma/bayağılaşma her geçen gün daha çok derinleşiyor. Aziz İslam, günümüz dünyasında, varoluşsal bütünlükten yoksun olduğu için, kültürel/folklorik/sembolik parçalar/kırıntılar da yaşıyor, yaşatılıyor. Müslüman kitleler parçalarla, kırıtılarla, yüzeylerle, niceliklerle, parçaların ve kırıntıların özgürlükleriyle iftihar ediyor. Modern-seküler dünya görüşünün evrenselleştirilebilen otoritesinin/tahakkümünün nasıl aşılabileceğini düşünme ihtiyacı duymuyor.
Slogancılığın, propagandanın, duygusal sansasyon ve manipülasyonun sıradanlaştığı, bir geleneğe dönüştüğü toplumlarda hiçbir şekilde yeni anlamlar, yeni içerik, etkinlik ve nitelik üretilemiyor. Bu nedenle de, toplumlarımızın karşı karşıya bulunduğu hayati-acil sorunlarla ilgili, hayati ve acil bir gündem oluşturulamıyor. Müslümanlar olarak zihnin-kalbin-bilincin yeniden inşasına yönelerek, İslam yurdu yeryüzünün her alanda nabzını tutabilecek, kalbini dinleyebilecek yetkinliğe ulaşarak, ümmet’e giden yolları açabiliriz. Hangi toplumda olursa olsun, yerli-milli asabiyet biçimleri sonunda faşizmle bütünleşiyor, bütünleşebiliyor.
Umut; tekdüzelikleri, aynılıkları aştığımızda, statükoları ve konformizmleri eleştirel sorgulamalara tabi tuttuğumuzda başlayabilir. Varoluşsal meselelerle ilgili olarak bütün içtenliğimizle sorumluluk aldığımızda, yirmibirinci yüzyıla hitap edebilecek anlam-içerik-etki ürettiğimizde, pasif iyimserliklerle yüzleşme ihtiyacı duyduğumuzda İslami umutlardan söz etmeye başlayabiliriz. Her biri politik tüketim nesnelerine dönüştürülen ilkeler/anlamlar ve değerlerle hiçbir mücadele verilemez, gerçek umutlara yol bulunamaz.