Hakan Albayrak
Reytingi düşük bir yazı daha
Uzun zamandır Güney Afrika’da yaşayan Mehmet Vefa Dağ isimli vatandaşımız orada Al Shura (Şura) isminde bir parti kurmuş ve Cape Town Belediye Başkanlığına adaylığını koymuş. Mahalli seçimler nasipse gelecek ağustos ayında. Allah muvaffak eylesin. Müslüman belediye başkanı yakışır Ümit Burnu’na.
Ümit Burnu/Cape Town Müslümanlarını hatırlamak ve anmak için güzel bir vesile.
Türkiye’nin siyasi gündemiyle alakası olmayan mevzulardaki yazılarım, hele başka memleketlerle alakalı yazılarım çok az okunuyor, daha ziyade iç siyasete dair polemik istiyor okurlar, “Bana ne Porto Riko’dan, Malvinas’tan? Gambiya da nereden çıktı şimdi?” filan diyor, ama elimde değil, uzak ufuklara açılmadan edemiyorum.
Hadi Bismillah...
***
17’nci yüzyıl ortalarında Ümit Burnu sahiline çıkarak Güney Afrika topraklarını sömürgeleştirmeye başlayan Hollandalılar, buraya Malay Takımadaları’ndan Müslüman köleler ve siyasi mahkûmlar (esir düşen direnişçiler) getirdiler.
İngiliz idaresi döneminde Hindistan’dan da Müslümanlar geldi.
Zamanla onlara Afrikalı mühtediler de katıldı.
Bugün, toplam nüfusu 3 milyon 700 bin civarında olan Cape Town nüfusunun yüzde 20’sini Müslümanların teşkil ettiği söyleniyor.
En kötümser tahmin: 500 bin Müslüman.
Bundan tam 7 sene evvel (2009 Haziran’ında) Cape Town’lı Müslümanları yerlerinde görme bahtiyarlığına erişmiştim.
Gördüğüm Müslüman manzarası, İslam dünyasının pek çok yerine (hatta çoğu yerine) nazaran fevkalade güzide bir manzaraydı.
İrili-ufaklı 250 civarında camiyi dolduran, çocuklarına ‘kitabi’ bir din eğitimi vermeyi önemseyen, İslam dünyasındaki fikri cereyanları ve siyasi gelişmeleri yakından takip eden kaliteli bir cemiyet…
Uzun ve zorlu bir yoldan geçerek geldiler bu noktaya.
Hollandalı sömürgeciler İslam’ın İ’sine tahammül edemediklerinden, yolun başında Müslümanlıklarını gizlemek zorunda kaldılar.
Zamanla, İslam’ı büyük ölçüde unuttular.
İçlerinde Kur’an’ı anlayıp anlatacak kadar Arapça bilen pek kimse olmadığı ve ellerindeki Malayca kitapları da anlamaz hale geldikleri için, ‘kitabi bilgiler’in yerini kulaktan dolma bilgiler aldı.
Şeyh Yusuf, Said Alevi, İmam Abdullah İbn-i Kadı Abdusselam gibi önderler, 1694-1794 yılları arasında estirdikleri ihya rüzgârlarıyla yozlaşmanın önünü büyük ölçüde kesmişlerdi, ama 1810’lu yıllardan itibaren Cape Town Müslümanlığı tuhaf bir ‘imamlar oligarşisi’ tarafından yeniden hurafelere boğuldu.
Mesela şöyle hurafelere:
Zekât ve kurbanlarınızı imamlara vereceksiniz, onlar da bunları istedikleri gibi kullanacaklar…
Bir yakınınız öldüğünde imam ve arkadaşlarına 40 gün yemek vereceksiniz…
İmamları hoşnut ederseniz, ahirette size şefaatçi olurlar…
Cape Town’ı Hollandalılardan alan İngilizlerin verdiği izin sayesinde Hacc’a gidip gelen Müslümanlar, orada gördükleri Müslümanlığı Cape Town’da yaşamaya ve dahî anlatmaya başlayınca, ortalık karıştı.
Büyük bir tartışma başladı.
Tartışma çatışmaya dönecek gibiydi.
Bir grup sağduyulu Müslüman, doğru yolu bulmak için İslam Halifesi’nden yardım isteme fikrini ortaya attı.
Bu fikir genel kabul gördü.
İngiliz sömürge valisi aracılığıyla Kraliçe’ye müracaat edilerek, dinî irşad için Osmanlı Devleti’nden yardım talebinin İstanbul’a iletilmesi istendi.
Kraliçe isteneni yaptı, Sultan Abdülaziz talebi makul karşıladı ve Cape Town’a bir âlim gönderilmesi için Ahmet Cevdet Paşa’ya talimat verdi.
Ahmet Cevdet Paşa, bu görev için Kürdistan ulemasından Ebubekir Efendi’yi uygun gördü.
Ebubekir Efendi, 13 Ocak 1863 günü Cape Town’a geldi.
İlk iş olarak bir medrese açtı, kitabi bilgilerle donanmış yeni bir Müslüman nesil yetiştirmek için çalışmalara başladı.
Müslüman kitleler onun gelişini ve ‘din ilimlerinin ihyası’ için vakit kaybetmeden harekete geçişini büyük sevinçle karşıladılar, ama hurafelere dayanan iktidarlarını korumak isteyen bazı imamlar ona cephe alıp “fasıktır, zındıktır” diye propaganda yapmaya başlayınca işin tadı kaçtı.
Ebubekir Efendi ve talebeleri türlü çeşit sataşmalara, saldırılara maruz kaldı.
Cape Town’un İngiliz kontrolündeki basını da Ebubekir Efendi’yi karalama kampanyasına bittabii iştirak etti.
Ama Ebubekir Efendi yılmadı.
Medreseden başka bir de cami açtı.
Gittiği her yerde, konuştuğu herkese hurafelerden arınmış bir Müslümanlık telkin etti.
Bu arada, Güney Afrika Müslümanları ile Osmanlı Devleti arasında güçlü bir gönül bağı kurdu.
O bağ sayesinde Güney Afrika Müslümanları 20’nci yüzyıl başlarında Hicaz Demiryolu’nun yapımına katkıda bulunacak, 1912’de Trablusgarp’ta savaşan Osmanlı ordusuna yardım gönderecek ve 1920’lerin başında “Milli Mücadele”ye de destek vereceklerdi…
Ebubekir Efendi, 1880 yılında Cape Town’da vefat etti.
Geride büyük bir manevi miras bıraktı.
Her şeyden evvel, Cape Town’da Müslümanlığın ihyası yolunda bir kilometre taşı oldu.
Allah ganî ganî rahmet eylesin.
***
Nasipse yarın da Cape Town’ı yazacağım, iyi mi?
karargazete