RP İktidarından Kimler Rahatsızdı?

RP İktidarından Kimler Rahatsızdı?

28 Şubat postmodern darbenin üzerinden kaç sene geçti. Hâlâ açıklığa kavuşmamış sorular var. Bunlardan biri...

28 Şubat’ın tekrarı

28 Şubat postmodern darbenin üzerinden kaç sene geçti. Hâlâ açıklığa kavuşmamış sorular var. Bunlardan biri şudur: RP iktidarından kimler rahatsızdı?

Görünüşe bakılırsa, “Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri"nin değişmekte olduğunu öne süren bir takım çevreler, aslında “duruma el konulması” gerektiğini amaçlıyorlardı. Bunlar etkili bir biçimde rejimin, özellikle "Cumhuriyet'in temel nitelikleri"nin tehdit altına girdiğini propaganda ediyordu. Peki, “Cumhuriyetin temel nitelikleri” ve gerçekten bu nitelikleri zedeleyen “tehlike” söz konusu muydu, yoksa açıkta gözükmeyen, başka bir ifadeyle kamufle edilen bir istismar mı vardı?

Mustafa Kemal'in nasıl istismar edildiğine bir örnek verelim: Bizzat 28 Şubat sürecinin mağduru Kayseri eski Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'den dinlemiştim: 12 Eylül'e takaddüm eden günlerde Kayseri'de üç benzinliğin yıktırılmasına karar verilmişti; çünkü benzinlikler şehirde yaşayan insanların can ve mal güvenliklerini tehdit ediyordu. Belediye bunları yıktırmaya çalışırken 12 Eylül askeri darbesi oldu. Benzinciler için ilaç gibi bir harekâttı bu. Hemen Kayseri'nin orta yerine - bugün estetiği çeşitli tartışmalara konu olan - büyükçe bir Atatürk heykeli diktiler, böylece üç benzinlikler yerinde kaldı.

Bu, bize dilden düşürülmeyen bazı retorikler için uyarıcıdır. Kim hiç durmadan, gayr-ı tabii ve hiç gerekmediği halde “Allah, peygamber, din” diyorsa, bilin ki o insan bir şeyleri gizliyordur; kim de sık sık Mustafa Kemal'den söz ediyorsa, araştırın o büyük bir istismarcıdır, Mustafa Kemal'in ismini suiistimal etmektedir.

28 Şubat sürecinde darbe söylentilerini en yüksek perdeden dile getiren çevreler, devletin sırtından zengin olmuş kimselerden oluşuyordu. Aynı çevreler daha sonraları sahip oldukları bankaları boşaltacak, ortaya çıkan büyük zararı halka ödeteceklerdi.

Askeri darbelere dolaylı yollardan destek veren dış dünyanın 28 Şubat karşısındaki tutumu ilginç oldu. Bu sefer “dış dünya” o günkü konjonktürde bir askeri müdahaleye açık bir şekilde “yeşil ışık” yakmadı. Özellikle Avrupa devletleri “soğuk” baktıklarını dahi hissettirdiler. 28 Şubat toplantısından hemen bir gün sonra Alman Başbakanı Helmut Kohl'un Erbakan'a “30 Eylül tarihine randevu” vermesi anlamlıydı. Amerika'dan “laikliğin korunması” retoriğiyle gelen destek sinyalleri ise, yönetim göz önüne alındığında “üçüncü sınıf” bir nitelik taşımaktaydı. Süreci planlayanlar bu faktörü yeterince hesaba katmışlardı.

Daha önce 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 müdahalelerinde askerler tam inisiyatif sahibi olarak hareket ettiler. Her defasında - Muhsin Batur ve Kenan Evren'in de sık sık vurguladıkları gibi - onları askeri müdahaleye teşvik eden siviller olmasına rağmen; müdahale öncesinde, müdahale sırasında ve müdahale sonrasında askerler her şeyi kendileri düşünmüşler, tasarlamışlar ve süreci işletmişlerdir. Ancak bu sefer ki müdahalede temel bir stil değişikliği yaşandı. Ortada “kötü kokular” vardı. Her zaman ki gibi siviller teşvik faaliyetlerini yaptılar, özellikle medya elinden geldiği kadar askeri bir müdahaleyi “makul ve gerekli kılmak” üzere büyük çabalar harcadı. Ama yine de, Meclis'te düşürülemeyen bir hükümeti değiştirmek isteyen bir takım çıkar çevrelerinin ve bunlarla eşgüdüm halinde iş gören sivil siyasilerin, “siyasi olmayan yollara ve araçlara başvurmak suretiyle” kendi siyasi amaçlarına ulaşmak istediklerine ve bu yönde “askerleri bir tür doktrine etmeye çalıştıkları”na dair kuvvetli izlenimlerde yok değildi.

28 Şubat toplantısından hayli güç kararlar çıktı ve bir kere daha “asker korkusu” toplumsal hayatı derinden etkiledi; askerler spekülasyona konu oldu; piyasa, ekonomi önemli bir sarsıntı geçirdi. Siyasi performanslarını yitirmiş, toplumsal desteklerinden kuşkuya düşmüş ve buna rağmen kendilerini gözden geçirme cesaretini gösteremeyen siyasiler, fırsatı ganimet bilip postmodern darbeyle gelen iktidara demokrasiyi feda ettiler. Ezici çoğunluğuyla laik aydınlar ve medyatörler sadece bu sürece alkış tuttu. Bugün de aynı taktiği kullanıp iktidara el koymak isteyenler var.

Ali Bulaç / Timeturk