Abdurrahman Dilipak
Sağı da solu da aynı!
Seccadeye ayakkabı ile basmaya karşı gösterilen tepkinin kaçta kaçı dinin aslına yapılan saldırı karşısında gösteriliyor acaba? Namaz kılmamak, seccadeye ayakkabı ile basmaktan daha büyük bir günah değil mi? Seccadenin değeri, namazın değeri ile ilgili nisbi ve çok detayda kalan bir değerdir. Bu ikonografik refleksi daha sonra yazacağım da, dindarlığımızın seviyesi, bu ''cahillik, densizlik'' tartışmasından çok daha vahim seviyede kendini gösteriyor. Bu gün yazacağım mevzu ise bu hadiseden öte bir konu.
Sol’un din düşmanlığı, sağ’ın din tahrifi bizi mahvetti. Sonuçta genel olarak yok birbirlerinden farkları... Bu anlamda; ''CHP bizi yarım asırda laikleştiremedi ama bizimkiler çeyrek asrı doldurmadan toplumu sekülerleştirdi'' eleştirisine de bakmak gerekir! Bir takım İlahiyatçılar, İmam-Hatipler bile Deist, Agnostik, Tarihselci filan oldular... Az zamanda büyük işler başardık anlayacağınız. Onların sopa ile yapamadığını birileri havuçla başardılar mı acaba?
Aslında iki tarafta da, özellikle din konusunda korkunç bir cahillik var. Ve her iki kesimde de aynı şekilde ciddi bir ''ahlaksızlık.'' Her iki tarafta da soğuk savaştan bu güne eğitim, media üzerinden formatlanan bir düşmanlık var. Her iki tarafta da ülkeyi ve toplumu ötekilerin elinden kurtarmak için devleti ele geçirme gayreti var. Her ikisi de devleti ve onun başına geçirmek istediği liderini kutsallaştırır ve rakiplerini lanetler, onu hain ilan eder. Sol Laikliği kutsar, sağ dini önderini. Aslında kimse ne devleti, ne laikliği, Cumhuriyeti ya da Şeriatı, İslam’ı çok da bilmez. Bilmediğini de bilmez. Amentü'yü ezbere okusa da onunla amel etmez. Onu anlamış da değildir, birçok kişi. “Dini nikah” dedikleri “Allah’ın emri, peygamberin gavli” ile başlar da, genellikle, ne nikahı kıyan, ne nikahları kıyılanlar ne de şahidleri, o emir ve sözler konusunda bir bilgi sahibi değillerdir. Şekli bir din vardır. Seremoniler, ritüeller ve ikonografi, şekli işlemler konusundadır bütün dikkatler.
Sağcı, solcunun solculuğunun teminatıdır, Solcu da sağcının sağcılığının teminatı. Çoğu kimse ne olması gerektiğini bilmediği için, ne olmaması gerektiği konusunda da önünde hazır bir misal olduğu için, kendi meşruiyetlerini, ötekisi üzerinden temellendirmekten başka çareleri yoktur. Genellikle politikacıların ya da servet sahiplerinin geldikleri yerle, bulundukları yer farklı oluyor. Servet ve iktidarın dönüştürücü bir gücü var. İşin başında herkes bunu başkalarını dönüştürmek için istiyor ama ona sahip olduklarını zannettiklerinde ise genellikleri kendileri dönüşmüş oluyor. İktidar ve serveti ele geçirip toplumu dönüştürmek Kemalist bir ütopyadır. Bu bir Jakoben yanılsamasıdır. Ve bu akılla hareket edenlerin yolu aynı kapıya çıkıyor. Sloganları, adları farklı olsa da hepsinde sonuçta Metodik anlamda bir şekilde Kemalist oluyorlar. Gayelerine ulaşmak için her yolu meşru saymaya başlıyorlar.
Yani sağcı sağcı değil, solcu da solcu değil aslında. Sağcı solcu olmadığı için sağcıdır, solcu da, sağcı olmadığı için solcudur. CHP’nin geldiği yeri biliyoruz. Açık oy gizli tasnif. “Çok Allah demenin” suç olduğu bir dönem. Siyasi davaların görüldüğü İstiklal mahkemeleri kanuna göre karar vermiyor, kararı kanun sayılıyor. Savcısı, savunması da yok zaman zaman. Temyizi de yok. Monarşiden kurtardık dediler, bir “Tek adam” rejimi kurdular. Cumhuriyet'in 10. Yılı albümü, 20. yıl yayınlarına bakın, nasıl bir rejim olduğunu görürsünüz. O günler geride kaldı derken, 10 yılda bir yapılan darbeler dönemi başladı. Derken bu günlere geldik. 100 yıl geçti aradan, halimiz malum.
Biz soğuk savaş biterken sağ-sol tartışmasının biteceğini zannetmiştik, insanların değerler sistemi üzerinden, mesela emperyalist - antiemperyalist gibi dikey olarak bölüneceğini sanmıştık ama bu olmadı. Bugün öyle çarpık bir yapı ortaya çıktı ki, özellikle İstanbul sözleşmesi, Lanzarotte, iklim anlaşması, CoVID sürecinde yaşananlar açıkça gösterdi ki, uluslararası sistemin dayattığı politikalar konusunda; ''AK Parti, CHP, İYİ Parti, MHP ya da HDP hiç fark etmiyor, hepsi tam bir uyum ve ortak anlayış içinde hareket ediyorlar'' eleştirisi daha da yaygınlaştı! Batılılar da, temel politikalarını sonuçta bu aktörler üzerinden topluma dayatmak istiyor. Devleti yönetenler, dış güçlerin güdüledikleri aktörler haline gelebiliyor. Zaten siyasi partiler ve toplumsal aktörler, Media, Sermaye, STK üzerinden baskı altında tutuluyor. Bürokrasi, Akademi, Yargı, iktidar-muhalefet dengesi, bu derin yapıların toplumu kontrol etmesi için önemli fırsatlar sunuyor kendilerine.
Sahi, Millet İttifakı, HDP ile birlik olabiliyor. İYİ Parti zaten kendi içinde bir koalisyon, CHP, MHP, Milliyetçi, sağcı, muhafazakar birileri bir araya geliyordu, Saadet, Gelecek, Deva niye bir araya gelmiyor, güç birliğine gitmiyorlar, bunun bir açıklaması var mı? Deva ve Gelecek zaten AK Parti'den çıktı. AK Parti Milli Görüşten. HAS Parti AK Partiye katıldı ama SP ile YRP bir araya gelemiyor. Bunlar Türkiye’yi bir araya nasıl getirecek? Parti, İngilizce “Parça” demek. Kendilerini mihvere koydukları için bütünleşmeyi kendi parti ve liderinde, kendi ideolojilerinde olsun istiyorlar. Hâlbuki kendileri himmete muhtaç bir dede, neredeki gayrıya himmet ede!
Bu kadroların dincisi, laikçiliği hepsi, çıkarları söz konusu olduğunda aynı şekilde davranıyorlar. Bu işin sağı-solu yok. İki kesimde de çok ciddi bir ahlak erozyonu var. Her iki kesimde de aile dağılıyor. Çocuklar ailelerden uzaklaşıyor. Yaşlılar evden uzaklaştırılıyor. Her yaşta intihar eğilimi artıyor, ciddi psikolojik sorunlar yaşanıyor. Uyuşturucu ve Fuhuş, yokuş aşağı koşar gibi, at başı gidiyor.
Ortalamada her ay, ülke genelinde en az 20.000 kişi hakkında uyuşturucudan işlem yapılıp kayda alınıyor. Bunların ancak %10’nun tedavisi mümkün oluyor. Özellikle Eroin, kokain ve kimyasal uyuşturucu kullananların geri dönüşü kolay değil. Bu 20.000 kişi devede kulak aslında, gerçek çok çok daha büyük. Hacı efendiler, VIP siyaset bezirganları, saygın iş adamları, gazeteci, sanatçı, kadın-erkek, Türk-Türk, Alevi-Sünni farketmiyor, bu tuzağa düşenler arasında milliyetçisi de var, liberali de! Sırada sanal uyuşturucu var. Hadi koşun, Şeytanın davetine, MetaVerse! Orada helal fuhuş da var, yasal uyuşturucu da. Maksat o keyfi yaşamak değil mi? (Tevbe estağfurullah) Orada helal domuz eti de yiyebilirsiniz, kendi etinizi de.(!?) Siber fetvacılar(!?)a göre, rüya alemindeki işlerden sorumluluk yoktur. MetaVerse’de, rüya gibidir! CoVID fetvacıları, bu sapkınlığa da bir çözüm bulacaklardır. MetaVerse bir Avatarınız de başka bir cinsten olsun, bir diğeri putperest, Satanist, nasıl olsa rüya hükmünde, bir Avatarınız da Fahişe olsun.
Para, makam ve güç uğruna bu kadar alçalmaya değer mi? Bakın Fuhuş, uyuşturucudan da beter. Uyuşturucu kullanan bir yerde belli oluyor. Bu fuhuş patlamış bir baraj gibi aldı başına gidiyor. Media, eğlence sektörü, sanat (!?) dünyası ve Turizm bu işin ana sponsoru sanki. Bunlar da her yerdeler, siyaset, bürokrasi, okul, tarikat, spor dünyası fark etmiyor. Yiyecek-içecek sektörü, sağlık ve tekstil sektörü de bu işi destekliyor. Bu gidiş hayra alamet değil. Nuh kavmine benzemeye başladı toplum. Çocuklarınızı Kur’an kursuna göndermek, İmam-Hatib'e, İlahiyata göndermek, muteber vakıf yurtlarına göndermekle kendinizi garantiye almış olmuyorsunuz. Hepimiz olanlardan sorumluyuz.
Din bu değil. Dindarlık böyle değil. Bu ahlaksızlıkla bir yere gidemeyiz. Rüşvet yemenin abdesti bozduğunu bilmiyor bürokrat, kopya çekmenin, soru çalmanın abdesti bozduğunu bilmiyor öğrenci, yalan söylemenin, abdesti bozduğunu bilmiyor politikacı. Eli kan kokanlar, pire kanının namaza mani olup olmadığını konuşarak cennete gideceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Haram para ile yapılan hac makbul değil. “Kem alat ile kemalat olmaz”. “Haram para, haram makam, haram mal ile saadet olmaz”. “Zulm ile abad olunmaz”. Zulüm adaletin yokluğudur!
Türkiye'nin bir an evvel bu siyasi cinnet ikliminden çıkması gerek. Br kısım siyasiler bindikleri dalı kesiyorlar. Kendilerine de, sonunda bu millete ve bu ülkeye de iyilik etmiyorlar. Yönetmeye talip olanların bu kafada olan bir ülkede, yönetilenlerin başı beladan kurtulmaz. Sonunda toplum yöneticileri seçerken liyakate dikkat etmiyor, yöneticiler de, adil olmadıklarından yeterli bilgi, cesaret, ahlak ve adalet duygusuna sahip olmadıklarında sağlıklı bir toplum düzeni ve bir nesil inşası konusunda dökülüyorlar. Sonuç ortada. Tencere yuvarlanıyor, kapağını buluyor.
Ya birlikte kurtuluruz, ya birlikte batarız. Eğer kurtulmak istiyorsanız, övünmeyi, dövünmeyi bırakın, uçuyoruz, kaçıyoruz, batıyoruz diye konuşmaktan vazgeçelim. Önce tevbe edelim, yanlışlarımızdan. Ciddi bir nefs muhasebesine ihtiyacımız var. Herkesin önce “ben nerede yanlış yaptım” diye sorması gerekir, kendi kendine. Sonra istikametini belirleyip, ona göre bir yol haritası çizmesi gerek. Aklen ve ahlaken gelişmediğimiz takdirde, gelecek günler geçen günleri aratır. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunur ve biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir ve sonrası için de Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek bizi imtihan edecektir. Biz Allah’ın ipini bırakırsak, o da bizim ipimizi bırakır, o zaman da vay başımıza geleceklere. İnşallah, kurtuluşa erenlerden oluruz. Gazaba uğrayanlardan değil. Gidişatın ne yönde olduğunu görmek istiyorsanız, insanlar ve önde gidenlerin nelerle meşgul olduğunu ve onların kim olduklarına bakın.
Biz ilk yola çıktığımızda “ne sağdayız ne solda, Hak yoldayız hak yolda” diyorduk. Aradan yarım asır geçti, şimdi yeni sloganlarımız var, yeni hayaller peşindeyiz. Eski dostlar eskide kaldı, yola çıktıklarımızla değil, yolda bulduklarımızla yola devam ediyoruz.
Sen ne efsunkâr imişsin, ey akıl çelen, nefsin tuzağı, şeytan tüylü servet, makam ve iktidar.
İnşallah Nisa 136’yı okuyup düşünelim.
Yoksa vay halimize!
Selam ve dua ile.