Ahmet Taşgetiren
Sarsıcı sorular
9 şehit verdik, jetlerimiz havalandı, onlardan 74’ünü etkisiz hale getirdik. Acaba geçici üs bölgemizin dibine kadar sokulup dört askerimizi şehit edenleri de öldürmüş olabilir miyiz, yoksa onlar hala oralarda bir yerde dolaşıp, sisli – puslu ortamları kollayıp başka askerlerimizin canına kastetmek için beklemekte midirler?
9 şehidi verdiğimiz tarih 12 Ocak.
22-23 Aralık’ta da 12 şehit vermiş ve ondan sonra havalanan jetlerimiz de şimdikinden az teröristi etkisiz hale getirmemişlerdi. Ama belli ki bir kısım terörist bertaraf edilemedi ve onlar, aradan 20 gün geçtikten sonra 9 evladımızı aramızdan aldılar.
İnsan sormadan edemiyor:
-Şimdiki bombalamalarla bitiremediğimiz teröristlerden bir kısmının da yarın başka askerlerimizi şehit etme ihtimali var mıdır? Yarın kaç şehit verirsek Meclisimiz yeniden toplanır ya da jetlerimiz havalanır acaba?
Şöyle bir soru sizin de aklınıza geliyor mu?
-Acaba havadan bombalamalarla teröristlerin kökü kazınacaksa, neden bunu bir an önce yapıp da işi bitirmiyoruz?
Sahi yukardan bombalamalarla kaç teröristin öldüğü nasıl belirleniyor da böyle rakamlar veriliyor?
1984, PKK’nın Eruh’ta ilk kanlı eylemi. 40 yıl geçmiş demek ki… Kaç bin -belki milyon- sorti yapılmıştır içerde dışarda?
Mutlaka anlamsız değildir bu sortiler, ama belli ki bir şeyler eksik kalıyor terörle mücadelede…
“Terörle mücadele” ile “Teröristle mücadele” arasında fark olduğu tema’sı epey önce Türkiye’nin gündemine gildi. Meselenin “Kürt sorunu” ile ilgili boyutu da epey önce gündeme geldi. “Kürt sorununun varlığını kabul” bile yıllar sürdü. Askerin kabulü ile sivillerin kabulü ayrı meseleydi. “Sorunun varlığının kabulü”nden sonra terörle bunun nasıl ayrıştırılacağı epeyce tartışıldı.
Aslında “Kürt sorunu”nun, PKK’nın Eruh eyleminden önce de var olduğu biliniyor. Acaba sorun terör boyutuna evrilmeden önce çözülemez miydi? Diyarbakır Cezaevi faciasına gelinmesi kaçınılmaz mıydı?
“Çözüm süreci” diye bir süreç yaşandı. Bu sürecin bir evresinde hendek olaylarının meydana gelmesi kaçınılmaz mıydı?
Bütün bu süreçlerde “Devlet aklı” diye bir şey devrede ise, “Devlet aklı” sağlıklı işlemedi mi, ya da “Devlet aklının nasıl işlediği”ne dair bir sorgulama yapıldı mı?
Bugün mesela, “Kürt sorunu”nun hangi noktada bulunduğu, sorunun terörle iltisaklı boyutunun nasıl ayrıştırılacağı, soruna “milli mesele” olarak bakılacaksa, “milli mesele olması noktası”nda doğru tavırların sergilenmesinde “Devlet aklı” sağlıklı işliyor mu?
İşin merkezinde “Kürt sorunu” varsa, “Kürt sorunu”nun çerçevesi ve çözümü konusunda ülke çapında bir uzlaşma sağlandı mı, sağlanması gerekiyor mu, yoksa bir siyasi kampın yaklaşımının devlet politikası haline gelmesi ve herkesin ona göre hizalanması, farklı davrananın dışlanması ve bu noktadaki ayrışmanın nerede ise ülkeyi iki kampa bölmesi mi?
Bir yerel seçim öncesindeyiz. 2019 seçimlerinden sonra 53 belediyeye, kimisi hemen seçim biter bitmez, kayyım atamışız. 31 Mart’ta aynı siyasi çizgi aynı belediyeleri kazandığında başına ne geleceğini bilemiyoruz. Bunun yanında o siyasi çizgi ile temas kuranın elinin yandığı bir siyasi iklim yaşıyoruz. Oysa o siyasi yapı, Meclis’in üçüncü büyük grubu. O gruba ait başkan vekili zaman zaman Meclis’i yönetiyor.
Hazineden para alıyor o parti. Milletvekilleri de maaş alıyor devletten. Neden? Çünkü onları bu ülkenin vatandaşları seçip göndermiş oraya…
Ya demokrasi demokrasi olmayacak ya da öyle bir siyasi kadroyu meşru kabul edeceksiniz.
Ne dersiniz, bu konuyu çözdük mü?
Şu anda ülkeyi yöneten kadro, yerel seçimlerle ilgili ayrışmayı tam da burada yapmaya çalışıyor. Sadece Kürt seçmenden oy alanlar değil, Ana muhalefet bile terörle iltisaklı hale getirilirse, 31 Mart kurtulur!!!
İstanbul kurtulur!!!
Bir yanda “milli mesele” olarak terörle mücadele, diğer yanda 31 Mart nasıl kurtulur hesabı!
Olmuyor… Ülke terör konusunda yüzde 50-50 kamplaşınca ve bu kamplaşmayı, “bu milli mesele”yi yürütme sorumluluğu bulunan iktidar mensupları yapınca olmuyor.
Kafalar netleşmiş değil.
20 günde 21 şehit gelince alarm durumu oluşuyor, sonra hesap aynı hesap. Yeni bir travmaya kadar.
Sorun orada duruyor.
Evet, ateşin düştüğü ana yürekleri var, orada yangınlar var, çocuğu askerde olup da her telefon sesinde yüreği titreyenler var…
Ne dersiniz siyaset dünyası o kadar ürperti içinde mi?