Abdurrahman Dilipak
Seçim tartışmaları
Ülkemizde resmen seçim tartışmaları başlıyor. Bugüne kadar olanlar “peşrev”di. TBMM’nin, Haziran’a kadar; Anayasa, seçim ve siyasi partiler yasasında yapacağı değişiklikler, önümüzdeki seçimlerde uygulanamaz. Seçimden bir yıl önce bu değişikliklerin tamamlanması gerekiyor, o süre de Haziran ayında başlıyor.
Seçimle ilgili en çok baraj konusu tartışılsa da, konuşulan başka konular da var.
Seçim barajı bunların başında geliyor. Seçim ittifakı bir şekilde olacak da, buna yasal bir çerçeve çizilecek mi, dar bölge olacak mı, milli bakiye sistemi olacak mı?
İşi geniş tutarlarsa, yani başkanlık sistemini de tartışmaya açacak olurlarsa, TBMM’nin yapısı da tartışma konusu olabilir.
Hem milletvekili sayısı, hem de bilinen meclisin yanında bir de senato düşünülebilir. Yine aynı şekilde parti listesinden bağımsız adaylık yanında, bağımsız adaylıkla ilgili yeni düzenlemeler de yapılabilir. İş Cumhurbaşkanının yetkileri, denetimine kadar uzar mı bilmiyorum.
Hassas bir zaman, hassas bir konu. Hassas dengeler üzerinde duran TBMM’de dalgalanmalar olabilir mi? Bana göre böyle bir şey sürpriz olmaz. Tekrar aday gösterilmeyeceği ya da seçilemeyeceğinden endişe eden birileri yeni arayışlar içine girebilir. Bu da yeni oluşumlar, yeni ittifaklar demektir.
Eğer birileri bu süreçte “biz nasıl kazanırız” hesabı yaparak ilişkiler geliştireceklerse, söylüyorum, onlar mahrum olacaklar. Ya da yaptıkları iş onlara hayır vermeyecek. Kapalı kapılar arkasındaki pazarlıkları, hesapları fayda sağlamayacak. Genç Parti %7 oy aldı, barajı geçemedi. Evdeki hesapları, AK Parti’nin iktidara gelmesini engellemekti, ama onların bu hamlesi AK Parti’yi daha yolun başında hem de anayasal çoğunlukta iktidara taşıdı.
Bugün baraj %7 düşünülüyormuş. Peki neden baraj var. Ya da neden %3-5 değil de %7! Şablon bir gerekçe var “Seçimde adalet, yönetimde istikrar” dengesi. Bu formülde “Allah’ın rızası” yok. Oysa adalet istikrar için yeterli olurdu.
Eğer birileri bu yasaları yaparken, “Allah’ın rızası için adalet” ilkesini ıskalar da “ben/biz nasıl kazanır” hesabı yaparak ona göre bir düzenleme yapma gayreti içine girerse Allah onlara yardım etmeyecek.
Bugün aile niye perişan, sadece o yasalar yüzünden mi. Onlar vesile. “Allah’ın emri ve peygamberin gavli” üzerine kurulan evlilikler, “ateist dükkanındaki besmele” gibi duruyordu. Çünkü sadece sözde vardı, özde yoktu. Biz Allah’ın ipini bırakınca, Allah da bizim ipimizi bıraktı, aile dağılma noktasına geldi. Bu siyaset işi de böyle.
Ben merkezci bir anlayışla bir şeyler yapmaya kalkarsa, “Taşlanmış Şeytanın şerrinden Allah’a sığınarak O’nun adına bir düzenleme yapmazsak, Allah’ın yardımını unutun. Allah yaptığınız işleri bozar ve evdeki hesabı tersine çevirir. Bu akılla gidenler, bu dünyada, “kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşarken, sadece umduklarından mahrum olmakla kalmazlar, ahiretlerini de kaybederler.
Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, bir hesap günü olduğunu bilirler. Ayrıca Allah görür, duyar ve bilir. Onun melekleri de vardır her zaman ve her yerde. Ve damarlarımızda dolaşan, nefsimize taht kurmuş oturan, şerrinden Allah’a sığındığımız bir Şeytan vardır. İçimize sıkıntı, vesvese veren bir Hannas vardır.
Sahi, düşünsenize, seçim kazanmak mı istiyorsunuz, Cenneti kazanmak mı! Hani “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” mu diyeceksiniz, yoksa bir kovan bal karşılığı cenneti satacak mısınız.
Bu iş öyle Yunus Emre günleri düzenlemekle olmuyor. “Buğdayı vermeden Himmet alınmıyor.”
Seçim zaferini Allah’a kurban edebilir misiniz! Hemen korkmayın ya hu! Eğer bu sınavı da başarırsanız, “Allah sizi yeryüzünün varisi kılmak istiyor”. “Yeryüzünü size mescid kılmak istiyor”. Eğer siz “O’nun rızasının tecellisinin vesilesi” olmayı kabul ederseniz, “O, sizin ellerinizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir”. “Galu bela zamanı”ndaki, “elestü bezmi”nde verdiğiniz sözü hatırlasanıza.
Hani “bir elinize Güneş’i, bir elinize Ay’ı verseler” vermeyecek bir davanız vardı. Ucuz pazarlıklarla tava gelmeyin ne olur. Yüzünüzü Hakk’a dönün. Aklınızı kiraya vermeyin, iradenizi “kurşun askerler” gibi emir komuta zincirine bağlamayın. Yüzümüzü Hakk’a dönelim. Rızgı veren O. Kaderimize hükmeden O. Ecelimiz O’nun elinde. O’nun iradesi herkesi ve her şeyi kaplar. Biz O’nun rızasını gözetelim. Her ne olursa olsun, hayır ya da şer, O’nun iradesinin eseridir.
Eğer O’ndan yüz çevirirsek O da bizden yüz çevirecektir. O zaman bize kimse yardım edemez. Unutmayın “ihtirasla istediğiniz her şey imtihanınız olur”. “Dua ile istenen bela”ya dönüşür. Akletmez misiniz!
Unutmayalım ki, bize hayır gibi gelen şeyde Allah şer, şer gibi gelen şeyde hayır murat etmiş olabilir.
Hani Allah (cc)’ın insan yaratma iradesi karşısında melekler “kan dökecek yeni bir kavim mi yaratacaksın” demişlerdi de, Allah (cc), “ben sizin bilmediklerinizi bilirim” demişti ya! Biz de Allah’ın bildiklerini bilmeyiz. O’nun rızasına yönelelim. Hayrı O’nun rızasında arayalım. Unutmayalım ki, biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz.
Siyaset velayet değil, vekalet müessesesidir. “Sizden olan” politikacı, yetkisini sizden alan, size hesap veren, malınızı, canınızı, namusunuzu, aklınızı, inancınızı ve neslinizi koruma sözü vererek o makama oturur. Bunlara aykırı davranamaz. Yapacağı işlerle, Havas’dan bilen, tecrübe sahibi, ilim ve hikmet sahibi Münevveran ve Arifana danışmak, onlarla İSTİŞARE etmek, vereceği karardan yarar ya da zarar görecek Avamdan kişilerle MÜŞAVERE etmek, onlardan gelecek talep ve endişeleri dikkate alarak, önce “def-i mazarrat celb-i menafiden evladır” kuralı mucibince zarardan emin olunmasını sağladıktan sonra, kökten kopmadan, gelecekteki muhtemel değişiklikleri de dikkate alarak “efradına cami, ağyarına mani” bir düzenleme yapmak sureti ile MASLAHATı gözetmek zorundadır.
Bu işi yaparken de HILFUL FUDUL mantığı ile hareket etmelidir ki, İttihad, İttifak ve İtilat temelli Maslahat zarar görmesin. İnsanın aklı ile vijdanı barışsın ki; insan insanla barışsın. O tarikle insan fıtratla, tabiatla barışsın ki, sonuçta insan Allah’la barışsın. Değilse insan, İlahlık ve Rablik sevdasına dalar Allah’la savaşa tutuşur.. La galibe illallah!
Yasa yapmak, siyasetin en zor, en çok itina gerektiren, en sevab ve aynı zamanda insanı haram ve şirke götüren işidir. Bir inşaat yaparken yanlış yaparsanız o evde oturanlar ve çevresi zarar görür. Yanlış bir yasa ile topyekûn bir toplumu zarara sokabilir, ifsad edebilirsiniz.
Örnek mi istiyorsunuz, eskileri bir kenara bırakırsak, alın size CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Lanzarote.
Unutmadan, bir ülkede ne kadar yasa çoksa, özgürlükler o kadar az demektir. Yasa ile düzenlediğiniz her konuda siyasiler karar verir, bürokratlar uygular. Sizin adınıza örülen koza sizi sınırlar. Bizim geleneğimiz de doğru olan değil, yanlış olan tanımlanır. Bunun adı “Mübahat” sistemidir. Şu yanlış, onun dışında her şey serbest!
Bu ülke, sosyolojik olarak ve geleneksel anlamda Müslüman bir ülke. Bugün siyasette hemen her ittifakta “alamet-i farika”sı “İslam” olan parti mensubları var. Onlara bu konuları hatırlatmak istedim. Biliyorsunuz sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz. Sonuç 40 şeye bağlı, biz üzerimize düşeni yapalım ki “o zalimlerden olmayalım”.
Yoksa dini, BİREY’sel planda vijdanlara, toplumsal planda Mabedlere hapsetmek ve dini, ekonomik, sosyal, siyasal hayatta tedavülden kaldırmak isteyenlerden olmuş oluruz, hafazanallah! Ya Rab bizi Müslüman olarak yaşat ve canımızı Müslüman olarak al. Bize Hakkı Hak, batılı batıl göster ve Hak’da toplanmamızı nasib et. Bizi nefsimizle baş başa bırakma. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil.
Selâm ve dua ile.