Şehid Abbas Musavi
"Gidin İsraillilere Söyleyin. Biz Muhammed Ordusuyuz! Geri Döndük ve Kudüs Yolunda İlerliyoruz!"
Hizbullah'ın Nasrullah'tan önceki kurucu lideri Abbas Musevi, 16 Şubat 1992'de, Şehid Ragıb Harb'ı anma programından dönerken Güney Lübnan'ın Cibşit bölgesinde Siyonist hava kuvvetlerinin aracına saldırısı sonucu hanımı ve bir çocuğuyla beraber şehid edilmişti.
"Gidin İsraillilere Söyleyin. Biz Muhammed Ordusuyuz! Geri Döndük ve Kudüs Yolunda İlerliyoruz!"
Abbas Musavi Kimdir?
Lübnan'daki Hizbullah'ın genel sekreteriydi. Özellikle Güney Lübnan'daki siyonist işgale karşı yürütülen cihadda önemli yeri vardı. Bu hareketin liderlerinden olan Abbas Musevi Allah'ın takdiridir ki bir şehidin şehadet yıldönümü törenlerinden dönerken hanımı ve bir çocuğuyla beraber İsrail ajanları tarafından 17 Şubat 1994'te şehit edildi.
Adı Türkçe kaynaklarda genellikle "Musavi" olarak yazılmaktadır. Bunun sebebi Türkçe'de yahudilerin "musevi" olarak adlandırılmalarıdır. Dolayısıyla onlarla bir ad benzerliğinin olmaması için "Musavi" kelimesinin kullanılması tercih edilmektedir. Oysa yanlış olan yahudilerin "musevi" olarak adlandırılmalarıdır. Bu kelime "Musa çizgisinde" veya "Musa soyundan" gibi anlamlara gelir.
Şehit Abbas Musevi siyonist işgalcilere karşı verilen mücadelede bir kilometre taşı olduğundan "musevi" kelimesinin Türkçe'deki yanlış anlamından son derece uzaktı. Ama kelimenin doğru ve gerçek anlamına çok yakın biriydi. Çünkü o, Hz. Musa (a.s.) da dâhil bütün peygamberlerin ortak çizgisi olan tevhid çizgisinde mücadele eden bir mücahiddi
ŞEHİD ABBAS MUSAVİ'NİN HAYATINDAN KARELER
ABBAS MUSEVİ'NİN KONUŞMALARINDAN SEÇMELER
İslami Direniş
“İsrail ilk defa Filistin'e, Golan'a, Ürdün ırmağının batı sınırına ve Gazze şeridine girdiğinde ve Kudüs-ü Şerif'e ayak bastığında, karşısında onu endişelendirecek veya rahatsız edecek hiç kimseyi bulamamıştı; bu bölgelere asayiş ve güven içinde yerleşti ama Lübnan'da, halkın İslami var oluşunun karşısında, ayağının altındaki yeri sallanır halde buldu, çünkü Lübnan'ın güneyinde, sadece gençler girmedi savaşa, kadınlar ve çocuklar da ona katıldılar.Bizim mücahit çocuklarımızdan biri, bir portakalı beyaz bir kağıda sarıyor ve yaya olarak devriye gezen İsrailli gezici ekibi görür görmez o portakalı onlara doğru fırlatıyor, askerler hemen yere yatıyor ve askeri bilirkişi gelene kadar da başlarını kaldırmıyorlar, zira onlar üzerlerine fırlatılan şeyin bir bomba olduğunu ve her an patlayabileceğini düşünüyorlardı. Bilahare askeri uzman onlara güvence verdikten sonra, portakalın etrafındaki o kağıtta şu ibareyi okudular: “Sizin bombalarınız bizi korkutmuyor; ama bizim portakalımız sizi dehşete düşürüyor.”
(Vahdet haftasında; Trablus, 7.12.1984)
“Ben tüm dünyalıların karşısında, uluslar arası merkezlere ve Birleşmiş Milletler kurumuna seslenerek diyorum ki benim silahlı bir şekilde vatanımı savunmaya hakkım var; hatta bu kirlenmiş merkezlerin maddeleri ve beyannamelerinde yazılıdır ki eğer biri, başkasının vatanına girerse saldırıya uğrayan taraf silahla ülkesini savunabilir, bunun için, silah taşıdığım zaman ve İsraillileri Sur'da öldürdüğümde, hak benden yanadır, çünkü ben İsrailli'yi İsrail'de öldürmedim, bilakis onu Lübnan toprağının üzerinde öldürdüm, ama onunla siyasi diyaloga girdiğim zaman, İsrail tarafı oyun ve hileye baş vurabilir ve ben böyle bir sahnede dünya kamuoyunun gözü önünde günahkar sayılırım ve İsrail günahsız ve her türlü suç ve cinayetten uzak görünür.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 21.12.1984)
“Lübnan'da geçirdiğimiz tek güzel dönem; İsrail, Amerika ve Fransa ile mücadele dönemiydi. Siz eğer İsrail, Amerika ve Fransa'ya karşı mücadelede verilen şehitleri saymak isterseniz şu istatistiklere ulaşırsınız: İki şehit! Evet sadece iki şehit Amerika ve Fransa'yı dışarı atmaya yetti. Bu, şehitlerin kanının meyvesidir. Eğer Cebel-i Amil ve batı Beka'daki şehit kabirlerini sayarsak bu büyük feyze ulaşan kişilerin sayısının 100'den az olduğunu görürüz. Yani 100'den az şehit, İsrail'i Lübnan'dan çıkarabilmiş ama bazı yerlerde 100.000 şehitle bile hiçbir iş yapılamadığını görüyoruz, bu mukayeseler dikkatle değerlendirilmelidir.
Cebel-i Amil köyleri, topraklarına hayır ve bereket ekmek için birbirleriyle rekabet ediyorlardı, acaba hangisi toprağına daha fazla şehit “ekebilirdi”? Bu köyde beş şehit, öbüründe üç şehit “ekildi”, şüphesiz bu iyi ekimin sonuçlarını görüyorsunuz. Siz, utanç ve kötü isimden başka hiçbir şeye sahip olmamış köylerden de geçebilirsiniz, görünüşte sağlam ve düzgün bir köydür orası, ne bir evi yıkılmıştır ne de havan mermilerinin kovuk açtığı bir cadde görülür; “Peki bu köyün kazanımı neydi?” diye sorduğun zaman, “Bu köy İsrail'e 100 tane kiralık katil ve casus takdim etmiştir.” diye cevap verirler. Oysa yine öyle köyler vardır ki buralarda insanlar hayır işlerinde ve şehitler takdim etmek için birbirleriyle rekabet etmektedirler.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 17.5.1985)
“Tarihimizdeki bir kıvılcımı hatırlamalıyız her zaman; çağdaş tarihimizden, sayesinde her müminin gönlünün şad olduğu ve tüm dünya müminlerinin memnun olduğu bir kıvılcım; o, İsrail'e karşı İslami direniş kıvılcımıdır.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 14.6.1985)
“Biz birbirimizle, Allah düşmanlarıyla mücadele yolunda rekabet etmeliyiz ve bundan dolayı her bağlılığı (İslam'a bağlılık dışında) reddediyoruz. Sakın kimse “ben filan tarafa veya filan oluşuma bağlıyım” demesin, hepimiz “bizler İslami direnişin çocuklarıyız”, hepimiz “Hz. Muhammed bin Abdullah (sav)'ın getirdiği bu dinin evlatlarıyız” demeliyiz, evet bu bağlılık her birimize şeref ve izzet bahşedecektir.”
(Lübnanlı şair Şehit Rıza'yı anma yıldönümü; 8.2.1986)
“Kahramanlık ve cesaret destanlarına damgasını vuran İslami direnişin evlatlarına ve mümkün olan en üst derecedeki iman, sadakat ve ihlaslarıyla İsrail'le düşmanlık ve savaş ruhunu yeniden oluşturmak ve o büyük nimetin, yani İsrail'le savaş nimetinin geri döndürülmesi için çaba ve uğraşı gösterenlere takdim olunur:
Siz şahitsiniz ki bu günlerde hiç kimse şer ve fitne hakkında konuşmuyor. Ber Aşit, Safi, Secd, Bi'r-i Kilab ve Beni Hayyan dağları bölgesindeki insanların çoğu, izzet ve keramet kaynağımız olan ve izzet ve kerametimizin sırrı ve şer'i göreve bağlılığımızın sembolü olarak kalacak kahramanca operasyonları konuşuyorlar.”
(Sur şehrinde Cebel-i Amil ulemasının töreninde; 12.1.1987)
“Özelde Lübnan Müslümanlarının, genelde de bölgenin tarihinin İslami direnişin ortaya çıkışından öncesini araştırdığımız zaman, birdenbire şu gerçeği keşfederiz ki bizler, içinde hiçbir şekilde gerçek bir direnişin olmadığı bir toplumla karşı karşıyayızdır. Mevcut gerçeklerimizden birkaç örnek verelim ki bizim şu anda nasıl bir konumda bulunduğumuz iyice belli olsun. İsrail'in 1982'deki Lübnan saldırısında, filanca şahsın düşman karşısında direndiği söylenebilirdi, ama bir olay ortaya koyamazdınız. Evet, sadece bir kişiyi veya sayıları 100'e ulaşmayan küçük bir grubu örnek gösterebilirsiniz belki, ama her halukarda hala “kişiler” çerçevesinin içinde kalacaksınızdır. Biz direnişçi bir gruptan söz ettiğimizde aslında düşman karşısında duran ve direnen bir toplumun tüm bireyleri hakkında konuşmamışızdır. Gerçi onlar ümmetin öncüleri olma iftiharına sahipler, onlar düşmanla karşılaşmada tüm halktan daha öndeydiler, çünkü kendi nefislerini düşman karşısında direniş ve onunla karşılaşma amacına dönük olarak terbiye etmişlerdi. Ama her halukarda bu sembol, direnişi kendi mesleği yapmış bir toplum veya milletin sembolü değildir; tersine direnen ve düşmanla çatışan bireylerin sembolüdür ve tam da bu yüzdendir ki düşman, askeri saldırı ile değil, sadece propaganda yoluyla herkesin kulağı ve kalbine nüfuz ederek o grubun gücünü bitirebilir. Lübnan'da gerçekleşen de buydu tam olarak, hatta iş o noktaya gelmişti ki İsrail halka şunu demek için Lübnan'a saldırıya geçti: “Lübnan'ın güneyine hükmeden ve İmam Musa Sadr'ın kaçırılmasında eli olan –İsrail propagandasına göre- bu Filistinliler, onu filan karargahta tutuyorlar, biz onu bu bölgeden çıkaracağız.” Ve hatta belli bir yeri de belirlediler, iş halkın tamamen Seyyid Musa Sadr olayıyla meşgul olmasına kadar vardırılmıştı; artık hiç kimse başka hiçbir meseleyi düşünmüyordu. İsrail'in Lübnan'a saldırısı, siyonistlerin cinayetleri halkın gündeminden çıkmıştı; oysa İsrail öldürüp viran etmeye devam ediyordu. Bunlar basit örneklerdir, toplum, düşman karşısında direniş ve başkaldırı kültüründen uzaklaştığı zaman sayısı az bir düşmanın saldırısı karşısında bile savunmasız kalacaktır; bu saldırı ister propagandif olsun ister kültürel. O dönemi dikkatle incelediğimizde kendimize soracağımız ilk soru şudur: “Niçin halk kitleleri o dönemde direnişle birlikte olacak şekilde yönlendirilip yetiştirilmediler? Neden İsrail'e karşı seferber olmadılar? Neden yetkililer –hangi parti ve gruptan olursa olsun- direnen ve dayanıklı bir toplum kurmaya çalışmadılar? O derece ki İsrail Lübnan toplumunun gövdesine nüfuz edebildi, hem de hızlıca ve hiç zorlanmadan. Ve bu sebeple bizler, bu mesele karşısında tüm partileri, kurum ve devletleri sorumlu ve suçlu bilmeliyiz; niçin halkı başı boş bırakmış ve uygun bir şekilde eğitilmeleriyle ilgilenmemişler? Gerçi bunların birçoğu İsrail'le ticaret yapıyorlardı!”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 19.2.1988)
“İslami direniş, zorlu bir cihad ve mücadelenin; kahramanlıklarının ve kendi şehitlerinin bereketiyle, bu millet için uzun ve yeni adımlar atabildi. Ürdün nehrinin batısındaki ve Gazze bölgesindeki İslam yiğitleri de, Lübnan İslami direniş mücahitlerinden mücadele dersi aldılar ve onunla amel ettiler.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 5.4.1988)
“İslami direniş bir yol çizdi ve bu İslami direnişin mucizesi idi; Lübnan'ı 1974 yılında tuzağına düştüğü iç savaş fitnesinden kurtaran bir mucize. Ve bunu sadece direniş yapabildi. O, halk için doğru yolu çizdi; bu yolda sokak savaşı, kabile savaşı ve hane içindeki savaş merdud ve haram biliniyordu. Gerçek savaşın bütün tüfek namlularının Amerika ve İsrail'e çevrildiğinde verilebileceğini ilan etti! İslami direnişin bu dönemde verdiği en önemli ders buydu.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 29.4.1988)
“Biz ısrar ediyoruz ki İslami direniş, tüm boyutları ve yönleri; sahip olduğu her şey ile korunsun. Yaptığımız görüşmelerde açık bir şekilde söyledik ki mücahitlerin Lübnan'ın güneyindeki hareketleri tamamen serbest olmalı, özellikle düşmanla temas hatlarında. Bu konuda hiçbir kayıt ve şartı kabul etmiyoruz. Bu konuda ısrar ettik ve sonuçta istediğimiz şey gerçekleşti.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 29.4.1988)
“Bu kahramanlar ve temiz kanları, büyük hedefler için korunmalı; bu ümmet, tüfeklerini doğru tarafa yöneltmediği sürece doğru yönde hareket edemeyecektir. Emperyalist dünyaya bir bakın! Nasıl da bir uçtan diğer uca dek, tüm olanakları ve donanımları ile Müslümanlara baskıyı artırmak için ayakta ve hazırlar!”
(Burc'el-Beracne şehitlerinin yıldönümü merasiminde; 3.7.1988)
“İslami direniş, İslam dünyasının vicdanını; kararlı, şerefli ve büyük mücadelesi ile uyanmaya davet etti ve birdenbire dünya emperyalizminin eli, ezilenlerin savunucusu olan bu ele galip gelmek için ortaya çıkıverdi. Ey Müslümanlar! Niçin sadece seyrediyorsunuz? Bu sorular bizim bu dünyada cevaplamamız gereken sorulardır, aksi takdirde kıyamet günü yakamıza yapışacak ve bizi bırakmayacaklar, bizi ancak cehennem çukurunda bırakırlar!”
( 8.7.1988)
“Ben sadece Lübnan'ın muasır tarihini değil geçmişini de incelemenizi bekliyorum, ta ki bu tüfeğin sırrına eresiniz. Acaba tüm Lübnan ve bölge müstazaflarına bu dönemdeki direnişçi müminlerin sunduğu hizmeti sunmuş bir kavim veya bir grup tanıyor musunuz? Siyonist çizmesinin herkesin başında ağırlık yaptığı, Amerika'nın herkesi köleleştirdiği, İsrail'in denizde, karada ve havada nara attığı ve herkesin zayıflık, hakaret ve zillet duygularına gömüldüğü bir zamanda; birdenbire Allah'a iman eden bir grup ayağa kalkıyor, çirkinliklerle savaşma sorumluluğunu üzerine alıyor ve bu küçük düşmüş ve zayıf toplumu; zayıflık, aşağılık ve zilletten çıkararak kuvvet ve kudretin en yüksek derecelerine çıkarıyor! Böylece, hiçbir yerde yenilgiye uğramayan İsrail, yenilgiyi Lübnan'da tadıyor ve bu mümin grubun etkili darbelerinin sonucu ortaya çıkan, kendi tarihindeki en zilletli kararı almak zorunda kalıyor. Ve bunu, direnişin en büyük hizmeti saymak gerekirken, maalesef, karşılığında dil yarası ve iğneleme dışında bir şey görmüyorlar!”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 23.12.1988)
“İslami direniş, Lübnan'ın güneyinde, siyonist düşmana karşı gerçek zaferler elde etti ve onlar, direnişin herkesin dikkatini çektiğini ve tüm halkın ona bir rüya ve bir ümit olarak baktığını gördüler; biz de direnişin halkı tam bir birliğe ulaştırmasını istiyorduk. Ama düşman, bu rüyanın gün be gün gerçekleşme aşamasına yaklaştığını anladığında buna engel olmaya çalıştı. Bütün ümit kapılarını bize kapatmak istiyorlar ve “Siz iç savaşa devam edin ve içeride birbirinizi öldürün, tüfeklerinizi siyonistlere doğrultmak sizin göreviniz değil” diyorlardı.”
“Direnişin, İmam Humeyni (ra)'nin görüşü olduğu konusunda kimsenin şüphesi var mı hala? İsrail'e karşı direniş emrini veren, İslam Devrimi Muhafızlarının Lübnan'a gitmesini buyuran ve onlara şöyle söyleyen bu İmam (ra) değil miydi?: “Gidin ve tüm çabanız, halkı siyonist düşmana karşı seferber etmek olsun.” Lübnan'a geldiler ve uzmanlık ve liderlik bilgilerini bize aktardılar, ondan sonra da din alimleri, Müslüman insanlar ve mümin mücahitler olarak, İmam'ın belirlediği bu şer'i görevdeki sorumluluklarımızı omuzlayan bizler olduk. Bu yolda yüzlerce şehit sunduk ve hala da bu yoldayız.”
“Şehit kervanları, birbirlerinin ardı sıra hareket halindedir. Allah'a yemin olsun ki burada, Cebel-i Amil'de üstünde bir şehit düşmemiş tek bir tepe yok ve Cebel-i Amil'de, Hz. İmam (ra)'ın emirlerini yerine getirmek için üzerinde şehit verilmedik bir cadde yok! Bizden bir gece ve gündüz içersinde, bütün bu kanları unutmamız ve tüm bu kurbanları, fedakarlıkları görmezden gelmemiz isteniyor.”
(Hz. Mesih (as)'in doğum günü münasebetiyle olan konuşma; 25.12.1988)
“Bugünden itibaren, zayıf ve hakir olmayacağız, güçlerimizi her yerde koruyacağız ve her bir karış toprağı kendi kanımızla yoğuracağız; ta ki sefa, temizlik ve İslami direnişi muhafaza edebilelim. Gücünüzü artırın ve Peygamber-i Ekrem (sav)'in sözünü hatırlayın: “Güçlü mümin, dini olmayan zayıf müminden daha iyidir.” Kendilerine sordular: “Ey Allah'ın Resulü, dini olmayan zayıf mümin kimdir?” Buyurdu: “İyiliği emretmeyen ve kötülüğü nehyetmeyen kimsedir.”
(Hizbullah'ın yürüyüşündeki konuşmasından; 13.1.1989)
“Genel bir konuya işaret etmemiz yeterlidir ki o da şudur: İslami direniş, tüm meydanlarda ve düşmanla mücadelede, öncü idi ve temel mihveri temsil ediyordu. İslami direnişin istişhadi operasyonları bu millete yüce bir şan ve makam vermiştir.”
(20.1.1989)
“Herkes emin olsun ki hiçbir ülke toprağına tamahımız yoktur, biz sadece direnişin mücahitleri ve savaşçıları olmak istiyoruz; sadece, bu güzel La ilahe illallah kelimesinin yüceliğinin hatırına şehadete ermek için alanın bizler için açık tutulmasını bekliyoruz. Bizim bütün arzu ve hedefimiz budur.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 20.1.1989)
“Eğer direniş şehitlerinin sayısını, diğer grupların şehitlerinin sayısıyla mukayese edersek bizim şehitlerimizin sayısının, tüm oluşumların, kurum ve partilerin şehitlerinin toplamından daha fazla olduğunu anlarız.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 20.1.1989)
“Eğer Allah takdir eder de, İslami direniş İsrail ordusunun ve kiralık katillerinin yok oluşuna kadar sürerse, İsrail, tüm alem karşısında rezil ve rüsva olacaktır.”
(22.1.1989)
“Bizden İsrail'le savaşmamamızı istiyorlar, savaş elbisesini üstümüzden çıkarmamızı istiyorlar bizden; bu elbiseyi çıkardığımız zaman herkes bizden razı olacaktır.”
“Konu Hizbullah'ın ya da İslami direnişin İran'la irtibatta olması değildir; bundan dolayı Rafsancani Bey'in bu sözü söylemekteki amacı herkese, meselenin İran'ın meselesi olmadığını; bilakis meselenin, İslami direnişin İslam'ın ilkelerini ve İslam ruhunu benimsemiş ve İmam-ı Asr (af)'a itaat etmeyi üstlenmiş olması ve bunlara bağlılığı olduğunu ispatlamaktı.”
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 20.1.1989)
“ İslami direnişin bu az sayıdaki mücahit savaşçısı ve kahramanı, muasır dönemde büyük bir mucize meydana getirdiler aniden: İslami direniş, İsrail karşısında muzaffer oldu, bu ülke –İsrail- bölge çapında büyük güçlerden sayılmasını sağlayan tüm olanakları ve donanımıyla, şimdi, ellerinde sadece basit tüfekler bulunan az sayıda ve donanımsız kişiye karşılık veremeyen, yenilmiş ve zelil bir ülkeye dönüşmüştür. Hayret verici ve daha büyük olan mucize şudur ki onlar sadece İsrail'e değil, İsrail'in bölgedeki ve dünyadaki tüm yardımcılarına da üstün geldiler. Onlar dünyanın her tarafından toplanmışlardı; Amerika'dan, İngiltere'den, İtalya'dan ve Fransa'dan geldiler ve beraberlerinde yerli işbirlikçileri de vardı, bütün bunların tacı ve tahtı, İslami direnişin bu az sayıdaki pak, mukaddes ve mümin evlatları karşısında darmadağın oldu gitti.”
(İmam Humeyni'nin Tahran'a dönüşü münasebetiyle, Cuma namazı hutbelerinde; 2.2.1990)
“Biz, Allah-u Teala karşısında sorumluyuz; İslami direniş ve onun korunması noktasında sorumlu olduğumuzu bilmeliyiz ve şunu anlamalıyız ki İslami direnişi muhafaza etmede en önemli etken, bu hassas aşamada nasıl hareket edeceğimizi ve adım atacağımızı teşhis etmektir. İç savaşlar, direniş hareketinin yoluna ve önüne konulan mayınlara benzemiyor değil, şimdi karşında bir mayın tarlası olduğu zaman, adımlarını ihtiyatla atmak zorundasın. Aceleyle yürümen uygun değildir, çünkü hızlı yürümen, ayağını mayına basmana ve ölmene sebep olur. Onlar, bu yerel “kiralık” güçleri direniş hareketinin karşısına, patlayabilir mayınlar olarak yerleştiriyorlar ki direniş zayıflasın.”
(Nebi Şit köyündeki Cuma namazı hutbelerinden; 2.2.1990)
“İslami direnişin evlatlarının hürmetini koruyun, bu özgürlüğü koruyun. İslami direnişin gençlerini kucaklayın; mücadelelerini ve çabalarını doğru tarafı tutmakla muhafaza edin, işte o zaman İslami direniş hareketinin tüm İslam ümmetini nasıl savunacağını anlayacaksınız.”
(Muhammed Halil'in şehadetinin yıldönümü münasebetiyle; 4.8.1990)
“Biz dünyadaki tüm güçlerden, tüm müstazaf milletlerden -özellikle de Müslümanlardan- ve tüm özgürlükçü hareketlerden, mümkün olan bütün güç ve kuvvetle Amerika'nın karşısında durmalarını istiyoruz. Özellikle Lübnan'daki çatışma sahnelerinde bizimle olan tüm kişiler, daha yakınlarda İsrail'le mücadele için birbiriyle yarışan tüm vatanseverler ve özgürlükçüler, biz onlara diyoruz ki: Bugün neredesiniz? Neden İslami direnişi meydanda yalnız bıraktınız? İslami direniş bugün –derin bir teessüf ile ilan etmek zorundayım ki- yalnız bırakılmıştır; İsrail'le olan savaşımını tek başına sürdürmektedir. Bu yüzden soruyorum ben de: Diğerleri neredeler? Direniş hareketine –hatta sadece sözleriyle de olsa- yardım edecek olan kişiler nereye gittiler? Direnişi bu en zor şartlarında niçin terk ettiler? Acaba biz İsrail'in karşısında durmayı ve onunla savaşmayı, “Amerika rakipsiz ve esaslı bir güce dönüştü” veya “SSCB artık güçlü değil!” gibi bahanelerle terk edebilir miyiz? Acaba bu konu cihattan el çekmeyi bizim için mazur kılabilir mi? Bu sebeple herkese diyorum ki: “Gelin birlik olalım ve İsrail karşısındaki direnişte sorumlu bir şekilde işbirliği içersinde hareket edelim.”
(Kudüs günü yürüyüşündeki konuşma; hicri 1412)
“Bizim bu topraklarda Müslüman bir millet olarak önemli kazanımlarımız var ve bunların en önemlisi, geçen birkaç hafta boyunca azametini gözlemlediğiniz İslami direniştir. Direniş, gerçekleştirdiği operasyonlar ile hala faal olduğunu ve siyonist düşmana güçlü darbeler indirebileceğini bir kere daha ispatladı. Bu direnişin kendisi büyük bir kazanımdır ve bizim Amerika ile ilgili olan asıl endişemiz bu ülkenin Lübnan'a nüfuz etmesidir; bu durumda bizim, Amerika'nın bu müdahalesini Lübnan'daki tüm kazanımlarımızın karşısında, gerçek ve büyük bir tehlike olarak göreceğimiz açıktır. Bunun için, halkın bu aşamada yapabileceği en küçük iş, ülke çapındaki cihat ve mücadele gruplarının yerine Lübnan ordusunun koyulması karşılığında, İsrail'in Cezeyn'den geri çekilmesini istemektir. Amerika bunu İsrail'den isteme sözü verdi ama Lübnan ordusu, Seyda'ya ve doğu bölgelerine yerleşir yerleşmez, Moşe Arenz Lübnan devletine mesaj yolladı hemen: “Cezeyn'i geri almayı asla düşünmeyin.”
(Cuma namazı hutbelerinden; 5.7.1991)
“İslami direniş hareketi, Lübnan'ın güney bölgelerinin çoğunu İsraillilerin işgalinden kurtarabildi. Direniş hiçbir şehir ve köy arasında ayrım yapmadan ülkenin bütünüyle işgal altında olduğuna ve tümüyle kurtarılması gerektiğine inanıyordu.
(Aşura günü yaptığı konuşmadan; 14.7.1991)
“Böyle bir günde, imtihanın her gün daha da zorlaştığı yeryüzünün bu parçasında, İslam dünyasının dört bir yanındaki tüm Müslüman mücahitleri ve özellikle varlıklarını bu memlekette İslam'a hizmete vakfetmiş olan savaşçıları selamlıyorum. Allah'ın selamı üzerinize olsun ey imtihanını bu topraklarda vermiş olan İslam şehitleri, ey Cebel-i Amil'in ve Beyrut'un, ey Beka'nın evlatları! Allah'ın selamı hepinizin üzerine olsun ey İslam yiğitleri, ki sizin vesilenizle bu milletin evlatları şeref ve izzete kavuştu, sizler merhum İmam'ın büyük arzusunu ve idealini gerçekleştirdiniz. Allah'tan, günlerin en mübareği ve en şereflisi, İmam Ali'nin velayet günü olan bu Gadir-i Hum bayramında tüm İslam ümmetini tebrik etmeyi diliyoruz. Ruh ve bedenlerini İslam'a hizmete vakfeden bu kahramanların şehadetlerini tebrik ediyoruz.”
(Gadir bayramı gününde İslami direniş şehitlerinin teşyii cenazeleri münasebetiyle yaptıkları konuşmadan; 10.7.1990)
“Lübnan İslami direnişi kanla gerçekleşti; özgür irademizle açığa çıktı; azim ve kesin kararlarla kökleşti. Acaba aranızda, İslami direnişin konferansların ve reklam amacıyla verilmiş röportajların neticesinde ortaya çıktığını söyleyecek kimse var mı? Evet büyük kanlı gösteriler; Secd, Bi'r-i Kilab ve Lusi'nin yükseklikleri üzerinde meydana gelen hadiseler ve buralardaki kahramanlarımızdı bu yeni perdeyi açanlar. Bir Şehit Ahmet Kasir ile Tumat-ı Niha bölgesinden Şehit Ferec Buluk ve kardeşiydi Hizbullah'ın ortaya çıkışını akıttıkları temiz kanlarıyla ilan eden. Bu yüzden Hizbullah'ı ve Hizbullah'ın bu yiğitlerini İmam Hüseyin (R.A) mektebinin mezunlarından bilmek gerek.”
(Şehit Talib Buluk'un teşyi-i cenazesindeki konuşmadan; 25.7.1990)
“İran'da İslami hükümetin kurulmasıyla birlikte Amerika ile mücadele ruhu, tüm ezilen dünya ülkeleri çapında yükselişe geçerek her yerde Amerika'nın menfaatlerini tehdit etmeye başladı. Şimdilerde Amerika tüm heybetini kaybettiğini hissediyor.”
(Ba'lbek'teki 15 Şaban kutlamaları esnasında; 24.4.1986)
“Bizden bazılarının mazeret belirtmesi mümkündür, insan şöyle diyebilir: “Önümde net bir manzara görmüyorum, alimler ve başvuru makamları yapılması gerekenleri yapıyorlardır” Belki ben de bir süre boyunca mazur idim, ama İmam Humeyni ortaya çıktıktan ve küçüklü büyüklü tüm meseleleri insanlar için ele alarak inceledikten sonra vaziyet değişti tümden. İmam, Lübnan'da halkın zilletini ve küçük düşmüşlüğünü gördüğü zaman, halkın İsrail karşısında boyun eğdiğine ve yenilgi üstüne yenilgi aldığına tanıklık ettiğinde onlardan düşman karşısında mevzi tutmalarını istedi. Onlara “Kendi gücünüzle ayağa kalkın ve siyonist düşmanla her yerde mücadele edin” dedi. İmam açık ve net olarak şöyle buyuruyordu: “Müslümanlar! Siyonist düşman ile karşılaşmak için tırnaklarınız kesici aletlere dönüşsün, düşman karşısında boyun eğmeyin ve mümkün olan en yüksek kararlılıkla onunla savaşın.” Evet, halk başka bir vadide gidiyordu, İmam ise başka bir vadideydi.
(Ba'lbek şehri Cuma namazı hutbelerinden; 27.6.1986)
“İmam Humeyni (Allah onu korusun), Müslüman İran milletine baktı ve buyurdu ki: “Siz, Amerika, SSCB ve diğerleri karşısındaki dayanma gücünüz, Allah'a tevekkül ve kendinize güven ile Müslüman milletlerin işlerine karışan eli kestiniz.””
(Kurban bayramı namazı hutbelerinden; 15.8.1986)
“Kimsenin bizden Allah yolunda direnişe devam etmekten başka bir beklentisi olmasın; bu, bizim yolumuzdur. Bu, bizim ahiretimizdir; bu, bizim kıyamet gününde Ali ve Ali'nin evlatlarına (as) sunacağımız şeydir; Gadir-i Hum'a vefakarlığın en küçük tezahürü ve İmam Humeyni'ye olan bağlılığımızın en küçük nişanesidir bu. Bu, komutanımız ve rehberimiz olan Ayetullah Hamanei'ye biatımızın ve disiplinimizin en küçük göstergesidir. Direniş, dünya ve ahiretteki izzetimizdir.”
(Gadir-i Hum bayramındaki Cuma namazı hutbelerinden; 5.7.1991)
Cihad ve Şehadet
“Günümüzün dünyasına yeni kültürel değerler girmiştir: “dine inanan insanlar”, “müminler”... Gerçek şu ki bu terimler, İslam medeniyet değerlerinden olan canlı ibarelerdir; bu medeniyet dünyaya hakim olan tüm maddi uygarlıkların yerine geçecek olan medeniyettir. “Şehadet”, “istişhad operasyonları” ve “şehitlerin Allah-u Teala'ya olan aşkları”…Bütün bunlar temel İslami kavramlardandırlar. Burada, bu yeni tabirlerin konumuyla ilgili olarak hassas olmalı ve onları dikkatle değerlendirmeye tabi tutmalıyız, ta ki alemi dolaşmakta olan bu yeni mektep ile; dünyaya yayılacak olan bu medeniyet vesilesiyle düşünebilelim.”
(Ahmet Kasir'in şehadetinin beşinci yıldönümü; 26 Rebiulevvel1408)
“Seyyid Muhsin Nureddin, din adamı elbisesiyle İran'dan gelmişti ve o, bu ümmetin Allah yolunda şehadetin aşığı olan alimlerinden biriydi. Birçok alim cephelerde şehadet mertebesine ulaştı. Birçoğu Ber Aşit operasyonlarına katıldılar; aralarından yaralananlar oldu. Şehitler kervanı alimlere de uğradığı zaman, bir alim o savaşçı gencin yanında yaralandığında, bu durum ümmete hayır ve bereket getirecektir. Bu aziz ve mücahit kardeşin şehadet haberini duyduğumda hissettiğim sevincim üzüntümden çoktu, zira bu olayın gerçek zaferleri beraberinde getireceğini hissediyordum.”
(Cuma namazı hutbelerinden; 30.1.1987)
“Yüce makamlı şehitlerimizin pak kanları emanettir, şehitlerin şeyhi Şeyh Ragıp Harb'ın ve Şehit Seyyid Abdullatif Emin'in kanı; Bi'r-i Kilab, Ale'ttahir, Ber Aşit ve Tumat-ı Niha'da toprağa dökülen kanlar ve henüz siyonistlerin elinde olan şehit naaşları, bunların hepsi bize emanettir ve bu emanetin korunması, Amerika karşısında sabır ve dayanıklılık ile durmak ve Amerika ve İsrail'e karşı güçlü bir mücadele vermekle olur. İsrail ve Amerika'ya etkili bir cevap vermeli ve operasyonlarımızı daha yüksek seviyelere taşımalıyız.”
(Fethullah katliamı merasimi; Sur şehri, 12.2.1987)
“Allah-u Tebarek ve Teala, siyonist düşmanla mücadelenin ilk hattında bulunmamızı bize nasip etmiştir. Elbette bunlar karşısında direniş, nimetin ta kendisidir; bu nimetten faydalanmalı ve bu büyük fırsatı ganimet sayarak Allah'tan bize de bu topraklar üzerinde şehit olmayı nasip etmesini ve Allah düşmanlarıyla mücadele lütfunu inayet buyurmasını istemeliyiz.”
(Aşura günü münasebetiyle yaptığı konuşmadan; 3.8.1987)
“Şehidin bariz özelliği şudur: O, fedakarlıkta öyle bir dereceye ulaşıyor ki sonunda bağışlanma pınarına varıyor. Malını, canını ve hayatını sunuyor; tüm vaktini istisnasız Allah yolunda harcayarak özveri ve fedakarlığın doruklarına tırmanıyor ve böylece en değerli varlığı olan ruhunu ve bedenini Allah yolunda feda ediyor! Fedakarlık göstermedeki üstünlük ve büyüklüğü ile her şeyin ve herkesin üstünde yer alıyor; nefsine, bencilliklerine ve etrafındakilere karşı galip geliyor; çocuk, eş, aile ve yakınlarını, evini düşünmüyor, etrafındaki maddi değerlerin hiçbirine aldırış etmiyor, Allah'la irtibat dışında hiçbir şeyi görmüyor, Allah'a kavuşma dışında hiçbir buluşmayı kabul etmiyor. Bunlar şehitlerin beraberlerinde taşıdıkları manalar ve sahip oldukları özelliklerdir.”
(Burc'elberacne şehitlerinin yıldönümü konuşmasından; 3.7.1988)
“Şehitlerin ecirleri hakkında konuşmak istemiyorum, çünkü onlar Allah katında yüksek derecelere sahipler; benim demem o ki bizler bu pak ve mutahhar kanları korumakla yükümlüyüz. Allah-u Teala bu kanları değerli biliyor ve sahiplerini resuller ve nebiler ile birlikte haşrediyor. Peki biz bu pak kanlara nasıl bakmalıyız? Kuran-ı Kerim bu kanlar karşısındaki sorumluluklarımızı net olarak belirliyor. Kuran şehitlerin fedakarlıkları ile ilgili “kazeva: yani sonuca ulaştılar ve şehit oldular” kelimesini kullanıyor ama hala dünya hayatını sürdürenler hakkında “yenteziru” diyor, yani taraf tutmalarında hiçbir değişiklik olmadan şehadeti bekliyorlar: “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, müminlerin bir kısmı şehadete nail oldular ve diğer bir kısmı (söz ve amellerinde) hiçbir değişiklik olmadan bekliyorlar.”
(Evzai; 5.2.1989)
“Mücadeleci ve mücahit gençler! Biliniz ki hepimiz; alimlerin ve Müslümanların tümü sizin hedeflerinizi koruyacağız. Fikirlerinizi ve cihadınızı kararlılıkla savunuyoruz. Mücahitler ve halk esas hedefler, ilkeler ve cihatla ilgili ortak bir noktaya ulaştıklarında bu ümmetin bayrağı da dalgalanmaya başlayacaktır.”
(Ba'lbek Cuma namazı hutbelerinden; 20.1.1989)
“Filistinli bir çocuğun, çadırının önünde ayakta durmuş küçük bir çocuğun resmini El-Havadis dergisinin kapağında gördüğüm zaman çok etkilendim. Bu küçük çocuk diyor ki, bize ihanet ettiler ve bizi yalnız bıraktılar. Evet, onlara ihanet ettiler; mallar, dirhemler ve Amerikan dolarları karşılığında İsrail'in keskin bıçağına terk ettiler onları. Tüm liderler bu oyuna dahildir, hepsi tuzağa düşürülmüştür. Mümin kardeşler! Allah bizi şerden, mahvoluştan, yoldan çıkmaktan ve fitnelerden emin kılsın. Ey Allahım, bizi bağışla ve bize merhamet et!”
(Cuma namazı hutbelerinden; 10.12.1982)
Müslümanlar ve Mustazaflar
“İki çok önemli konuyu hatırlamamız yerinde olur, biri suç ve cinayet; çeşitleri ve sebepleri, diğeriyse onlara karşı koyma yolu. Bu konuları değerlendirmeli ve kökenlerine inmeliyiz, biz Müslüman ve Allah-u Teala'ya iman ile bağlı kişiler olarak bu canice operasyonları nasıl durdurabileceğimizi bulmalıyız. Elbette suç ve cinayet insanlar arasında yeni bir şey değil, ne zaman kafirler hakim olur, ne zaman başıboş, ilahi ahitlere bağlı olmayan kişiler hükmederlerse Allah'ın kullarına zulmeder ve günahsız insanları perişan ederler. Kuran-ı Kerim, Firavun'un cürüm ve cinayetle dolu hikayesini bize anlatıyor, o kadar ki çocukları boğazlamaya ve başlarını kesmeye kadar vardırmıştı işi. Rum, Yunan ve Osmanlı toplumlarında –hükümet yöntemlerini dikkate almaksızın baktığımızda- dindar olmayan kişilerin hükümete geçtiklerinde zulüm ve zorbalığın arttığını görüyoruz ve bu durum suç ve cinayetin en gelişmiş yöntemlerinin dünya mustazaflarına reva görüldüğü çağımıza varıncaya kadar sürmüştür . Bu noktada, Vietnamlı vatandaşın başını kestikten sonra, çok soğukkanlı bir şekilde onu eline alarak yürüyen Amerikalı askeri görüyorsun, kadınlar ve çocuklar karşısında işlenen bu türden cinayetlere dünyanın her yerinde rastlamak mümkün. Afganlılara karşı ne yaptılar? Sabra ve Şatilla'da ne cinayetler işlediler, Irak'ın başına ne işler açtılar? Bu cinayetlerin hepsinde Amerika doğrudan rol almıştır.”
(Ba'lbek'teki Cuma namazı hutbelerinden; Re'su'layn, 29.4.1982)
“Ey mümin kardeşler!Hepimizin dikkat etmesi gereken bir olay var, emperyalist dünya bugün en gelişmiş toplu cinayet araçlarını elinde bulunduruyor; uzak geçmişte Firavun zulüm ve zorbalık ediyordu, ama elinde sağlam sütunlar ve çiviler dışında bir şey yoktu; aynı şekilde Romalılar da zulüm ve zorbalık ediyorlardı ama onların ellerinde de o zamanın en modern cinayet aletleri olan kılıç ve süngü haricinde silah bulunmuyordu. SSCB ve Amerika ise birbirleriyle rekabet ediyor ve birbirlerine karşı övünüyorlar. Ruslar “Biz dünyayı birkaç gün içinde yok edebiliriz” diyorlar, Amerikalılar da: “Biz dünyayı daha kısa bir sürede viran edebiliriz” diyerek cevap veriyorlar onlara! En gelişmiş yok edici aletler, Allah'ın en şerli halkının elinde bulunmakta ey kardeşler! Eğer bu toplu cinayet aletleri bu şerir insanların elinde kalmaya devam ederse ne olur? Sizlerin, tüm dünyaya yayılmış olan mustazaf ve müminlerin alınyazısı nedir böyle? Çocuklarınızın ve kadınlarınızın kaderi katliam, esaret ve avarelikten; kendi kaderiniz de mahvoluştan başka bir şey olmayacaktır. İmam Humeyni'nin; ümmetin imamı ve mustazafların hareketinin rehberinin de dünya ezilenlerine hitabında buyurduğu gibi biz de diyoruz ki: “Ey dünya mustazafları, birleşin!””
(Cuma namazı hutbelerinden; 29.4.1983)
“Biz Amerika'nın dosyasını açtığımızda ne görüyoruz? Devamlı olarak tehditler savuran ve mustazafları cezalandırmak için girişimlerde bulunan bu Amerika'nın haddini aşmada hangi aşamaya ulaştığını bilmek istiyoruz. Eğer Amerikan tarihini incelersek siyah ve utanç verici sayfalardan başka bir şey bulamayacağız; Amerika, hükümetinin yeni temellerini dünyada inşa etmek istediğinde, bu Nazizm uygarlığını Kızılderililerin gövdeleri üzerine inşa etti. Onları takip ediyor, oradan oraya sürüyorlardı, çünkü o topraklarda Kızılderililer yaşıyordu, bunun için onları öldürüp topraklarını aldılar; Amerika'nın tarihi budur.”
(Cuma namazı hutbelerinden; 5.7.1985)
“Aramızdan herhangi biri, ne kadar önemli bir kişi olursa olsun kürsüye çıkıp, eline silah bile almadan sadece “Biz İsrail'le savaşmak istiyoruz.” der demez onu hapse atacaklar; bu, ulaşacağımız bir aşamadır. Şu anda Lübnan İslami direnişinin çocukları ve Filistin'de intifadanın evlatları, terörist olmakla suçlanıyorlar, biz, onların taş ve silahlarının sorgulanmasına yol açıyoruz; biz, kendimiz bu ateşi körüklediğimiz zaman, aslında insanların tüfeklerimizi ve taşlarımızı suçlamalarına, bizim İsrail'le savaşımızı itham etmelerine ve suçlamalarını her özgürlükçünün feryadının boğazında hapsolduğu bir aşamaya kadar vardırmalarına izin veriyoruz.”
(Cuma namazı hutbelerinden; 21.12.1988)
“Kim Kerbela inkılabını tecessüm ettirebilir ki? Bu inkılap bazı hareketlerde yansıma buluyor; İran İslam inkılabından başlıyor, sonra Lübnan İslami direnişini ve Müslüman Filistin milletinin intifadasını içine alıyor ve zamanımızın tüm devrimlerini ve cihat mevzilerini kapsayıncaya kadar ilerliyor .”
(Şehit Ali Ammar'ın 40. günü merasiminde; Mart 1989)
“Kutsal Kudüs'ümüzü işgal etmiş olan bu Yahudiler ve ülkemiz Lübnan üzerinde hakimiyet kuran Maruniler kimlerdir? Toplu ve kısa bir bakış, bizi Yahudi kimliğiyle tanıştırıyor, onlar bu milletin yeminli düşmanlarıdırlar; onlar itikadi ve tarihi düşmanlarımız, bu halka karşı adavetin sembolü olan kişilerdirler. Tek kelimeyle bunlar, Yahudilerdir.”
(Dünya Kudüs günü merasimi; “Meşğare” bölgesi; 5.5.1985)
“Şimdilerde İsrail, Lübnan İslami direnişi ve Filistin intifadası karşısında ne yapması gerektiğini bilmemektedir; kafası karışık, eli ayağı birbirine dolanmış ve felç olmuş bir vaziyettedir ve bu, İsrail'in, tarihinin başlangıcından beri başkaları karşısında ne yapması gerektiğini kesin olarak belirleyemediği ilk durumdur. O kadar ki tek bir genç bile onu yok oluş uçurumuna itebilir. Müslümanlar! Bu ümmetin evlatlarının meydana getirdiği bu cihat örneklerinin yanından alelacele geçmeniz reva değildir. Bu İbrahimi fedakarlıkları çok basite almayın, elinde hatta bir taş bile olmayan bir adam sadece İbrahim (as)'ın imanını ve Allah'a olan aşkını yanında taşıyor. O, İsrail'in içine sızıyor, bütün o kudret ve olanaklara sahip olan İsrail'in içine. Düşman otobüsünün içine giriyor, şoförün başına nişan alıyor ve direksiyonu uçuruma kırıyor. O, bu otobüse normal bir otobüs olarak bakmadı, bilakis onu İsrail devletinin bir sembolü olarak görüyordu ve nişan aldığı da aslında İsrail liderlerinin başıydı.”
(Kurban bayramı hutbelerinden; 13.7.1989)
“Hizbullah'ın kıyamı, İran'dan sonra ikinci adım sayılan bir mucize gerçekleştirdi, sömürgenlerin tüm emellerini darmadağın etti, ayrıca bu tecrübe işgal altındaki Filistin'de başka bir öncü deneyime yol açtı; bu, benzeri olmayan intifada hadisesidir. Siz bu çocuk, kadın ve erkeklerin, taş fırlatma şeklindeki bir mücadeleyi 23. ayına dek sürdürebilmelerini nasıl açıklayabilirsiniz? Bu intifada, Lübnan İslami direniş hareketinin bir ürünüdür, bu direniş, İslam dünyası sathında bir bilgilenme ve uyanışa yol açmıştır.”
(Peygamber-i Ekrem (sav)'in doğum günü münasebetiyle; 20.10.1989)
“Mehdevi İslam ile global küfür ve şirk arasındaki asıl çatışmalardan biri de Yahudilik ve siyonizm karşısında verilen savaştır şüphesiz. Lübnan'daki İslami direnişle Filistin'deki İslami intifada bu hareketin başlangıcıdır. İslami direnişin ve Filistin halk intifadasının kazanımı olarak açığa çıkan düşmanla savaşım ruhu sadece başlangıçtır. Bundan dolayı, bu bağlamda her Müslüman insanın açık ve net bir şer'i sorumluluğu olduğunu söylüyoruz. Her Müslüman, İmam Hüseyin (r.a)'in inkılabı ve İmam Hüseyin (ra)'in inkılabının getirilerine karşı nasıl aşk besliyorsa, kendisine burada da sormalıdır: Bizler İmam Mehdi (af)'nin kıyamının hazırlayıcı etkenlerinden biri olan İslami direniş hareketini nasıl koruyabiliriz? Etrafımızda olup bitenler karşısında şer'i mesuliyetlerimizi tanımak zorundayız.”
(Ba'lbek şehrindeki Aşura konuşmasından; 6 Muharrem1411)
“Müslüman milletlere bizim son tavsiyemiz – bu aynı zamanda kendimize yaptığımız tavsiyedir- sorumluluk hissine sahip olmaları, kendilerini tüm İslami ve devrimci hareketler ve Filistin'deki halk intifadasıyla ahdetmiş saymaları ve İsrail karşısında verilen direniş ve mücadeleyi desteklemeleridir. Biz, aramızda hiçbir uyum ve işbirliği olmamasına rağmen, düşmanlarımızın işgal altındaki Filistin'de intifadaya karşı birlik oldukları gibi Lübnan'da da bize karşı yek vücut olduklarını görüyoruz. Bu konunun ispatı için Lübnan'daki İslami direniş ve Filistin intifadasına karşı verilen namertçe propaganda savaşına işaret etmemiz yeterlidir, bu saldırı İslami Direnişi terörist bir hareket olarak yaftalamalarına dek vardı; ülkelerini savunan, kendi topraklarında Yahudiler ve Amerikalılar tarafından öldürülmekle tehdit edilen insanların hareketini.”
(Tahran'daki İslam Konferansı; 1990)
“İsrail'e karşı duruşun, savaş ve direnişin üssü olan Lübnan'ın birdenbire savaş ve çatışma sahnesinden uzak olmasına karar veriyorlar. Diyorlar ki: “Lübnan'ı yalnız bırakın; etrafıyla olan ilişkisi dikkate alınmadan Lübnan'ı Filistin meselesinden ayrı tutmak gerek.” İsrail tehlikesini Lübnan'dan uzak tutmamız mümkün mü peki? Lübnan yeniden yapılanıyor ve askeri gücü bir düzene kavuşuyor ve bizden hemen İsrailli düşmanın bizle hiç ilgisi olmadığını kabul edip varlığına tahammül göstermemiz isteniyor. Sahi İsrail'le aramızdaki mesafe havadan ne kadar ki? Bizim hava sahamız tüm yönlerden, İsrail nüfuzuna ve saldırısına açıktır. Bizimle, düşmanın sınır şeridi arasındaki mesafe ne kadardır? Benden Lübnan'ın İsrail tehlikesinden emanda olduğuna inanmamı isteniyor, hem de düşman her gün açık bir şekilde, “Ben bölgede büyük İsrail devletini ve ülkesini inşa etmek istiyorum.” diye ilan ederken.”
(İmam Humeyni'nin vefat yıldönümünde; 4.6.1991)
Siyonist İsrail ile savaş
“Açık olarak size söyleyeyim, eğer her birimiz bu aşamada dirençli birer savaşçıya dönüşmezsek, emin olun ki Ehl-i Kufe cephesinde yer alacağız. Ya Hüseyniler'den olmalıyız ya Kufeliler'den, üçüncü bir yol yok! Bu yüzden düşman her birimizin Hüseyni olduğunu hesaba katmalıdır. Ve hepiniz, vicdan ve idrakinizin derinliğinde şu konuya inanmalısınız ki Hüseyni inkılabı, her evde, her köşede, her mevzi, mescit ve Hüseyniye'de, her zaman ve mekanda yenilemeliyiz; yoksa Allah'a yemin ederim ki kıyamet gününde, Eba Abdullah el-Hüseyin (r.a) karşısında vaziyetimiz güç olacaktır.”
(Ba'lbek'te Aşura günü münasebetiyle yaptığı konuşmadan; 6 Muharrem 1411)
“İsrail'le savaşmak üzerimize farzdır, ta ki böylece onu zamanın sayfasından silip yok edebilelim. Bu, ümmetin imamının, büyük Humeyni'nin tavsiye etmiş olduğu şeydir. Bu, insanın uygulamakla yükümlü olduğu şer'i bir vazifedir. Bu, mümin insanın kendi içinde halletmesi gereken bir konudur. İslam ümmeti, bölgenin ve dünyanın asıl sorunu olan İsrail meselesi hakkında birbirleriyle tartışmalı ve diyalog içersinde olmalıdır. Maalesef, İslam ümmeti, şu anda bu konunun yanından umursamazlıkla geçip gidiyor. Bu konu bilinçli bir inceleme ile ele alınmalıdır; yani konu İslam ümmetine açıldığında meseleye hiçbir şekilde bir avuç sayı, rakam, slogan ve başlığın sınırlı çerçevesinden bakılmasın.”
(Seyyid Musa Sadr'ın kaçırılmasının 8. yıldönümünde; 31.8.1989)
“İsrail, Lübnan'a saldırdığı ve toplu cinayet operasyonlarına başladığı zaman, o zaman bütün Müslümanlar, kendilerini savunmada acele etmekle görevliydiler, ama maalesef Müslümanlar ruhsal ve psikolojik olarak yenilgiye uğradılar…”
(Cuma namazı hutbelerinden; 31.7.1985)
“Ben açık olarak size söyleyeyim ki bizden başka herkesin açık ve net bir görüşü, programı var. Ben şu meseleyi açıkça söylüyorum ve size delil gösteriyorum, acaba Yahudiler'den daha çok avarelik, yoldan çıkmışlık ve Allah'tan uzaklık içinde olan bir kavmi tasavvur edebiliyor musunuz? Şüphesiz ki onların böyle bir vaziyeti var; ama bu kavim, kendi yolunu iyi tanıyor, planını çizmiştir ve buna uygun olarak hareket etmektedir. Onlar, ilk günden dediler ki: “Biz ne pahasına olursa olsun Filistin'i istiyoruz” ve bu hedeflerine ulaşmaya dönük plan ve program yaptılar, dünyadaki tüm olanaklarını bu amaçlarına varmak için seferber ettiler, acaba siz İsrail'in yapılanmasında katkısı olmayan bir Yahudi'yi gösterebilir misiniz? Bütün Yahudiler en azından Nil'den Fırat'a kadar bir İsrail ülkesinin kurulması hakkında açık ve net bir görüşe sahipler ve bu ülkeyi desteklemek zorunda olduklarına inanıyorlar, bu meseleyle ilgili tam bir bilince sahipler ve yüzlerce sene öncesinden beri bunun hazırlığını yapmaktalar.”
“Bugün, bu ülkedeki tüm uyanık vicdanlara çağrı yapmakla görevliyim; Lübnan'ı, büyük şeytan Amerika'nın hizmetine koşan ve kafir ve işgalci Siyonistlerin sömürgesi haline getiren durum birçoklarının dikkatini çekmiş ve vicdanlarını uyandırmıştır; bu kişiler güneye ve Beyrut'a olan bu saldırıların o bölgelere has kalmayacağını, bilakis bu darbelerin ardı ardına tüm sessiz ve suskun İslam beldelerine ineceğini bilsinler. Bunun içindir ki hepimiz –tüm güçlerimizle- birlik ve uyum içinde olmalıyız, ta ki Lübnanlı devlet adamları tarafından halkımıza reva görülen zulüm ve zorbalıklara engel olalım. İnsan bu acı gerçeğin, bu hükümetin bölgedeki uşaklarının bu milletin evlatlarına reva gördüğü zulüm gerçeğinin karşısında teslim olmamalıdır.”
(İmam Hüseyin (r.a)'in Şehadetinin Erbaini (40. günü) dolayısıyla yaptığı konuşmalardan; 2.11.1985)
“İsrail şu konuyu anlamış olmalı, karşısındaki kişiler, 1982'den önceki dönemin evlatları değildir yalnızca, yani savaşta geri çekilme taktiklerini öğrenmiş kişiler değildir bunlar; bilakis bu insanlar asla geri çekilmeyecekleri ve zafere veya şehadete ulaşacakları zamana kadar öne atılacakları sözünü Allah'a vermiş gençlerdir, çünkü bunlar Yaratıcılarını tanımış ve O'na iman etmişlerdir.”
(Cuma namazı hutbelerinden; 6.1.1986)
“Eğer biri, İsrail'i nasıl bir geleceğin beklediğini öğrenmek isterse, Lübnan'ın güneyine gitmeli ve mümin gençlerin şehit olmak için birbirleriyle nasıl yarıştıklarını, bu gençlerin mevzilerini ve şehitlerin anne babalarının tepkilerini görmelidir.”
(Cuma namazı hutbelerinden; 6.1.1986)
“Siyonist düşmanın şu anki plan ve projesinin ne olduğunu biliyor musunuz? O şimdilerde mücahitlerin mevzilerine karşı özel bir operasyon düzenlemek için hazırlık yapmakla meşgul, ve açıkça “Bizim, savaşçı mücahitlere karşı böyle bir operasyona girişmemizin sebebi askerlerimizin kaybolmuş moralini tekrar kazanmaktır” diye de ilan ediyor. Yahudiler dünyada manevi açıdan yenilgiye uğradılar. Yahudiler ve İsrail ordusu maneviyatlarını tüketmişlerdir, bu yüzden bu ordunun, ona maneviyat ve moralini kazandıracak bir plan ve projeye ihtiyacı vardır.”
(Seyyid Musa Sadr'ın kaçırılmasının 8. yıldönümü; 31.8.1986)
“Fransa'nın, Siyonist düşmanla savaş ve çatışma karşısındaki konumu nedir? Onlar, tüm güçleriyle Filistin'de ve bölge çapında tüm Müslümanlara karşı İsrail'i desteklemektedirler. Bu tarihi düşman, çeşitli yöntemlerle bizimle savaşıyorken aynı zamanda da kendisini bu milletle sözleşmiş ve onun menfaatlerinin koruyucusuymuş gibi ve eğer Cebel-i Amil'i terk ederse Müslümanlar için büyük bir kayıp meydana gelecekmiş gibi göstermektedir. Sonra da “Yıkıcı teröristler ve bu millete yabancı olanlar kimlerdir?” sorusuna cevap olarak Lübnan'daki İslami direnişin çocuklarını gösteriyor ve diyor ki: “Bunlar takip altına alınmalı ve çeşitli yöntemlerle kendileriyle savaşılmalı.” Allah'a yemin ederim ki, eğer bu mümin ve devrimci yiğitler olmasaydı izzetimiz şimdi çoktan ayaklar altındaydı. İsrail Müslümanların tüfeğinin baskısı altında, silah zoruyla Lübnan'dan çıkmamış olsaydı ne olurdu, bunu kendiniz düşünün!”
(Cuma namazı hutbelerinden; 4.9.1986)
“Eğer bu millet, evlatlarının, yani izzet ve kerametini inşa edenlerin kıymetini bilirse hiç şüphesiz siyonist düşman karşısında daha güçlü ve iyi bir konuma ulaşacaktır. Bu yüzdendir ki biz Müslümanlar evlatlarımız, canımız, malımız ve sahip olduğumuz her şey ile donanarak düşmana karşı savaşa hazır askerlere dönüşmeliyiz. Düşmana darbe vurma imkanı bulamasak da en azından düşmanla savaşan kişilere yardım edelim, çünkü rivayetlerde de geçtiği üzere: “ Kim bir savaşçıyı donatırsa, kendisi savaşa girmiş gibidir.””
“Düşmanımızın gücü, zayıflığımız ve zelilliğimizden ve İslam toplumunun fitneler ve iç savaşlarla meşgul olup asıl düşmanla karşılaşmada zaaf göstermesinden kaynaklanmaktadır. Görünüşte basit olan bu meseleyi iyi kavramak gerekiyor.”
(Ba'lbek Şehri Cuma Namazı Hutbelerinden; 30.10.1986)
“Rüya görüyor gibiydik, bir insanın İsrail karşısında durabilmesi mümkün olabilir miydi? Acaba bir insan İsrail'in kudret ve azametini tehdit edebilir miydi? Ne zaman ki Cebel-i Amil zaferlerine şahit olduk ve siyonist düşmanın ağzından açık ve net itiraflar döküldü, o zaman anladık ki bunlar gerçektir, düş değil.”
(“Zekkak'ulbilad = Saltanat sokağı” Bölgesindeki Konuşmadan; 17.4.1988)
“Burada ortaya koymak ve bu kürsünün arkasında vurgulamak istediğim konu birlik ve beraberliğimizin korunmasıdır; hepimiz saflarımızı birleştirmeliyiz. Bizden beklenen şey siyonistlere acı dersler vermiş ve Amerikalı düşmandan intikam almış olan silahımızı sürekli olarak düşmana yöneltmemizdir, ta ki namlularımızın alevini ve ateşinin hararetini bütün varlığıyla hissetsin! Hiçbir durumda bu silahın kardeşlerimizden birini hedef almasına razı olmayalım, çünkü biz kardeşiz ve aynı saftayız. Bizim çabamız bu doğrultuda olacaktır ve hep bu çizgide kalmaya çalışacağız; bununla birlikte herkesten ve tüm gruplardan da bu meselelere daha çok dikkat etmelerini bekliyoruz, İslam'ı korumalarını ümit ediyoruz ve kendi menfaatlerini savunmalarını istiyoruz onlardan.
(Ba'lbek Şehri Cuma namazı hutbelerinden; 29.4.1988)
“Eğer Siyonist düşmanın saldırılarının başlangıç tarihini İslami direnişin askeri operasyonlarının başlangıç zamanı olarak alırsak -elbette böyle olmadığını biliyoruz, zira İslami direniş hareketinin Lübnan'ın güneyinde ve batı Beka' bölgesindeki kuruluşundan ve operasyonlarına başlamasından önce de İsrail devamlı olarak Lübnan'a saldırmaktaydı- İslami direnişe bir darbe vurulduktan ve kaçınılmaz bir yenilgiyi tecrübe etmemizden sonra – Allah'tan bu yenilginin uzun sürmemesini diliyoruz, ama her halukarda şu anda ortada bir yenilgi var ve bu yenilgi direniş operasyonlarının zayıflığına ve sınırlanmasına sebep olmuştur- acaba İsrail Lübnan'a olan saldırılarını azalttı diyebilir miyiz ? Yoksa saldırılarını arttırdı mı? Şu anda İsrail daha özgür hissediyor kendisini, çünkü geçmişte her gün saldırıya uğruyor ve güçlü kalelerinde yas tutuyordu, oysa şimdi rahattır, bu sebeple saldırılarını “Meydun” şehrinde başlatarak yaymıştır ve eğer direniş onları bıraksaydı, yayılmacılıklarına ve saldırılarına devam edeceklerdi kesinlikle.”
(Ba'lbek Şehrindeki Cuma namazı hutbelerinden; 15.7.1988)
“Allah'a şükürler olsun ki bu günlerde İslami direniş tekrar eski ortamına kavuşmuş, bir kez daha İsrail'e düşmanlık ve İsrail'le savaş atmosferi canlanmıştır. Az önce İklim'uttuffah bölgesinin tüm ahalisi, İsrail'in savaş alet ve donanımının Secd yolunda nasıl yandığını kendi gözleriyle gördüler. Amerikan faaliyetlerinin asıl ekseni İsrail'in varlığını savunmak ve uşaklarını oraya buraya dağıtmaktır; Arap ülkelerinin başlarından tutun ta diğerlerine kadar. Amerika'nın üssü olan İsrail'e saldırıldığında, Amerika gücünü kaybedecek ve elini yavaş yavaş bölgeden çekecektir.”
(24.2.1991)
“Biz İsrail karşısında direnip onunla savaşacağız, “büyük İsrail projesi” karşısında duracağız ve tüm bölge halkları da bizi destekleyecekler. Bu gerçekleştiği zaman İsrail haddini bilecek ve bu millet karşısında küstahlık etmeye cesaret edemeyecek bir daha. İşte o zaman İmam Humeyni'nin bize yüklediği görev –İsrail'i tarih sayfasından silme vazifesi - gerçekleşmiş olacak.”
(Haziran,1991)
“İsrail 1982 yılında Lübnan'da şansını denedi. Lübnan o zamanlar zayıf ve güçsüz bir ülke olmasına rağmen burası ona bataklık oldu. Lübnan İsrail'in silahını elinden aldı ve acı bir yenilgi tattırdı ona. Oysa şimdiki Lübnan sahibi olduğu büyük direnişçi topluluğu ile geçmişten çok daha iyi bir durumdadır. Direniş bizim tek siperimizdir!”
(İslami Direniş Şehitlerinin Yıldönümü Münasebetiyle; 14.6.1991)
“İsrail her zaman saldırgan olagelmiştir. Hatta küçük bir darbe aldığı zaman bile saldırıya geçmekte tereddüt etmezdi, öyleyse bugün neden saldırmaya cesaret edemiyor? Sadece şunda dolayı; Siyonist düşman direniş ve yenilgi hatıralarını, Lübnan'da verdiği telefatı ve bunun Filistin'deki yankısını çok iyi hatırlamaktadır. İsrail'in açgözlülüğü karşısında yalnızca direnişle durulabilir.”
(14.6.1991)