Selam Olsun Şehid Benna'ya(FOTO-VİDEO)

Selam Olsun Şehid Benna'ya(FOTO-VİDEO)

Hasan el Benna derin eller ile 12 Şubat 1949'da şehid edildi.

Şehadetinin 65.Yıldönümünde Selam Olsun Hasan El Banna'ya...

Kardeşlerim! Sizler şu ana kadar herhangi bir partiye ya da kuruluşa katılmadığınız gibi, onların herhangi birisene düşmanca davranmış da değilsiniz. Sizler, Allah'ın Rasulü'nden başka bir öndere uymuş değilsiniz, Allah'ın Kitabı'ndan başka bir yol kabul edip beğenmiş değilsiniz, İslam'dan başka bir amaç da edinmiş değilsiniz. Kayzer'in hakkını Kayzer'e, Allah'ın hakkını Allah'a ver diye bir öğreti yoktur İslam'ın öğretileri arasında. Aksine, İslam'ın öğretileri arasında olan şudur: Kayzer'in kendisi de, Kayzer'e ait olanlar da, hepsi bir ve Kahhar olan Allah'ındır.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

İmam el-Benna'nın Islah Anlayışında İhlasın Yeri

Müslümanlardan her ıslahatçıya göre, din ve dünya işinde ıslah ve tecdid, endişe taşıyan her fikir sahibini meşgul eden bir iştir. İhlasın her amelin, her ıslah ve tecdidin özü olduğu kabul edilmiş bir gerçektir. Hatta ihlas, ameli Allah nezdinde kabul alanına koyan bir keyfiyettir.

İmam el-Benna, 1346/1928 yılından, İslam karşıtı saldırgan güçler tarafından suikast düzenlendiği ve şehid olarak Rabbine yürüdüğü 1368/1949 yılına kadar toplumu yenilemek ve ıslah etmek için İhvanı Müslimin cemaatının içinden çıkıp geldi.

İmam el-Benna, İslam dünyasının paramparça olduğu ve her parçanın, İslam'a ve Müslümanlara düşman işgalci güçlerin çizmesi altında inim inim inlediği bir dönemde ıslahatçı ve müceddid olarak geldi. İslam hilafet devletine karşı ittifak oluşturan bu güçler sonunda onun üzerine çullandılar ve onu parçalayıp kendi aralarında taksim ettiler.

Hasan el-Benna'nın ıslah metodunun ortaya çıktığı bu atmosferde Müslümanlar düşmanı taklit etmeye başlamışlardı bile. Çünkü, halkın gidişatında İslam ahlakı kaybolduğundan ve bunun neticesi olarak da Müslümanların evleri ve o evleri yöneten değerler değişip yerlerini Batı taklitçiliği aldığından, düşman galip, tahakkümcü ve ülkelerini işgal eden bir işgalci durumundaydı.

İslam alemindeki milli hükümetlerin çoğu, egemenliklerini despot işgalcilerin yardımıyla sürdüren zelil, uydu ve zayıf hükümetlerdi. Bundan dolayı bu hükümetler, İslam usulünü ve onun hayat düzenini terk edip, işgalci düşman Batı'nın, yasama, adalet, siyaset, iktisat, eğitim, kültür ve diğer hususlardaki düzenini aldılar.

Yöneten ve yönetilenlerin İslam'dan, O'nun metodundan, düzeninden, değerlerinden ve ahlakından daha çok uzaklaşmaya başladıkları bu atmosferde, Hasan el-Benna gelip ıslah ve yenileme için bir proje koydu. Biz umut ediyoruz ki bu kitap sayesinde o projenin boyutlarını açıklamada ve özelliklerini belirlemede bir katkımız olur.

İmam el-Benna'nın düşünce ve anlayışında İslami çalışma, her türlü faaliyeti kapsıyor:

* Kul ile Rabbi arasındaki samimi bir kulluktan başlamak.

* Kişinin fizik yapısı güçlü, eğitimli ve kültürlü, kazanç sağlamaya yeterli, akidesi düzgün, ibadeti sağlam, nefsiyle savaşabilen, vaktinin değerini bilen, işlerini iyi düzenleyen ve başkalarına faydalı birisi olmak için nefsini ıslah etmek amacıyla çalışması.

* İyi saliha hanım seçimine, kapsamlı ve İslami eğitimle güzel bir çocuk terbiyesine ve aile hayatının her hususunda İslam adab ve ahlakının korunmasına dayanan Müslüman evini oluşturmak için çalışmaya yönelmek.

* Hayır davasını yayma yoluyla tüm cemiyeti aydınlatmaya yönelmek. Bütün bunlar ancak, münker ve rezaletlerle savaşmak, iyiliği emretmek, faziletleri teşvik etmek ve hayır yapmaya başlamak suretiyle olur.

* Kamuoyunu, İslam'a ve onun yaşama yöntemine doğru kazanmaya, hayatın tüm alanlarını, her ferdin hukukunu koruyan, ondan görevlerini yapmasını isteyen, ona saygı gösteren, onun insanlığını ve saygınlığını koruyan İslami boya ile renklendirmeye koyulmak.

* Bundan sonra da İslam topraklarını, her türlü gayri İslami yabancı güçlerden kurtarmak. Bu gücün siyasi, iktisadi, ruhi, ahlaki veya bir başkası olması fark etmez.

Her vatansever, önce kendi vatanını kurtarmaya başlamalı. Sonra da yabancı güçlerin saldırısına uğrayan diğer İslam bölgelerini kurtarmak için gücünün yettiği kadar mal, vakit ve gayret sarf etmek suretiyle katkıda bulunmalıdır.

* Hükümeti, hakkıyla İslami oluncaya kadar ıslah etmek. Böylece o, ümmetin hizmetçisi, işçisi ve onun yararını gözeten bir memur gibi görevini yerine getirir. Bir hükümetin üyeleri Müslüman, İslami farzları yerine getiren, Allah'ın emirlerine açıkça isyan etmeyen kişiler oldukları ve İslam'ın ahkamını, ahlakını ve adabını uyguladıkları sürece o hükümet İslamidir.

* Hükümete, sürekli olarak görevlerini hatırlatmak, İmam el-Benna'nın siyasi çalışma alanındaki anlayışından kaynaklanmaktadır. Bu görevler şunlardır:

-Halkı bilinçlendirmek,

-Vatandaşlara şefkatli davranmak, İslam kanununun onlara tatbikinde aralarında adaleti sağlamak,

-Servetin artmasına, iyi yönetilmesine ve muhafazasına çalışmak,

-Kamunun malını korumak ve israf etmemek,

-Allah'ın ve Müslümanların düşmanlarını korkutacak güç hazırlamak,

-İslam davetini "dinde zorlama yoktur" prensibi çerçevesinde Müslüman ve gayrimüslim halk arasında yaymak,

-Toplum barışını bozmamak,

-Faziletleri yaymak ve kötülüklerle savaşmak.

Bu hükümet, bu görevlerini yerine getirdiği taktirde bağlılık, itaat, mal ve gayretle yardım isteme hakkına sahip olur. Hatta şartlar gerektirdiği zaman canla başla yardım etmek gerekir. Nitekim kendine yol gösterilmesini isteme hakkı da vardır.

Bunları yerine getirmediği zaman, önce düzelmesi için nasihat edilmesi gerekir, ondan sonra da ya karşı çıkılarak protesto edilir veya görevden uzaklaştırılır.

* İslam ümmetini, yeniden uluslararası alanda var kılabilmek için gayret sarf etmenin, Hasan el-Benna'nın İslam için çalışma anlayışı arasında önemli bir yeri vardır.

Bu da ancak şu şekilde olur:

-Islah ve tecdid çalışmalarını yaygınlaştırmak,

-İslam dünyasını oluşturan toplulukların sözbirliği etmesi,

-İslam ülkelerini kültürel, fikri, ilmi ve iktisadi olarak birbirine yaklaştırmaya çalışmak,

-Böyle bir çalışma siyasi yakınlaşmada etkili olacak olan önceki yakınlaşmalar için bir sonuçtur. Çünkü bunların tümü, Müslümanların sözünü bir araya getirecek ve onlardan hedef ve gayeleri bir olan tek İslam milleti yapacak olan İslam hilafetini yeniden kurma yolundaki siyasi adımlar ve gerçek hazırlıklardır.

İmam el-Benna'nın İslam için çalışma anlayışının arasında şu da yer almaktadır: İslam prensiplerini adalet ve şefkatle öncü kılmak ve tüm dünyaya lider yapmak için Allah'ın sözünün, şeriatının ve yönteminin yeniden gelmesine çalışmak.

Netice itibariyle İmam el-Benna'nın kitap ve risalelerinin gösterdiği, cemaatin uygulamalı faaliyetlerinin ve çalışmalarının da delalet ettiği gibi bu ıslah ve tecdid anlayışı ihlastan yoksun ise hiçbir kıymet ifade etmez. Aynı şekilde Allah katında da bir kıymeti olmaz. Çünkü ihlası yok olmuş cihadın, amelin ya da sözün, Allah katında; insanların, alemlerin Rabbinin huzurunda ayakta durduğu bir günde hiçbir değeri bulunmaz.

* * * * * * * * *  * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

İslâm ümmetinin ulusçu anlayışlarla ve birtakım entrikalarla dağılıp izzetini savunacak otoriteden yoksun bırakılmasından sonra yeniden bu izzete ve otoriteye kavuşması, İslâm ahkâmının hayata hâkim kılınması için başlatılan davanın en önde gelen öncülerinden olduğu için haklı olarak "İmam" ve "Genel Mürşid" unvanı alan Hasan el-Benna 1906'da Mısır'da doğdu. Âlim bir aileye mensuptu. Küçük yaşlarda İslami bilgi ve terbiyeyle donanan el-Benna dininin gereklerini yerine getirme ve başkalarını teşvik ve uyarmada çok gayretliydi. Daha küçük yaşlardayken kardeşiyle birlikte "Emr-i bi'l Maruf Cemiyeti"ni kurdu.

İmam Hasan el-Benna inandığı İslam davasını halka anlatmak ve onları bu istikamette bir araya getirmek istiyordu. Bunun için de halka inmek gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini İsmailiyye'de öğretmenlik yaptığı sıralarda yakın arkadaşlarına açarak beraber çalışmayı teklif etti. Arkadaşlarıyla beraber İslam'ı tebliğ için kahvehanelere ve mahalle aralarına kadar giderek oralarda vakit öldüren halka hoşgörüyle yaklaşıp sıcak sohbetlerle İslam'ı anlatıyorlardı. Bu yolla sayıları gittikçe artıyordu. Bu çalışmaları yanında öğretmenlik mesleğini de sürdüren el-Benna, arkadaşlarıyla beraber 1929'da merkezi İsmailiyye'de olan "Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin)" adlı teşkilatı kurdu. Çalışmalarına büyük bir heyecanla başlayan İhvan köy köy, şehir şehir İslami davayı anlatıyordu.

Bir süre sonra Hasan el-Benna'nın öğretmenlik görevi Kahire'ye nakledildi. Dolayısıyla teşkilatın genel merkezi de Kahire'ye getirildi. Müslüman Kardeşler'in son derece ihlas ve samimiyetle yürüttüğü çalışmalar Kahire'de ilgiyle karşılandı ve kısa sürede teşkilatın çemberi büyük ölçüde genişledi. Teşkilatın çalışmaları sonucu Mısır'ın birçok yerinde enstitüler, okullar, hastaneler açıldı. Kahire'de günlük "İhvan-ı Müslimin" adında bir gazete yayınlanmaya başlandı. Bu gazete Hasan el-Benna'nın minberi vazifesini görüyor ve bu yolla dava halka daha iyi anlatılıyordu. Teşkilat kısa sürede iyice genişledi ve Mısır dışında birçok Arap ülkesinde şubeleri açıldı. İslam âlemindeki en güçlü teşkilat haline geldi.

O tarihte krallıkla yönetilen Mısır'da, kral ve hükümet bu teşkilattan endişe duymaya başladı. İslam âlemindeki Müslümanların hepsinin İslam prensiplerine bağlanarak beraber hareket etmeleri halinde dünyadaki mevcut stratejinin tersine döneceğinden korkan İngiltere, Fransa ve Amerika gibi emperyalist ülkeler de bu teşkilatın önünün alınmasını istiyorlardı. Özellikle İngiltere bu teşkilatın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı yapmaya başladı. Nihayetinde Mısır hükümeti bu hareketi yasadışı ilan etti ve çalışmalarını engellemeye başladı. Ancak tamamen kapatmaya muvaffak olamadı. Teşkilatı kapatmayı ve etkisiz hale getirmeyi başaramayan zihniyet liderini ortadan kaldırmayı planladı. Ve çok geçmeden 12 Şubat 1949'da Hasan el-Benna Kahire'de sokak ortasında vurularak şehit edildi.

Yüce Allah amelini makbul, mekânını cennet eylesin. Bizi de onun bıraktığı ilmi ve fikri mirastan hakkıyla istifadeye muvaffak kılsın.

Fethi Yeken'in kaleminden Hasan el-Benna:

17 Ekim 1906'da Mısır'ın Mahmudiye kentin de doğan Hasan el-Benna dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babası hadis alimi idi. Hadis konusunda bizzat kendisinin de yazdığı eserler vardır. İşte böyle ilmi bir yuvada büyüyen Benna ilim, takva ve zühd atmosferinde çok güzel yetişmiştir. Daha küçük yaşlarda üstün bir zekaya sahip olduğu gözleniyordu. Gece namazlarına ve pazartesi, perşembe günleri oruçlarına devam ediyordu. Küçük yaşlarında Kur'an-ı Kerimi yarısına kadar ezberleyen Benna 15 yaşlarında hıfzını tamamladı.

Yüzünün hatlarında devamlı bir elem ve hüzün görünüyordu. Kalbinde müslümanların dertlerine çareler arama aşkı vardı. Onun bu hali zaman zâman bazı kötülükleri bizzat kendi eliyle değiştirmeye götürüyordu.

Nafile ibadetlere devam etmesiyle ruhu enginleşmiş ve nefsi daha da paklaşmıştı. Ayrıca daha talebelik yıllarındaki İslâmi çalışmalarından dolayı da genel kültürü oldukça gelişmişti. Okuduğu medrese de "kötülüklere karşı mücadele" adında bir teşkilat kurarak bazı önemli şahsiyetlere mektuplar gönderip, onlara nasihat etmeye ve onların dikkatlerini toplumdaki kötülüklere çekmeye başlamıştı.

Liseden mezun olduğunda Mısır'daki tüm talebeler arasındaki sıralamada beşinciydi. Üniversiteyi ise."Darul Ulum"da okumuştu. Üniversiteyi bitirme imtihanlarını verirken onsekizbin şiir beyti ve bir o kadarda nesir ezberlemişti. Darul Ulum'u bitirdiğinde onun ayarında talebe yoktu. Çünkü birincilikle bitirmişti.

Üniversiteyi bitiren Hasan el-Benna İsmailiye'deki okullardan birine tayin edilmişti. O zaman İngilizlerin tüm güçleri İsmailiye'de toplanmıştı. Okullarda Avrupa usulü eğitim yapılıyordu. İsmailiye bu haliyle sanki Londra'nın muhitlerinden birini andırıyordu.

Halkın çoğu ise bir İngiliz şirketi olan "Suveys"te isçiydiler. Hasan el-Benna İngilizlerin Mısır halkını ezdiğini ve onu zelil ettiğini görüyordu. Mısır halkı sanki onların kölesiydi. Her türlü fesat almış yürümüş ve haramlar mübahlaştırılmıştı. Özellikle 1924'de Atatürk tarafından hilafet yıkıldıktan sonra bu durum daha da artmıştı. Diğer taraftan Benna batılıların İslâmı ortadan kaldırmak için yaptığı çalışmaları gördükçe kalbi parçalanıyordu. İşte Benna o dönemleri anlatırken şöyle diyordu: "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bu hallerin tesirinden bazen ağlama durumuna gelirdik." Derken Hasan el-Benna kendilerinde hayır alemetleri olan bazı kişilerle irtibata geçiyordu. Kendisiyle birlikte altı kişi biraraya gelerek İslâmi çalışmaların çekirdeğini oluşturmak için anlaştılar. Benna bu kurduğu teşkilatına yeni bir isim almaması için "Biz Müslüman Kardeşleriz" dedi ve cemiyetin adı "Ihvan-i Müslimin" oldu. Benna ilk davetine İsmailiye'de baslamıştı. Çalışmalarını bereketlendiren Allah Teâlâ onun elleriyle kahvelerde zamanlarını boşa geçiren insanlardan İslâm davası için mümtaz şahıslar yetiştirmişti. Bunlara örnek olarak İslâm davasının ilk öncülerinden Şeyh Muhammed Fergali İngiliz komutanının karşısına dikilmiş şöyle diyordu: "Beni bu İsmailiye'den sadece bir kişinin emri çıkartabilir. O da Hasan el-Benna" ' Hasan el-Benna İsmailiye'deki çalışmaları genişleyince ve tüm gayretlerini İslâm için tahsis edince İsmailiye'den Mısır'ın baskenti olan Kahire'ye tasındı. İhvan-ı Müslimin'in merkezini orada kurdu.

Bütün gayretlerini İslâma davet ve onu tanıtma yolunda harcadı. Köyleri gezdi, şehirleri dolaştı. Gittiği her yere bir şube açıyordu. Öyle ki bir kaç sene içinde İhvanın hareketi Mısır'ın gözünü ve kulağını doldurmuştu. Her tarafta ona katılmalar oluyor ve Mısır'ın evlatları onun kanatları altına giriyordu. Bunu gören hükümet İhvanın yayılmasından korkarak onu kontrol etmek için her türlü çareye basvuruyordu.

Hasan el-Benna'yı gizli istihbarattan bir çok kişi takip etmeye başlamıştı. O nereye giderse onlarda peşinden ayrılmıyorlardı. Derken 1947 senesinde Hasan el-Benna bazı mücahidlerini Filistin'e gönderiyordu. Filistin dağlari ve köyleri daha önce görmedikleri ender mücahidler görmeye başlamışlardı. Evet Filistin yahudiye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattırmak için ölümü hayata tercih eden insanlara şahit olmuştu.

Bu arada Kral Faruk, bu büyük gelişmelerden dolayı meseleyi İngilizlerle beraber düsünmeye başladı. Özellikle Kral Faruk'un Mısır ordusuna dağıttığı silahların bozuk olduğunun anlaşılmasından ve arapların hiyanetlerinin açığa çıkmasından sonra Kral Faruk için mesele iyice tehlikeliydi. Filistinde cihad eden İhvan-ı Müslimin Mücâhitlerinin Mısır'a gönderilmesinden korkan Faruk, Müslüman Kardeşleri tutuklatıp hapishanelere dolduruyordu. Dışarıda sadece Hasan el Benna kalmıştı. Kralın maksadı onu öldürtmekti. İste bu esnada Mahmud Abdulmecid gizli istihbarattan beş kişiyi Benna'yı öldürmeleri için gönderdi. Ve Kahire'nin en büyük meydanında Müslüman Gençler Teşkilatının önünde 12 Şubat 1949 tarihinde Hasan el-Benna kurşunlandı. Tedavi için hastaneye kaldırıldı. Bu arada Benna'ya müdahale edilmemesi ve kan kaybından ölmesi sağlandı.

Böylece ömrünün sonuna kadar tebliğ için çalışan Hasan el-Benna ruhunu tertemiz olarak Allah Teâlâ'ya teslim ediyordu. Cenazesini bir yaşlı babayla birlikte dört kadın kabre götürmüştü. Bölgede elektrikler kesilmiş ve bu dört kadın dehşet verici bir ortamda tankların arasında Benna'yı götürüp defnetmişlerdi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi müslümanlar Benna'nın cesedini çıkarıpta gösteri yapmasınlar diye mezarının başında nöbet tutturuyordu.

Hasan el-Benna dünyayı terketmiş Kral Faruk'ta Hasan el-Benna korkusundan rahata kavuşmuştu. O öldüğünde çocuklarına ihtiyaçlarını giderecek bir şey bırakmamıştı. Hatta ev kirasını bile verecek durumları yoktu.

Faruk, Hasan el-Benna'dan kurtulmuştu ama geriye bir problem kalmıştı. O da İhvan-ı Müsliminin Filistinde hala cihada devam eden mücahid gruplarıydı. Bunlardan kurtulmak için Faruk, Mısır tanklarına ve askerlerine Filistin'e hareket emri verdi. Maksadı oradaki İhvan mensuplarını tutuklatmaktı. Ve tanklar kampların etrafindaki duvarları döverek mücahidleri ya teslim olmak ya da üzerlerine topların atılmasına razı olmak arasında seçim yapmaya zorladılar. Mücahidlerde etrafın cehenneme çevrilmesini istemediklerinden teslim oldular. Oradan hapishaneye taşınan mücahidler böylece duvarlar arkasına terkediliyordu.

Gerçek şu ki liderlikte büyüklüğün belli bir ölçüsü yoktur. Bazen olur ki büyüklük ilmi yönden olur. Bazen büyük bir fatih veya keşifçi, ya da bir ruhi terbiyeci yahud da bir siyasi lider büyük olabilir. Fakat kalıcılığı bakımından en büyük lider ümmeti yeniden inşa eden, yeni nesillerin yetişmesini sağlayan ve tarihin gidişatını değiştiren liderlerdir.

İste Hasan el-Benna bu kalıcı liderlerden birisi, belki de yirminci yüzyilda İslâm tarihinde en göze çarpanlardandı. Onun bu büyüklüğü sadece alim oluşundan veya iyi bir hatipliğinden ya da siyaset adamı oluşundan değil, İslâm davasını bina eden yeni bir nesil yetiştirmesinden ve özelde Mısır'ın genelde de İslâm aleminin tarihini sarsmasındandır. Bu gün dahi onun şiddetli sarsmasından olaylar gidişatını değiştirmektedir.

Mısır'ın yeni tarihini yazmak isteyen herhangi bir tarihçi, yahut Filistin meselesini yazmak isteyen birisinin Hasan el-Benna'yı yazmadan bu konuları yazamaması onun büyüklügünü göstermeye kafidir.

Tarihçilerin her ne kadar Hasan el Benna hakkında kendilerine özgü ayrı ayrı görüşleri olsa da, hepsi de olayların meydana gelişinde Hasan el-Benna'nın büyük tesirleri olduğunda ittifak etmektedirler.

Bu olaylar ki yarım asırdan günümüze kadar hala tesirini devam ettirmektedir. İsterse günümüzdeki insanlar onun kıymetini bilmesinler ve isterlerse onun hayatında veya şehadetinden sonra da onu gereği gibi takdir etmemiş olsunlar. Bu durum bütün liderler için böyledir. İnsanların veya ileri gelenlerin onun kıymetini gereği gibi bilememeleri El-Benna'ya en ufak bir zarar veremez.

Gerçek su ki, İslâm önderleri tarihte hiç bir zaman insanlar bilsinler ve taktir edip methetsinler diye, çalışmamışlardır. Bilakis İslâm onları öyle özel bir duruma getirmiştir ki, tarihte bizden başka milletler bu önderleri pek bilemezler. Çünkü İslâm onları ruhi terbiye ve büyük bir iman üzere yetiştirir. Öyle ki o ruhaniyet özel bir anlayış kazandırmış, hayatın gerçek yönlerini ve varlığın sırlarını öğretmiştir.

İslâm onları öyle yetiştirmiştir ki en üstün fedakarlıkları yaparlar ve insanlığa karsı çok büyük bir muhabbet beslerler. İşte Islâm önderlerini kendi aralarındaki bazı mizaç farklılıklarıyla birlikte onların genel durumu budur. Onlar Allah rızasından başka hiç bir şey de istemezler. Sadece Allah'ın hesabından korkar ve O'ndan sevap beklerler. Yalnız Allah'ın indinde itibarları olsun isterler. Hiç bir zaman kendileri için rahatlık ve huzuru talep etmezler, rahatlığı ancak Allah'a kavuşmakta ararlar. Onlarda şöhret veya methedilmeyi isteme, yahut makam hırsı veya haset bulunmaz. Onların dünya hayatı veya şehevi arzuları için herhangi bir iş yapmaları mümkün değildir. Onlar insanlardan karanlıkları kaldırmak için gönderilmiş bir nurdurlar. Gökyüzün de devamlı olarak parıldarlar. Onlar yeryüzünde ki topraklara karışmayan ve en yüksek bina ile en küçüğüne dahi vuran bir güneş şubesi gibidirler.

Yeryüzündeki tüm şer güçler, sömürgeciler, krallar, partiler, Ezher Üniversitesi ve fesat ehli Hasan el-Benna ile mücadele ettiler. O da bütün bunlara karşı savaştı. Halk bizzat kendi menfaatinden cahil kaldı. Hepsi de Hasan el-Benna'nın yolunu engellemek ve davasından alıkoymak için çalışmalarına rağmen o, yüce dağlar gibi, rüzgara ve balyozlara aldırış etmeden yoluna devam etti. O, yolunu tutmak için belki sağa sola sallanmıştır ama bütün tehditlere rağmen hiç bir zaman kasırgalardan etkilenerek davasından geriye adım atmamıştır. Dünya onun etrafinda kararmıs olsa da, o hiç bir zaman zafere olan kuvvetli imanından en ufak bir zayıflık göstermemiştir. Karşi kuvvetler ne kadar çok olsa da ve ne kadar üzerine çullansalarda o, hiç bir zaman mücadelesinde yenilmemiştir.

Bütün bunlara rağmen, tıpkı arkadaşlarına olduğu gibi düşmanlarına bile gönlü açıktı. O, hiç bir zaman düşmanlarından birine karşı hasetlikten dolayı tiksinmemiştir. Çünkü büyük insanların kalbinde hasede yol yoktur. Fakat onun tiksinmesi ve kerih görmesi, düşmanın batıla sapmasından, fesadından ve iftiralarındandı. Eğer düşmanı kötülük ve şeryolunda gitmeye devam ediyorsa ve halkın menfaatlerine zarar veriyorsâ onlardan nefret eder tiksinirdi. Tıpkı hakka karşı inatlık eden basiretsizlik göstererek anlayışsızlık yapan ve ahlaki bakımdan davayâ sıkıntı veren dostlarından nefret ettiği gibi.

Fakat Benna bütün bunlara rağmen Rasûlullah'ın Uhud günü yaralıyken ettiği şu duayı devamlı olarak ediyordu: "Allah'ım sen benim kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar bilmiyorlar." Düşmanları devamlı olarak ona karşı hile ve tuzakları sürdürürken o da düşmanlarına karşı sürekli şefkat ve nasihata devam ediyordu. Benna'nın bu hali, ta onu her türlü kuvvetten, makamdan ve yardımcıdan yoksun bir halde tek başına karanlıkta vurarak öldürdükleri zamana kadar devam etti.

Evet onu öldürdüler. Onlar kuvvetli Benna ise zayıftı. Onlar hükümran Benna ise bir kenara itilmişti. Onlar silahlı, Benna ise eli boştu. Evet Benna'yı öldürdüler, simdi onlar katil ve mücrim, Benna ise mutlu ve saadet içinde.

Daha sonra onlar halkın merhametinden kovulurken, Benna Allah'ın rahmetiyle bağışlanıyordu. Onlar şimdi batı ülkelerinde dağılmış vaziyette. Benna ise istirahatgahında. Allah O'na ve tüm mücahidlere bol bol rahmet etsin. ( Amin.)

Ve... böylece şehidler kervanına bir yiğit daha katılmış oldu. Ne mutlu şehidlerin yolunu sürdürenlere...

Hasan el Benna'nın Mektubu:


"Değerli kardeşlerim, dünya bugün Rusya'nın komünizmi ile Amerika'nın demokrasisi arasında bocalamakta, istikrar ve barışın tesisi için hangi yolu tutacağı konusunda şaşkınlık yaşamaktadır" diye başlayan mektup, şöyle devam ediyor :

"Siz ellerinizde semanın vahyinin ilaç şişesini tutuyorsunuz. Bu hakikati apaçık ve güçlü bir şekilde haykırmak, insanlığı İslam'ın yoluna çağırmak, boynumuzun borcudur. Devletimizin ve iktidarımızın olmaması bizim gücümüzden hiçbir şey kaybettirmez, zira çağrılar, gücünü kendinden alır, sonra o çağrıya inananların kalplerinden, sonra dünyanın ona ihtiyacından alır. Daha sonra Allah ne zaman diler ve takdir ederse o çağrıya destek vererek, onu hayata geçirir ."

Mısır'ın İngiltere'nin siyası nüfuzu altında bulunduğu dönemde kaleme aldığı mektubunda El-Benna, İslam dünyasının sömürüye boyun eğmeyeceğini de şu ifadeleriyle vurguluyor :

"Ülkeleri okyanustan okyanusa uzanan 400 milyon Müslüman, bir gaflet anından istifadeyle topraklarını işgal eden sömürgeciliğe asla boyun eğmeyecektir. Yeryüzünde 'La ilahe illallah, Muhammedu'r-Resulullah' diyen bir Müslümanın yaşadığı her karış toprağı, İslam vatanı sayarız ve sömürgecilikten kurtularak, hürriyetine kavuşması için çaba harcarız. Bu vatan doğuda Endonezya'dan batıda Kazablanka'ya kadar uzanır ."

Liderlerinin, siyasetçilerinin "Sömürge okulu öğrencisi" olması sebebiyle İslam dünyasının, birçok fırsatı kaçırdığını, mesela "1948 savaşı"nın sağladığı imkanları göremediği ve değerlendiremediği yorumunu yapan El-Benna, İhvan üyelerinin şiddetten uzak durmalarını ve daima saf ve temiz kalmalarını tavsiye ediyor.

Hasan el-Benna'nın mektubu şu ifadelerle son buluyor :
"Bu münasebetle size özellikle temizliği şiar edinmeyi tavsiye ediyorum. Özde, sözde, gönülde, düşüncede, eylemde, söylemde, yemede-içmede, temizlik şiarımız olsun. Resulullah -Aleyhissalatu vesselam- ümmetine temizlik ve zarafet noktasında insanlar arasında hemen göze çarpan bir benek gibi olmayı tavsiye etmiştir. Fıkıh kitaplarımız, taharet bahsiyle başlar. Yine sahih bir Hadis-i Şerif'te 'cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı taharet'tir buyrulmuştur. 'Allah tövbe edenleri sever ve temizlenenleri sever' buyuran Allah, doğru söylemiştir. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun ."


 
 
 
FETHİ YEKEN'İN DİLİNDEN HASAN EL BENNA
17 Ekim 1906'da Misir'in Mahmudiye kentin de dogan Hasan el-Benna dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babasi hadis alimi idi. Hadis konusunda bizzat kendisinin de yazdigi eserler vardir. Iste böyle ilmi bir yuvada büyüyen Benna ilim, takva ve zühd atmosferinde çok güzel yetismistir. Daha küçük yaslarda üstün bir zeka ya sahip oldugu gözleniyordu. Gece namazlarina ve pazartesi, persembe günleri oruçlarina devam ediyordu. Küçük yaslarinda Kur'an-i Kerimi yari sina kadar ezberleyen Benna 15 yaslarinda hifzi ni tamamladi.

Yüzünün hatlarinda -devamli bir elem ve hü zün görünüyordu. Kalbinde müslümanlarin dertlerine çareler arama aski vardi. Onun bu hali za man zâman bazi kötülükleri bizzat kendi eliyle degistirmeye götürüyordu.

Nafile ibadetlere devam etmesiyle ruhu en ginlesmis ve nefsi daha da ,paklasmisti. Ayrica daha talebelik yillarindaki Islâmi çalismalarin dan dolayi da genel kültürü oldukça gelismisti. Okudugu medrese de "kötülüklere karsi mücadele" adinda bir teskilat kurarak bazi önemli sahsiyetlere mektuplar gönderip, onlara nasihat etmeye ve onlarin dikkatlerini toplumdaki kötü lüklere çekmeye baslamisti.

Liseden mezun oldugunda Misir'daki tüm talebeler arasindaki siralamada besinciydi. Üniversiteyi ise."Darul Ulum"da okumustu. Universiteyi bitirme imtihanlarini verirken onsekizbin siir beyti ve bir o kadarda nesir ezberlemisti. Darul Ulum'u bitirdiginde onun ayarinda talebe yoktu. Çünkü birincilikle bitirmisti.

Üniversiteyi bitiren Hasan el-Benna Ismaili ye'deki okullardan birine tayin edilmisti. O zaman Ingilizlerin tüm güçleri Ismailiye'de toplan misti. Okullarda Avrupa usulü egitim yapiliyordu. Ismailiye bu haliyle sanki Londra'nin muhit lerinden birini andiriyordu.

Halkin çogu ise bir Ingiliz sirketi olan "Su veys"te isçiydiler. Hasan el-Benna Ingilizlerin Misir halkini ezdigini ve onu zelil ettigini görüyordu. Misir halki sanki onlarin kölesiydi. Her türlü fesat almis yürümüs ve haramlar mübahlastirilmisti. Özellikle 1924'de Atatürk tarafindan hilafet yikildiktan sonra bu durum daha da artmisti. Diger taraftan Benna batililarin Islâmi ortadan kaldirmak için yaptigi çalismalari gördükçe kalbi parçalaniyordu. Iste Benna o dönemleri anlatirken söyle diyordu: "Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldirmak için ne kadar düsündük. Bu hallerin tesirinden bazen aglama durumuna gelirdik." Derken Hasan el-Benna kendilerinde hayir alemetleri olan bazi kisilerle irtibata geçiyordu. Kendisiyle birlikte alti kisi biraraya gelerek Islâmi çalismalarin çekirdegini olusturmak için anlastilar. Benna bu kurdugu teskilatina yeni bir isim almamasi için "Biz Müslüman Kardesleriz" dedi ve cemiyetin adi "Ihvan-i Müslimin" oldu. Benna ilk davetine Ismailiye'de baslamisti. Çalismalarini bereketlendiren Allah Teâlâ onun elleriyle kahvelerde zamanlarini bosa geçiren insanlardan Islâm davasi için mümtaz sahislar yetistirmisti. Bunlara örnek olarak Islâm davasinin ilk öncülerinden Seyh Muhammed Fergali Ingiliz komutaninin karsisina dikilmis söyle diyordu: "Beni bu Ismailiye'den sadece bir kisinin emri çi kartabilir. O da Hasan el-Benna" ' Hasan el-Benna Ismailiye'deki çalismalari ge nisleyince ve tüm gayretlerini Islâm için tahsis edince Ismailiye'den Misir'in baskenti olan Kahi re'ye tasindi. Ihvan-i Müslimin'in merkezini orada kurdu.

Bütün gayretlerini Islâma davet ve onu tanit ma yolunda harcadi. Köyleri gezdi, sehirleri do lasti. Gittigi her yere bir sube açiyordu. Öyle ki bir kaç sene içinde Ihvanin hareketi Misir'in gö zünü ve kulagini doldurmustu. Her tarafta ona katilmalar oluyor ve Misir'in evlatlari onun ka natlari altina giriyordu. Bunu gören hükümet Ih vanin yayilmasindan korkarak onu kontrol etmek için her türlü çareye basvuruyordu.

Hasan el-Benna'yi gizli istihbarattan bir çok kisi takip etmeye baslamisti. O nereye giderse on larla pesinden ayrilmiyorlardi. Derken 1947 se nesinde Hasan el-Benna bazi mücahidlerini Filis tin'e gönderiyordu. Filistin daglari ve köyleri da ha önce görmedikleri ender mücahidler görmeye baslamislardi. Evet Filistin yahudiye kuvvetli bir ders vermek ve onlara zilleti tattirmak için ölümü hayata tercih eden insanlara sahit olmustu.

Bu arada Kral Faruk, bu büyük gelismeler den dolayi meseleyi Ingilizlerle beraber düsünme ye basladi. Özellikle Kral Faruk'un Misir ordusu na dagittigi silahlarin bozuk oldugunun anlasil masindan ve araplarin hiyanetlerinin açiga çik masindan sonra Kral Faruk için mesele iyice teh likeliydi. Filistinde cihad eden Ihvan-i Müslimin Mücâhitlerinin Misir'a gönderilmesinden korkan Faruk, Müslüman Kardesleri tutuklatip hapisha nelere dolduruyordu. Disarida sadece Hasan el Benna kalmisti. Kralin maksadi onu öldürtmekti. Iste bu esnada Mahmud Abdulmecid gizli is tihbarattan bes kisiyi Benna'yi öldürmeleri için gönderdi. Ve Kahire'nin en büyük meydaninda Müslüman Gençler Teskilatinin önünde 12 Subat 1949 tarihinde Hasan el-Benna kursunlandi. Te davi için hastaneye kaldirildi. Bu arada Benna'ya müdahale edilmemesi ve kan kaybindan ölmesi saglandi.

Böylece ömrünün sonuna kadar teblig için çalisan Hasan el-Benna ruhunu tertemiz olarak Allah Teâlâ'ya teslim ediyordu. Cenazesini bir yasli babayla birlikte dört kadin kabre götürmüstü. Bölgede elektrikler kesilmis ve bu dört kadin dehset verici bir ortamda tanklarin arasinda Benna'yi götürüp defnetmislerdi. Bütün bunlar yetmiyormus gibi müslümanlar Benna'nin cesedini çikaripta gösteri yapmasinlar diye mezarinin basinda nöbet tutturuyordu.

Hasan el-Benna dünyayi terketmis Kral Faruk'ta Hasan el-Benna korkusundan rahata kavusmustu. O öldügünde çocuklarina ihtiyaçlarini giderecek bir sey birakmamisti. Hatta ev kirasini bile verecek durumlari yoktu.

Faruk, Hasan el-Benna'dan kurtulmustu ama geriye bir problem kalmisti. O da Ihvan-i Müsli minin Filistinde hala cihada devam eden mücahid gruplariydi. Bunlardan kurtulmak için Faruk, Misir tanklarina ve askerlerine Filistin'e hareket emri verdi. Maksadi oradaki Ihvan mensuplarini tutuklatmakti. Ve tanklar kamplarin etrafindaki duvarlari döverek mücahidleri ya teslim olmak ya da üzerlerine toplarin atilmasina razi olmak arasinda seçim yapmaya zorladilar. Mücahidlerde etrafin cehenneme çevrilmesini istemediklerinden teslim oldular. Oradan hapishaneye tasinan mücahidler böylece duvarlar arkasina terkediliyordu.

Gerçek su ki liderlikte büyüklügün belli bir ölçüsü yoktur. Bazen olur ki büyüklük ilmi yönden olur. Bazen büyük bir fatih veya kesifçi, ya da bir ruhi terbiyeci yahud da bir siyasi lider bü yük olabilir. Fakat kaliciligi bakimindan en büyük lider ümmeti yeniden insa eden, yeni nesille rin yetismesini saglayan ve tarihin gidisatini degistiren liderlerdir.

Iste Hasan el-Benna bu kalici liderlerden birisi, belki de yirminci yüzyilda Islâm tarihinde en göze çarpanlardandi. Onun bu büyüklügü sadece alim olusundan veya iyi bir hatipliginden ya da siyaset adami olusundan degil, Islâm davasini bina eden yeni bir nesil yetistirmesinden ve özelde Misir'in genelde de Islâm aleminin tarihini sars masindandir. Bu gün dahi onun siddetli sarsmasindan olaylar gidisatini degistirmektedir.

Misir'in yeni tarihini yazmak isteyen herhangi bir tarihçi, yahut Filistin meselesini yazmak isteyen birisinin Hasan el-Benna'yi yazmadan bu konulari yazamamasi onun büyüklügünü göstermeye kafidir.

Tarihçilerin her ne kadar Hasan el Benna hakkinda kendilerine özgü ayri ayri görüsleri olsa da, hepsi de olaylarin meydana gelisinde Hasan el-Benna'nin büyük tesirleri oldugunda ittifak etmektedirler.

Bu olaylar ki yarim asirdan günümüze kadar hala tesirini devam ettirmektedir. Isterse günümüzdeki insanlar onun kiymetini bilmesinler ve isterlerse onun hayatinda veya sehadetinden sonra da onu geregi gibi takdir etmemis olsunlar. Bu durum bütün liderler için böyledir. Insanlarin veya ileri gelenlerin onun kiymetini geregi gibi bilememeleri El-Benna'ya en ufak bir zarar veremez.

Gerçek su ki, Islâm önderleri tarihte hiç bir zaman insanlar bilsinler ve taktir edip methetsinler diye, çalismamislardir. Bilakis Islâm onlari öyle özel bir duruma getirmistir ki, tarihte bizden baska milletler bu önderleri pek bilemezler. Çünkü Islâm onlari ruhi terbiye ve büyük bir iman üzere yetistirir. Oyle ki o ruhaniyet özel bir anlayis kazandirmis, hayatin gerçek yönlerini ve varligin sirlarini ögretmistir.

Islâm onlari öyle yetistirmistir ki en üstün fedakarliklari yaparlar ve insanliga karsi çok büyük bir muhabbet beslerler. Iste Islâm önderlerini kendi aralarindaki bazi mizaç farkliliklariyla birlikte onlarin genel durumu budur. Onlar Allah rizasindan baska hiç bir sey de istemezler. Sadece Allah'in hesabindan korkar ve O'ndan sevap beklerler. Yalniz Allah'in indinde itibarlari olsun isterler. Hiç bir zaman kendileri için rahatlik ve huzuru talep etmezler, rahatligi ancak Allah'a kavusmakta ararlar. Onlarda söhret veya methedilmeyi isteme, yahut makam hirsi veya haset bulunmaz. Onlarin dünya hayati veya sehevi arzulari için herhangi bir is yapmalari müm kün degildir. Onlar insanlardan karanliklari kaldirmak için gönderilmis bir nurdurlar. Gökyüzün de devamli olarak parildarlar. Onlar yeryüzünde ki topraklara karismayan ve en yüksek bina ile en küçügüne dahi vuran bir günes subesi gibidirler.

Yeryüzündeki tüm ser güçler, sömürgeciler, krallar, partiler, Ezher Üniversitesi ve fesat ehli Hasan el-Benna ile mücadele ettiler. O da bütün bunlara karsi savasti. Halk bizzat kendi menfaatinden cahil kaldi. Hepsi de Hasan el-Benna'nin yolunu engellemek ve davasindan alikoymak için çalismalarina ragmen o, yüce daglar gibi, rüzgara ve balyozlara aldiris etmeden yoluna devam etti. O, yolunu tutmak için belki saga sola sallanmistir ama bütün tehditlere ragmen hiç bir zaman kasirgalardan etkilenerek davasindan geriye adim atmamistir. Dünya onun etrafinda kararmis olsa da, o hiç bir zaman zafere olan kuvvetli imanindan en ufak bir zayiflik göstermemistir. Karsi kuvvetler ne kadar çok olsa da ve ne kadar üzeri ne çullansalarda o, hiç bir zaman mücadelesinde yenilmemistir.

Bütün bunlara ragmen, tipki arkadaslarina oldugu gibi düsmanlarina bile gönlü açikti. O, hiç bir zaman düsmanlarindan birine karsi hasetlikten dolayi tiksinmemistir. Çünkü büyük insanlarin kalbinde hasede yol yoktur. Fakat onun tiksinmesi ve kerih görmesi, düsmanin batila sap masindan, fesadindan ve iftiralarindandi. Eger düsmani kötülük ve seryolurida gitmeye devam ediyorsa ve halkin menfaatlerine zarar veriyorsâ onlardan nefret eder tiksinirdi. Tipki hakka karsi inatlik eden basiretsizlik göstererek anlayissizlik yapan ve ahlaki bakimdan davayâ sikinti veren dostlarindan nefret ettigi gibi.

Fakat Benna bütün bunlara ragmen Rasûlullah'in Uhud günü yaraliyken ettigi su du ayi devamli olarak ediyordu: "Allah'im sen benim kavmimi hidayete erdir. Çünkü onlar bilmiyor lar." Düsmanlari devamli olarak ona karsi hile ve tuzaklari sürdürürken o da düsmanlarina karsi sürekli sefkat ve nasihata devam ediyordu. Benna'nin bu hali, ta onu her türlü kuvvetten, makamdan ve yardimcidan yoksun bir halde tek basina karanlikta vurarak öldürdükleri zamana kadar devam etti.

Evet onu öldürdüler. Onlar kuvvetli Benna ise zayifti. Onlar hükümran Benna ise bir kenara itilmisti. Onlar silahli, Benna ise eli bostu. Evet Benna'yi öldürdüler, simdi onlar katil ve mücrim, Benna ise mutlu ve saadet içinde.

Daha sonra onlar halkin merhametinden kovulurken, Benna Allah'in rahmetiyle bagislaniyordu. Onlar simdi bati ülkelerinde dagilmis vaziyette. Benna ise istirahatgahinda. Allah O'na ve tüm mücahidlere bol bol rahmet etsin. ( Amin.)