Seyyid Kutub'un Gazze'ye yazdığı mektup
Medeniyet Düşünce ve Kültür Bülteni Seyyid Kutup'un Gazze için yazdığı bir mektubu çevirdi...
Medeniyet Düşünce ve Kültür Bülteni, 2006 Haziran'ında çıktığı yolculuğunu aynı hassasiyet ve düşüncelerle daha azimli ve daha istikrarlı bir biçimde sürdürmeyi amaç ediniyor. Bültenin 13. sayısının kapak konusu Gazze: İslam ümmetinin kanayan yarası, dinmeyen acısı Gazze. "Filistin Mücadelesine Kısa Bir Bakış" başyazısıyla Abdurrahim Elveren, ümmetin bu kanayan yarasını sarmaya çalışıyor. "Gün Filistinlilerle dayanışma günüdür." diyerek de bizleri Filistinli ve Gazzeli Müslüman kardeşlerimizin yardımına ve direnişine çağırıyor. Yazarlarının her biri farklı bir yönünü ele aldığı Gazze, Prof. Dr. Ahmet Ağırakça'nın kaleminde "Destan"laşıyor. Süleyman Karakuş'un kaleminde "İnsanlığın İmtihan Edildiği Yer", Oktay Yılmaz'ın kaleminde "Direniş", Osman Atalay'ın kaleminde ise "İnancın, Direnişin ve Sabrın Şehri" oluyor. Ramazan Tuğ "Zulme engel olamıyorsak hiç olmazsa ortak olmayalım" çağrısında bulunuyor bütün Müslümanlara. Hayatını iman ve İslam davasına harcamış ve bu uğurda canını feda etmiş merhum şehit Seyyid Kutup da, daha o zamanlarda "Gazze'nin direnişçi kahramanlarını" selamlıyor, onlara ve bütün İslam dünyasına gelmesi pek yakın olan zaferi müjdeliyor.
Bültende Abdurrahim Elveren'in çevirdiği Seyyid Kutub'un "Gazze'nin direniş kahramanlarına" başlıklı yazısından fragmanlar...
Mezarımda uyuduğum bunca yıldan sonra, direniş ve izzet toprağı Gazze'den gelen sayısız şehit kardeşimin ziyareti beni harekete geçirdi. İstedim ki onlardan geriye kalanlara mezarımdan bir mektup yollayayım.
(...) Ey Gazze halkı! Bu mektubu, akmaya devam eden kanımla yazıyorum. Kanımla yazıyorum ki size Gazze'de bir meşale olsun. Alnım açık, başım dik bir şekilde zulüm, küfür ve inkar düzenine karşı geldiğim ve "La ilahe illallah" inancım yüzünden şehit edildiğim zamandan beri birçoklarına bir meşale olduğu gibi...
Temel inanç ve değerlere bağlılık bir açıdan temiz kanı akıtabilmek anlamına geliyor, öbür açıdan bu zaferin ilk habercisidir de. Yüce Allah'ın vaadi kesinlikle gerçekleşecektir: "Şüphesiz biz peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında mutlaka yardım ederiz." (Mü'min, 51)
İnsanlar bazı peygamberlerin öldürüldüğüne, bazılarının da yalanlanmış, yurdundan ve kavminden kovulmuş olduğuna, bazı müminlerin işkenceye uğradığına, bazılarının ateş dolu hendeklere atıldığına, bazılarının şehit edildiğine, bir kısmının da sıkıntı, şiddet ve eziyet altında yaşadığına şahit olurken o halde dünya hayatında yardım ve zaferle ilgili olarak Yüce Allah'ın bu vaadi nerede? Şeytan işte bu kapıdan nefislere girer ve vesvese verir.
Fakat insanlar olayların zahirine bakıp kıyaslama yaparlar; böylece değerlendirme yaparken birçok değer ve hakikatten bigane kalırlar. Şu kesin ki, insanlar zaman denen olgunun çok kısa bir bölümüne göre, sınırlı bir mekana göre değerlendirme yaparlar. Bunlar basit, insanî kıstaslardır.
Kapsamlı kıstas ise olayları zamanlar ve mekanlar üstü olarak geniş bir sahada ele alır; asırla asır ve mekanla mekan arasına sınır koymaz.
(...) Zafer Nedir, Hezimet Nedir ?
"Yüce Allah'ın dünya hayatında peygamberlerine ve müminlere zafer vaadi nerede?" diye sormadan evvel görüntü ve değerlerle ilgili bizim yorumumuz nedir diye bakmaya ihtiyacımız var.
Bununla birlikte yakın ve görünür bir şekilde zaferin tamamlandığı birçok durum vardır. Bu, bahsedilen yakın görünür şekiller, baki ve sabit şekillere bağlandığında gerçekleşir.
Hz. Muhammed (sav) hayattayken zafere ulaştı; çünkü bu zafer bu akidenin yeryüzünde tam anlamıyla ve bütün yönleriyle ikame edilmesiyle bağlantılıdır. Ve bu akide ferdin yüreğinden egemen olan devlete kadar insanlığın toplumsal hayatını ve genel gidişatını kuşatmadan tamama ermez.
Bu yüzden Allah diledi ki, bu akidenin önderini hayattayken zafere ulaştırsın. Ki bu akideyi kamil manada gerçekleştirsin ve bu hakikati yaşanmış, sınırlı bir tarihi vakıada yaşanmış olarak bıraksın; böyle olunca yakın vadeli zafer, uzun vadeli zafere bağlandı. Allah'ın takdiri ve düzenlemesiyle görünen suret, hakiki suretle birleşti.
(...)
Yardım ve Zafer Neden Gecikiyor
ZAFER GECİKİYOR; çünkü mümin ümmetin bünyesi henüz tam olgunluğa eremedi, bütünlüğe ulaşamadı, gücünü toplayamadı, bütün hücreleri potansiyelini ve gücünü kavrayarak harekete geçip birleşemedi. Bu durumdayken zafere ulaşsa bile en kısa zamanda yine kaybeder; zira onu uzun süre koruyacak güçten yoksun.
Mümin ümmet kuvvetinin son damlasını ve elinde kalan son imkanı harcayana, hiçbir şeyi sakınmayıp gönül hoşluğuyla Allah yolunda harcayana kadar ZAFER GECİKECEKTİR.
Mümin ümmet bütün güç ve imkanlarını ortaya koyana ve bu güç ve imkanların Allah'ın desteği olmadan tek başına zaferi garantilemeyeceğini idrak edene kadar ZAFER GECİKECEKTİR.
Mümin ümmet dert ve elem çekip darmadağın olurken, Allah ile bağını güçlendirsin diye ZAFER GECİKECEKTİR.
(...)
ZAFER GECİKİYOR; çünkü mümin ümmetin karşı karşıya olduğu şer cephesi içinde hala hayırdan bir parça var. Yüce Allah, şerri hayırdan tamamen arındırmak ve öyle yok etmek istiyor.
ZAFER GECİKİYOR; çünkü mümin ümmetin savaştığı batılın gerçek yüzü insanlara tam anlamıyla görünmüş değil. Müminler onu alt ederse aynı anda, ona aldanmış, kötülüğü ve yok olması gerektiği konusunda henüz ikna olmamış insanlardan yardımcılar bulur; kendilerine hakikat gösterilmemiş masumların nefislerinde kök salmaya devam eder. Bu yüzden Cenab-ı Allah, insanlara bütün çıplaklığıyla görünene kadar batılın sürmesini ve sonra da kalıntısız bir şekilde ardından üzülünmeyecek bir şekilde yok olmasını diliyor.
(...)
Ey, şanlı Gazze'deki cihat ve direniş ehli!
Siz, Yüce Allah'a sebat konusunda, davet ve cihat konusunda, geri adım atmama konusunda biat ettiniz.
Allah'ın (cc) yardımı konusunda ümitsizliğe düşmeyiniz.
(...)
Bunlar kritik zamanlardır. Batıl; azgınlık ve zorbalık göstermekte, ihanet ve kötülüğüne devam etmektedir. Peygamberler ilahî vaadin gerçekleşmesini bekliyorlar; fakat onlar için vaat bu yeryüzünde gerçekleşmiyor; ruhlarına derin bir kaygı yerleşiyor... "Acaba vaat gerçekleşmeyecek mi?" Acaba bu dünya hayatında başarı ve zafer dileme konusunda nefisleri onlara yalan mı söyledi?
Bir peygamber, sıkıntı, üzüntü ve eziyet bir beşerin taşıyabileceği seviyenin üstüne gelmeden böyle bir duruma düşmez.
Konuyla ilgili öbür ayeti de zikredeyim:
"Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu..." (Bakara, 214)
Bu ve bir önceki ayeti belirtirken bir peygambere bu derece etki eden korkuyu hayal etmekten, bu endişelerdeki temel korkuları, bir peygamberin yüreğini böylesine sıkan sarsıcı sıkıntıyı, buna benzer anlardaki halet-i ruhiyesini ve altında ezildiği elem karşısında ne hissettiğini tasavvur etmekten ürperti duymadan edemedim.
Sıkıntının tahakküm ettiği, darlığın peygamberlerin boğazına yapıştığı ve dayanma gücünün zerresinin kalmadığı bu lahzada... İşte bu lahzada, bu en kritik anda yardım ve zafer bütün ihtişamıyla çıkagelir:
"...Onlara yardımımız gelmiştir; biz kimi dilersek o kurtulmuştur. Suçlu günahkarlar topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir." (Yusuf, 110)
Bu, davet yolunda Allah'ın bir sünnetidir. Bütün sıkıntılar, bütün eziyetler karşısında yapabilecek bir şey kalmadığı, dayanacak takatin tükendiği bir zamanda, yardım ve zafer, o ümitsizlikten sonra, insanların bağlı olduğu bütün görünür sebepleriyle çıkagelir.
Yardım ve zafer Allah'ın katından çıkagelir ve kurtulmayı hak edenleri kurtarır. Müminler, yalanlayanları alıp götüren helaktan kurtulurlar; zalimlerin yaptığı işkence ve saldırılardan kurtulurlar.
Allah'ın azabı, suçlu günahkarları yok edici bir şekilde çarpar; ona direnemezler. Ne bir dost ne de bir yardımcı onları bundan koruyabilir.
Bu durum, zaferin ucuz, davetin de bir şaka konusu olmaması içindir. Zafer ucuz bir şey olsaydı her gün bir davetçi çıkar ve ona hiçbir şey yüklemeyen veya az bir şey yükleyen bir davet ortaya koyardı.
Hak davetin abes ve eğlence olması düşünülemez, böyle algılanması doğru değildir. O, insanlığın hayatı ve gidişatı için bir temel yapı taşıdır. Davetçilere yakışan onu koruyup kollamaktır.
Davet Zordur
Davetçiler davetin getireceği yükümlülükleri düşünemiyorlar, bu yüzden davete meylediyorlar, işin içine girince de onu taşımakta zorlanıyorlar ve çoğu zaman terk ediyorlar. Hak ve batıl ancak sadık ve güvenilir olanların, zaferin bu hayatta onlara gelmeyeceğini düşünseler bile Allah'ın davetinden ayrılmayanların direnebileceği zorluk anlarında belirginleşir.
Allah'a davet kısa vadeli bir ticaret değildir. Bu davet, yeryüzünde belirli, sınırlı bir kazanç da sağlayabilir, dostları tarafından daha yakın bir kazanç ve daha kolay bir hasılat getirecek başka bir ticaret uğruna terk de edilebilir!
Cahilî toplumlarda Allah'a davet sorumluluğunu üstlenen kişi, kolay bir yolculuğa çıkmadığı, kısa vadeli bir maddî ticarete kalkışmadığı konusunda nefsini hazırlamalıdır!
Malî gücü elinde bulunduran; siyahı beyaz, beyazı siyah olarak görebilecek kitleleri yönlendirebilen tağutlarla karşı karşıya kalabileceğine kendisini inandırması gerekir!
Bu tağutlar, bu kitleleri Allah'a davet edenlere karşı kışkırtabilirler; kitlelerin her türlü şehvetini azdırarak Allah'a davet edenlerin kitleleri bu şehvetlerden mahrum bırakmak istediği yönünde tehditler savurabilirler.
Davetçiler bilmelidirler ki, Allah'a davetin sorumlulukları çoktur; cahilî toplumun direnişi karşısında ona bağlanmanın yine yükümlülükleri çoktur. Bu yüzden evvel emirde mustazaf kitleler bu davaya bağlanmaz, koca bir toplumda ona sadece küçük bir çekirdek grup, rahat ve güvenli bir yaşama, dünya hayatının bütün cazibelerine rağmen bu dinin hakikatine teslim olan küçük bir topluluk bağlanır.
Bu özel grubun mensupları her zaman çok az olur. Fakat Yüce Allah onların ve kavimlerinin arasını uzun veya kısa süren bir cihattan sonra hak ile açar.
Bir de bakarsın ki kitleler fevc fevc Yüce Allah'ın dinine giriyor.
İzzetin, onurun ve zaferin kenti "Gazze"deki dostlarıma yazdığım bu son mektubun sonuna geliyorum.
www.medeniyet.org.tr