Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Sırtını emperyalistlere dayayanların mantığı ve dili..

Dünkü yazıyı yazdığımda, NYT (New York Times)’in int sahifesinde  23 Mayıs tarihinde çıkan yazıdan haberim yoktu.. Keza, en katı ve zorbaca yöntemlerle halkı birbirine düşürmeye çalışan bir kemalist-laik gazetenin B. Coşkun isimli bir yazarın, düne kadar ülke bölünüyor diye feryad ederken, şimdi, ‘Erdoğan’ın Başkan olmaması için HDP’ye destek verilmesi’  yolunda yaptığı, ’HDP’ye oy verecekseniz üzülmeyin, AKP’den kurtulmak için bizi buraya getirenler utansın’  diyerekçaresizliğini de itiraf  ettiği ve ‘Tüm yoklama şirketlerinin analizlerine göre; HDP barajı aşamazsa, AK Parti tek başına iktidardır Anayasayı değiştirmek ve “başkanlık” sistemini getirmek için önünde engel kalmıyor.
Ama HDP barajı aşarsa, R.T. Erdoğan’ın Türkiye’yi parmağında oynattığı dönem kapanır..’ demeyi de ihmal etmediği 
24 Mayıs tarihli yazısındaki çağrıdan da haberim olamazdı.

Üstelik ben 23-24 Mayıs günleri,  Adıyaman -Kâhta’da idim ve günlük siyasî dalgalanma ve çalkantılardan epeyce uzağında, henüz karları tamamıyla erimemiş olan Nemrud Dağı’nın tepesindeki ünlü heykelleri ve Komagene Krallığı’nın 2000 yıl öncelerden kalan diğer kalıntılarını, köprüleri, kaleleri, mağaraları gezmekle meşguldüm. Tabiî, bu gezintiyi yaparken, sizler için notlar tutmayı ve sonra, bir kralın oğulları arasındaki iktidar kavgası sebebiyle, bazılarını idam ettirdiği, bazılarının hatırasına sütunlar diktirdiği, bazıları için de mağara-zindanlar yaptırıp oralarda çürüttüğüne dair efsanemsi saray entrikalarını dinliyordum..

Yani, siyasetten yine uzak değildim ve bugünü anlamak için, ikibin yıl önceki entrikalara bakmaya gerek yoktu, ama, o zaman ile bugün arasında insan psikolojisi ve içine iktidar kavgalarının mahiyeti hakkında fazla bir fark olmadığı da bu vesileyle bir daha anlaşılıyordu.

(Nemrud Dağı ve Kâhta civarındaki notları sizlerle inşaallah daha sonra paylaşırım.)

*

Ama, seçimler yaklaşırken… Kapitalist dünyanın önde gelen yayın organlarında -Türkiye’yi çok sevdiklerinden olmalı-, Tayyîb Erdoğan’ı Türkiye’nin başından nasıl yapıp da bertaraf edebiliriz hesabıyla öyle yazılar yazılıyor ki, bunların herbirisine devamlı değinmekte de bir mânâ yok.. Ama,  New York Times gibi, o emperyalist dünyanın en güçlü borazanı ve Amerikan siyasetinin dolaylı sözcüsü durumundaki gazete, üstelik de, gazetenin ‘yazı işleri kurulu’ imzasıyla, Türkiye’deki seçim süreciyle ilgili 23 Mayıs tarihli yorumunda, bizim için o kadar kaygılanmış ki, insanın yüreğinin yağı eriyor, bizim için o kadar yanmaları karşısında.. Sözkonusu ‘Yazı İşleri Kurulu’‘’Türkiye üzerindeki kara bulutlar’’başlığıyla kaleme aldığı yazıda, mâlum Pennsylvania Şeyhi’nin emrindeki karanlık güçlerin içte ve dışta hergün devamlı ve tekrar tekrar yalanlar üreterek yaptığı yorumları kaynak göstererek, dolaylı bir darbe çağrısı yapmış bulunuyordu..

Hatırlayalım, 28 Şubat 1997 zorbalığı günlerinde, Çevik Bir isimli bir TSK generali, B. Amerika’ya gidip, Washington’da, -üstelik de Erbakan Hükûmeti’nde Devlet Bakanı olan Abdullah Gül’ün de hazır bulunduğu- bir toplantıda, o zamanki Amerikan Dışbakanı Madeleine Albriht’a hitaben, ‘Ben ve arkadaşlarım bu Hükûmet’le mücaedeleye yeminliyiz..’ demiş ve Albriht da, ‘Bu işi Meclis aritmetiğindeki değişiklikler yoluyla gerçekleştirmelerinin daha doğru olacağını’ söyleyerek, yol göstermiş ve hemen ardından da Çiller’in partisinden 50 kadar m.vekili, Genelkurmay’a çağrılıp orada ‘irşad ve ikna’ (!?)  edildikten sonra, Erbakan Hükûmeti’nin düşmesi sağlanmıştı..

Şimdi de, görülmekte ki, kapitalist emperyalizmin bu güçlü borazanının daünyaya vermeye çalıştığı mesajda,  ‘Türkiye’deki kritik genel seçimlere iki hafta kala, tansiyon yükseliyor.’ denildikten sonra, ‘Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ı eleştiren bazı kesimlerin korkuları’ndan dem dem vuruluyor ve ‘AK Parti’nin seçimleri kazanmasını sağlamak için bir baskı döneminin başlamasından korkulduğu’ndan söz edilerek, emperyalist ağabeylik edâsıyla yol gösteriliyor ve ‘siyasi sürecin zâlimce manipüle edilmesinin ciddî bir hata olacağı’ dile getiriliyordu.

Yazıda şu görüşlere de yer veriliyordu: ‘Ms. Erdoğan’ın karşı çıktığı bir başlıktan ötürü Hürriyet gazetesine yönelik yapılan suç duyurusuyla yeni bir alarm çaldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Birleşim Amerika’da gönüllü sürgünde bulunan İslamcı vaiz Fethullah Gülen’le bağlantılı çok sayıda medya organının yasaklanmasını istedi. Bu seferki tehlikeli atmosfer alışılmadık biçimde karanlık ve korku verici. Erdoğan doğruyu söyleyenlere karşı giderek hasmane bir tavır takınıyor gibi. B. Amerika ve Türkiye’nin diğer NATO müttefikleri, onu bu yıkıcı yoldan geri döndürmeye çalışmalı..’

Tam da, Pennsylvania Şeyhi’nin adamlarının, propaganda dilini nasıl da yansıtıyor.

Bu bakımdan, dünkü yazım üzerine, ‘Erdoğan’a yalakalık yaptığımı’ iddia edereke-mail adresime mesaj gönderen bazı kişilere ve de dünlerde Erdoğan’la birlikte aynı kulvarda bulunan bazı parti yöneticilerinin, bugün, gözlerini bürümüş olanErdoğan düşmanlığıyla, içerde kendilerini düne kadar adam yerine koymayan kemalist- laik, solcu, sağcı, türkçü, kürdçü, masonik bütün çevrelerle ve hattâ Amerikan emperyalizminin ve Pennsylvania Şeyhi’nin istekleri doğrultusunda hareket etmekten vazgeçmiyeceklerinin anlaşılmasına rağmen; o camiada yıllardır çarpıtılmış bir anlayışla taşıdıkları siyasî kinlerini kalblerindeki  inanç değerlerinin önüne geçirmeyecek temiz vicdan sahibi kimselerin bu gelişmelerden gerekli dersi çıkaracakları ümid edilir.

Aksi halde, emperyalistleriyle ve onların içerdeki işbirlikçileriyle istenen hedef gerçekleştirilirse, bundan halkımızın en aziz kesimini oluşturan kesimlerin üzerinden buldozer gibi geçen 80 yıllık zulüm mekanizmalarının yeniden harekete geçirilmeye çalışılacağı unutulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, Erdoğan’ın, nice engellemelere rağmen, 2010 eylul’ünde güç belâ gerçekleştirdiği birkaç anayasa maddesi değişikliğinden sonra, kanunî dayanaklarla hareket ederek gerçekleştirdiği düzenlemelerin tersyüz edilmesi için, zorbaların yeni anayasa düzenlemelerine ihtiyaçları olmayacaktır. Nitekim,  28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde hiç bir ek anayasa düzenlemesi yapmaksızın, bir gecede onbinlerce insanın memuriyetleri yakılmış, üniversite ve yüksek okul diplomaları geçersiz sayılmış, bütün mukteseb hakları ayaklar altına atılmıştı.. O çevrelerin, fırsat  bulsalar aynı zorbalığı tekrar yapmıyacaklarının hiç bir garantisi yoktur.

Böyleyken.. bir kısım insanlarımız, aynı saflarda buluştuğumuz bir kısım insanlarımız, sırf eski merhûm liderlerine vefa bağlılığı, Erdoğan düşmanlığı adına, milletin kaderiyle oynanmasına âlet olacaklar mıdır dersiniz?  ..

*

Bu adâletsiz bir zeminde, Enver- M. Kemal tartışması ne getirir?

21 Mayıs akşamı, TRT-I’de yayınlanan bir proğramda iki tarihî kişinin adına yapılan ilginç bir  rekabet sergilendi..

Ancak, bu iki tarihî kişiden birisi hakkında alabildiğinde -eleştiri değil, hattâ- hakaret bile serbest.. Diğeri hakkında ise, eleştirilerin bile hakarete sayılabildiği ve yasakl olduğu ve ancak alabildiğinde övmenin serbest olduğu bir hukukî yapı..

Bu ikinci örnekteki kişinin 90 senedir sadece övülmesinin ve goygoyculuk yapılmasının serbest olduğunu tekrar hatırlatmaya gerek bile yok..

Böyleyken, böyle bir durumda, bir tartışmanın bile yersizliği ortada.. Hattâ, bir takım şeytanî güçleri harekete geçirmek için bunlar bir bahane bile yapılabilir..

 

Evet, Enver ve M. Kemal tartışmasından sözediyoruz..

Sözkonusu  tartışma, TRT-1’de ekrana gelen Gündem Ötesi isimli programda, tarihçi Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil ile Mustafa Çalık arasında geçmişti..

Prof. Şimşirgil’in Enver Paşa için kullandığı saldırgan ifadeler öylesine tahrik ediciydi ki,

Çalık’ın, Enver Paşa’yı överken, ‘Yakın tarih, bu kadar yiğit, bu kadar idealist bir kahraman görmüş mü, Allah aşkına..’ sorusuna program sunucusu Pelin Çift,“Atatürk var” cevabını veriyor, bunun üzerine Çalık da, “Bana sorarsanız, bu ındî bir şey ama, Enver, 80 tane Mustafa Kemal eder..’ demesi üzerine stüdyoda gergin anlar yaşanıyordu. Tarihçi Prof. diye takdim edilen Şimşirgil ise, tartışmaya, Enver Paşa’yı kasdederek, ‘dışı güzel, ama içinden pislik akıyor” diye, ‘bir ilim adamına daha bir yakışır seviye’ (!) yle katılıyor ve tartışma daha bir büyüyordu..

Şimşirgil’in ise, Çalık’a karşılık vereyim derken, Enver’i Balkanlarda alınan yenilgilerin tek sorumlusu göstermesi, ’Balkanlarda perişan olduk.. ’ demesi, kemalist tarihçi mentalitesinin ilginç bir örneğini oluşturuyordu.

Çanakkale’de, sıradan bir subay olan M. Kemal’in  Çanakkale zaferini kazanmış olan kumandan gibi gösterilmesi ve o savaşlar sırasında Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili olan Enver Paşa’nın ise, hiç adının anılmaması; buna karşılık, Balkanlar’daki yenilgilerde M. Kemal’in hiç bir hissesinin gösterilmemesi, evet, kemalist tarihçi mantığının çalışma tarzını göstermektedir.

Sahi, M. Kemal, Balkan Savaşları sırasında, 1913’de Sofya’da askerî ateşe değil miydi?

Tarihçi Prof. Mete Tunçay, M. Kemal’in dinî inançlarını Sofya’da 1913’de tamamen kaybettiğini yazmamış mıydı, sahi..

Burada Enver şöyleydi, M. Kemal böyleydi demek durumunda değiliz.. Çünkü, birisi ölümünden 80 seneye yakın bir zaman geçtiği halde, dünyaada bir başka örneği olmayan şekilde hâlâ kanunla korunuyor.

Ülkemiz ve halkımız için utanç verici olan bu saçmalık son bulmadıkça bu gibi tartışmalardan sağlıklı bir netice de beklenmemelidir.

Artık, tarihte kalanlar üzerindeki bu gibi kanunî koruma zırhları kaldırılmalı ve herkes adam gibi tartışılmak imkanına kavuşturulmalıdır. Yoksa, yalanlar sürüp gider..

*

dirilişpostası

polis

Bu yazı toplam 907 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar