Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Siyaset, bir tutam ‘yeşil ot’ göstererek yönetmek zanaatı mı?

Siyaset, beşer toplumlarını idare etmek san’atının adıdır, genelde..
Ama, atların yönetilmesi için de kullanılıyormuş.. At terbiye edicileri için kullanılan seyis kelimesi de ‘siyaset’ kelimesiyle aynı kökten geliyormuş.
Ama, siyaset, aynı zamanda ’kelle kesmek’ için de kullanılıyor.. Eski metinlerde, bir savaş anlatılırken, ‘Yaman siyaset oldu..’ denildiği görülürse, anlaşılır ki, o gün orada büyük bir kıyım olmuştur, çok kelleler kesilmiştir.
Görülüyor ki, siyaset zor zanaat..
Pekiy, siyaset ‘san’at’ mı, (halk dilinde kullanılan şekliyle) ‘zanaat’ mı?
Zanaat, gerçekte san’at kelimesinden bozma, galat / bozuk bir ifade.. Yani, galat-ı meşhûr..
‘Galat-ı meşhûr, kelâm-ı fasihden (sözün en güzel şekilde telaffuz edilmesi) evlâdır..’ demişler. Ama, san’atla zanaat arasındaki fark, zanaat’in halk dilinde geçim kapısı olan meslek olarak kullanılmasıdır..
*
Pekiy bizim günlük hayatımızdaki siyasetin mânâsı nedir ya da sergilenen tablolara bakıldığında, siyaset bu mudur, Allah aşkına?
Alınız size, birkaç sahne..
HDP’nin eşbaşkanlarından Figen Yüksekdağ isimli hanımefendi, Samsun’da 31 Mayıs günü konuşuyor.. ‘Gezi’de yarım bıraktığımızı 7 Haziran günü tamamlayacağız..’
Cesur hırsızın, ‘şecaat arzedeyim derken, çaldıklarını söylediği’ sözünü hatırlatan bir beyan..
İki sene önce İstanbul- Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayan ve sonra diğer büyük şehirlerin ana caddelerinde, meydanlarında aylarca devam eden ve anarşizmle değil, ancak vandalizmle barbarlıkla izah edilebilecek tabloyu hatırlayalım.
Gerçekten de tam bir vandallık idi, yakıp yıkma idi ve üstelik fakir -fukara halkın ortak malı-mülkü olan zenginlikler yokedilmiş ve bu hadiseler, günler boyu sürmüş, uluslararası haber ajansları da, ‘Erdoğan hükûmeti yıkılıyor..’ umuduyla heyecanla ve saatlerce süren canlı yayınlarıyla dünyaya duyurmuştu bu barbarlıkları.. Bu gösterilerde 10’dan fazla da insan hayatını kaybetmişti.

O vandallık, ancak, Kuzey Afrika ülkelerinde resmî ziyarette bulunan Tayyib Erdoğan’ın döner dönmez, yüzbinler tarafından karşılanması ve onun da halkı İst. Kazlıçeşme Meydanı’ndaki bir mitinge çağırması ve milyonların bu çağrıya katılmasıyla söndürülebilmişti. Ve emperyalist odaklar, Erdoğan’ı seçim yoluyla değil de, bugibi vandalist hareketlerle devirebileceklerine o kadar umut bağlamışlardı ki, Kazlışeçme’deki o iki milyona yakın insanın bile, Erdoğan’ı protesto etmek için toplandıklarını iddia edecek kadar, yalanlardan meded umar hale gelmişlerdi.
HDP Eşbaşkanı F. Yüksekdağ hanımefendi tarafından, yarım kalışına hayıflanılan Gezi bu..
*
‘T… Solu’ denilen bir dergi var.. Bu zamana kadar yazmadığı saçmalık kalmadı denilse yeridir.. Halkı en faşist, ırkçı ya da bölgeci yaklaşımlarla, lahmacun kokan insanlar vs. diyerek bile aşağılamaya varıncaya kadar.. Yıllardan beri de, özellikle Tayyîb Erdoğan’ı hedef göstermekte.. ‘Hattâ, Tayyib Erdoğan’ın fotoğrafını hedef tahtasına koyup alnının tam ortasından vurulması çağrışımı yapacak mizanpajlar.. Ya da, ‘Sonun Menderes gibi olacak..’ tehdidleri.. Tayyib faşizmiyle mücadeleye, Gezi ruhuyla devam..’ gibi sloganlar.. Eleştiri ve düşmanlık bile denilemiyecek bir vandallık, bir cinayetkârlık ruhu..
Haydi o zaman başbakan olduğu için, şikayetler Erdoğan’ın kendi iradesine bağlıydı..
Erdoğan şimdi cumhurbaşkanı ve bu gibi saldırılar sürdürülüyor ve amma, savcılar, cumhurbaşkanlarına yapılan saldırı ve hakaretleri herhangi bir şikayete veya müracaata gerek kalmaksızın re’sen, vazife gereği takib ediyorlar, kanun gereği, buna mecburlar…
Bu derginin G. F. isimli, uzun sakallı bir genelyayın müd. hazırladığı son olarak, asmayı hayal ettikleri Erdoğan’ın boğazına geçirecekleri idâm ilmiğiyle bir klip yapmış ve tutuklanmış.. Şimdi bazıları bu tutuklamaya da, basın özgürlüğü baskı altında diye karşı çıkabilir. Geçenlerde de F.G.’nin bir kitabını gösterir vaziyette poz vermişti..
Bazı kişiler tutuklanmak yerine, bir ilgili kliniğe gönderilse daha iyi olur.
Çünkü, bu gibi kişilerin psikolojik bünyelerinde çok ciddî ve hattâ tehlikeli bir bozukluk olduğu tahmin edilebilir.
Hatırlayalım.. İki ay kadar önce İspanya’dan Düsseldorf’a gelen Alman hava yolları- Lufthansa’ya aid bir yolcu uçağının, 150 küsur yolcusuyla birlikte, psikolojik problemleri olan bir pilot tarafından kasden bir dağa çarparak düşürüldüğü ortaya çıkmıştı. Şimdi bütün pilotların psikiatrik kontrolden geçirilmesi tartışılıyor.. Medya kötüye kullanıldığında, sanki, uçaktan daha mı az tehlikeli?.
*
Çok iddialı bir cevaba rağmen, hâlâ, yalandan meded ummak, nasıl bir ruh haletidir dersiniz?
CHP Gen. Başkanı Kılıçdaroğlu, yeni yapılıp Tayyib Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığıyla, Ankara- Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ olarak kullanılmaya başlanan binalarda lavabo ve tuvalet taşlarının ve bardak-tabak vs servis takımlarının altın kaplamalı olduğunu iddia etti..

Buna karşı Tayyîb Erdoğan 31 Mayıs akşamı TRT Haber’de kendisiyle yapılan mülâkatta çok net mesajlar verdi ve ‘Ben yarın Iğdır ve Erzurum taraflarına gidiyorum, Genel Sekreter’ime hemen şimdi talimât vereceğim, Kılıçdaroğlu bu mekanı baştan başa dolaşsın, tek bir altın kaplama lavabo veya tuvalet taşı bulursa, ben cumhurbaşkanlığı’ndan istifa ederim.. eğer iddia ettiği gibi bir durum sözkonusu değilse, kendisi de CHP Genel Başkanlığından istifa edecek mi?’ diyordu..
Erdoğan servis takımlarının altın kaplama olduğu konusunda ise, ‘Benim zamanımda böyle bir satın alma olmamıştır ve geçmişten kalma bu gibi eşya vardır.’ diyordu.

Ama, ne kadar ilginçtir ki, Kılıçdaroğlu, 1 Haziran günü Kars’ta yaptığı konuşmada, Tayyîb Erdoğan’ın 12 saat önceki konuşmasını duymazlıktan gelerek, ‘altın kaplama klozet’ iddiasını tekrarlıyordu, tam bir vurdumduymazlıkla..
*
Bugünkü politik arenaya gelince..
Kılıçdaroğlu’nun kendi beyanına göre, birisi, ‘Fatihayı oku, oyum sana..’ demiş, ‘Okudum..’ diyor.. Böylece bildiğini göstermiş.. Memnun oluruz.. Ama, o, bu örnekten hareketle, dindarların AK Parti’den kopup kendisine gelmekte olduğu umuduna kapılmış..
Kılıçdaroğlu üniversite harçlarının kaldırılacağını vaad ediyor, Erdoğan ise, ‘iki yıl önce kaldırılan harçları bir daha kaldıracakmış..’ diye gırgırını geçiyor.
Haklı olarak..
Ve vaadler-vaadler..
En eliaçık olanı da, H. Baş isimli kişi.. 1977 seçimlerinde Trabzon’da MSP listesinden 3. isimdi ve Trabzon’da birlikte dolaşmıştık, bir hafta kadar.. Efendi bir adamdı.. Şimdi, en yüksek vaadi o yapıyor.. Asgarî ücret, 5 000 lira olacak diyor.. Diğer bütün partiler de o kadar atamasalar bile, yine de büyük meblağları dar gelirli kimselere vereceklerini anlatıyorlar.Ne de olsa, iktidara gelemiyecekler, bol keseden atılyorlar.. Halbuki, bu bol keseden atışların çökertiği ülke ekonomisinin 2000’li yıllarda halkımıza neler yaşattığı görüldü ve Tayyîb Erdoğan, böyle boş vaadler yerine, ‘önce ilk 2-3 sene acı ilaçlar verecek, sonra düzlüğe çıkacağız’ diye, acı gerçeği söyleyerek de iktidara gelinebileceğini göstermişti.
Ünlü ing. yazarı Bernard Shaw’in 75 yıl öncelerde dediği gibi ‘demokrasi seçmen eşeğine bir demet yeşil ot göstererek toplumu yönetme san’atı’ mıdır, sahi?
Bu vaadleri halkımızın siyasî şuûr seviyesiyle alay etmek ve hakaret sayıyorum.
*
Bir diğer konu..
Başbakan Davudoğlu’nun, kendisini seçim meydanlarının havasına henüz de ayarlayamadığı anlaşılıyor. Kapalı salon toplantılarında başarılı ve ikna edici bir konuşmacı olan Davudoğlu, meydanlarda çok kere kendisini dağıtıyor ve sıkıntılı durumlara düşürebilecek sözleri bile ediyor ve ses tonunu da Bahçeli gibi ayarsız kullanmayı sürdürüyor.
31 Mayıs günü HDP’yi hem de Diyarbekir’de yaptığı konuşmada, açıkça barış istememekle itham edebilecek bir netlikte konuşuyor ve amma, sözünün sonunda, ‘sonucu her ne olursa olsun, çözüm sürecinden vazgeçmiyeceğiz..’ demeyi de ihmal etmiyordu.
‘Sonucu her ne ve nasıl olursa olsun..’ sözünün sağlıklı bir mantığı olmasa gerek..
Davudoğlu, İstanbul- Yenikapı’daki mitingde 30 Mayıs günü yaptığı konuşmada da, ‘İşte açıkça söylüyorum, durdurulan MİT TIR’larında Bayırbucak türkmenlerine yardım götürülüyordu..’ diyordu..
Bu söz, belki, MHP’nin türkçülük iddialarına karşılık olmak üzere söylenmiş kabul edilebilir, siyaseten.. Ama, kaş yapayım derken göz çıkarmak işte böyle olur işte.. Çünkü, sen türk kavminden olduğu gerekçesiyle özel bir yardım yaparsan, başkaları da kürdçü, arabçı vs. etnik hassasiyetleri aynı mantıkla daha güçlü bir şekilde savunmazlar mı? Üstelik bu, bizzat kendisinin insanlara etnik kökenlerine göre farklı davranılmadığı, davranılamıyacağı şeklindeki nice sözleriyle çelişmiyor mu?
*
31 Mayıs günü AK Parti Gen. Başkan Yard. Prof. Mustafa Şentop hoca, tlf. etti, biraz sohbet ettik.. ‘Vaktin varsa, ben şimdi Avcılar’a gidiyorum, araba göndereyim seni de aldırayım..’ dedi. Uzuuuun yıllardır yabancı kaldığım için, toplumun bir kesitini de olsa gözlemlemekte faydası olabilir düşüncesiyle, teklifi ilginç buldum ve araba geldi, gittim.
Avcılar’da Belediye CHP’nin..
Orada aldığım bilgiler ilginç.. 10 kadar mahallesi varmış, Avcılar’ın..
Ama, ne mahalle..
Hemen her birisinin sadece seçmen sayısı, 30-40 bin civarında..
Bazı mahalleler silme belli bir etnik veya mezhebî gruba aid.. Geçmiş seçimlerde alınan oylar da bunu gösteriyor, zâten..
Bir kaç toplantıya katıldı, Şentop Hoca.. Sonra bir stadda mahalle başkanları ve sandık kurulları temsilcileriyle bir toplantı.. Daha sonra da yüzlerce , belki binden fazla kişinin katıldığı bir ‘sevgi yürüyüşü’, şehrin ana caddelerinde.. HDP başta olmak üzere, diğer partilerinin çadırlarının olduğu yerlerden geçerken onlara çiçekler verildi..
Demek ki, seviyeli siyasî toplantılar da yapılabiliyor. Ama, muhalefet, hâlâ, seçmen’e bir tutam yeşil ot göstererek ve yalanlardan meded umarak iktidar arayışında..
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 996 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar